REKLAMI GEÇ

KEŞİF

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Hani adamın biri Hz Ali’ye gelmiş de;

“Derdim o kadar büyük ki çatlayacağım sanki” demiş de,
Hz. Ali; “Dünyaya gelirken bu dert seninle mi geldi ve giderken seninle mi gidecek?” diye sormuş ya, ben de bu soruyu kendime sordum ve bir arkadaşımın tavsiyesi ile “ölü taklidi” yaptım mavinin üzerinde.
Bütün bir haftam, ilişkilerle, ilişmişlerle, ilişememişlerle, geçmişle, gelecekle, geçmemişle, belki de gelmeyecekle, yürek sıkışması, gurur kırılması, ego şişmesi, güven sönmesi ile ile ile… beceriksiz bir aşçı tarafından pişirilmiş lezzetsiz bir çorbaya dönmüştü. O beceriksiz aşçı bendim. Ne bulduysam çorbaya katmış, sonunda içilemez hale getirmiştim. Bir de utanmadan o saçma sapan çorbayı Hayat Hazretlerinin önüne koymuş “iç bakalım” demiştim. Yani nasıl bana bunu pişirttiysen, içeceksin der gibi. Belki de bulaşık suyundan acaba bir Hayat Beğendi çıkar mı diye de düşünmüş olabilirim.

Yok Hayat Beğenmedi!
İşte ben de o beğenmeyince, ölü taklidi yaptım. Öyle kımıldamadan, düşünmeden, kendimi bırakıverdim mavi bereketli toprağa. Gözlerimi kapattım, kollarımı açtım. Güneş gölgemi ısıtıyordu, mavi ruhumun parmaklıklarından sızıyordu. Bilmezden geldim, ölüydüm ya. Bütün bu dürtmelere kayıtsız kaldım. Avcumun içine bir kelebek kondu. “Git dedim, bir günlük ömrünü cansız bir bedende heba etme.” Öyle kıpraşmadan durdum durdum. Aha o da ne bir anda “evreka evreka” diyerek maviden yeşile koştum, şükür ki mayom üzerimdeydi. Bir kâğıt kalem geçirdim elime ve tahta masanın üzerinde şunu yazdım;
“Deniz kaldırır kendini bırakırsan, hayat da öyle…”
Daha önceki yazılarımdan birinde geçmişti bu cümle hatırlarsanız. Hah o cümle, işte ben böyle bir hal içindeyken çıkmıştı.

Avuç içi kadar bir koydu mavisinde ayıldığım. Kendime bir çay söyledim kır kahvesinde. Közün içine yerleştirilmiş minicik bir demlik geldi. Yavaş yavaş içtim, her yudumunu boğazımda hissederek, sadece çayımı içtim. Kalktım ayaklarımın altında tek tek her çakıl taşının tenimde bıraktığı izi takip ederek mavi boyunca yürüdüm. Yalnızca yürüdüm. Ben ve çakıl taşları, başka hiçbir şey yok. Mavinin bittiği yerden yeşil yükseldi, başımı kaldırdım, yemyeşil oldum tepeden tırnağa. Yeşil yeşil bakıştık. Yeşillerden en sonuncusu bir incir ağacıydı. Minicik, sabah güneşi sarısı, bal torbası incirlerden topladım. Damağımda bir tek incirin doyumsuz lezzeti ve dişlerimde kırılgan çıtırtısı vardı, çayın tadını unutmuştum bile çoktan. Her kırdığım incir çekirdeğiyle birlikte dert ettiklerimden biri de kırılıyordu. Hatta o çekirdeğin içini bile dolduramamışlardı, çıt diye kırılıp gittiler teker teker.
Ağzımı maviyle çalkaladım, mavi hepsini aldı götürdü.
Artık biliyorum, Hayat Beğendi yaparken içine sadece “şu an “denen bir baharat var onu koyacaksın.
Bu arada avcuma konan kelebek maviymiş.

KEŞİF

Sırça değilim kırılayım
Beden değilim sarsılayım
Duygu değilim üzüleyim
Beyin değilim büzüleyim
Eee?
Git bir bardak su iç yat
Yarısı dolu olsa da iç,
Yarısı boş olsa da…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Göksel Altınışık   -  Bağlantı 7 Ağustos 2017, 23:10

Aylinim, “şu an çorbasını” hayat beğenmiş; ben haydi haydi beğendim…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı