REKLAMI GEÇ

TAŞLARIN DİLİ

2 Temmuz 2018 Pazartesi

Senenin ilk mavi ab-ı destini almışım henüz kıpırdanmaya vakti olmamış denizde.
Şahane ekonomimize ispat, tepesinde iki tel saçı kalmış bir kafa seyrekliğindeki sahili, sivil ayaklarımla eze eze, gömmüşüm sıkıntıları.

Hepi topu üç beş saat kalmışım seyrek sahilde, sırf derdimi ummana döküp, asumana inlemeye niyet.

Umman derdimi toplamış götürmüş, asuman iniltilerimi dinlemiş, asmış kurutmuş saçında.
Teptiğim yola değmiş mi?
Değmiş!
Halet-i ruhiyem değişmiş mi?
Değişmiş!
Değişik ruh halleri iyidir.
Değişiklik iyidir. Çıkmak gerektir bazen saplandığın hallerden.
Kafanı da götürürsün, ama kafan da değişebilir bir ihtimal.
O zaman bu ihtimali de yanında götürürsün.

“Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim” demişti bir zamanlar Yılmaz Erdoğan.
Ben de kafamın değişebilme ihtimalini sevdim de yanımda götürdüm.
Başka da bir şey götürmedim.
Giderken iş sıkıntısını pencereden attıydım, akbabanın biri kaptı götürdü.
Geçim sıkıntısı
Seçim sıkıntısı
Biçim sıkıntısı
İçimin sıkıntısı
Hepsi bahtının rüzgârına kapıldı gitti.
Belki dönmeye gittiler, yine gelecekler, kıyısız memleketime vardığımda, olsun!
Yine kıyıya çıktığımda, seyir defterini yazamayacak kadar yorulup, başkasına yazdırdığımda bir başka rüzgâra kapılıp gidecekler.
Ve ben kıyısız kalmadığımda, top yekûn istifa edecekler hayatımdan!

Kıyıdan uzaklaşırken, artık tanış olduğum bin yıllık taşlarımdan birini daha ziyaret ettim.
“Nysa “
Belki Nisa kadın demek olduğundan mı nedir, yakınlık buldum kendimce.
Kocaman, gerçekten kocaman tiyatrolardan, meclis binalarından daha büyük kütüphaneyi görünce hem şaşırdım, hem içim acıdı.
Yıkılan, işlevsiz hale getirilen kütüphanelerimizi düşününce bildiğin içim sızladı.
O güzelim sütunlardaki, tiyatrodaki, rölyeflerdeki estetiği, emeği, çabayı ve güzellik kaygısını görünce de kalbim acıdı, sıkıştı.
Düşündüm şöyle bir;
Biz 1000 yıl önce yıkılmış şehirleri görünce hayranlıktan dilimiz tutuluyor.
Bizim şu anki ucubeleri 1000 yıl sonra bulduklarında, korkarım bizi acıyarak hatırlayacaklar, tabii o zaman bulabilecekleri sağlamlıkta bir taşımız kalırsa!
Diyecekler ki;
“1000 yıl öncesine dair kayda değer bir şey yok, biz 2000 yıl önceyi tarihimiz sayalım!”
“Helenleri, Romalıları…”

Ha sahi bu arada bizim topraklarımız deyip, kafatasçılık yapıyoruz ya bazen.
Bu topraklarda yüzyıllarca yaşamış Helenlerle ve Romalılarla akraba olmadığımızı kim söyleyebilir?,
Her ören yerinde sayısız yemyeşil zeytin ağaçlarının yetişmesi tesadüf müdür?
Öyleyse tüm dünyada yaşanan savaşların tamamı kardeş savaşı değil midir?

Utan neslim!
Tanrı’nın yazdıktan sonra yırtıp atmak istediği kötü bir şiir gibisin!
Yok ol!

ERKEN ZAMANLAR
Bir çocuğu daha
toprağa diktim bugün…
Suladım gözlerimle
bekliyorum yine
fidan verecek
büyüyecek
serpilecek….
Hep bekliyorum hep
bir çocuğu toprağa diktiğimde…
Tanrı’ya küsüyorum o zaman…
Ne zaman bir çocuk diksem,
çiçekler soluyor.
Solan her çiçek için
topraktan neftî yeşil
bir acı alıyorum.
Erken zamanları
kalbimle vuruyorum….

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı