REKLAMI GEÇ

TELGRAFIN TELLERİNE…

20 Kasım 2017 Pazartesi

Dün gece cep telefonum arızalandı. Ne yaptıysam olmuyor, kartı tanımıyor bir de sesi yok. Sabah alarm kurmak istiyorum ve kurdum da nitekim ya, sessiz sessiz çalacak haspam, “e ben uyarı gönderdim yani şekerim” diyecek.

Hani bir fıkra vardır, karı koca birbirlerine demir gibi küsmüşler, katiyen konuşmuyorlar. Ama adamın ertesi gün uçağa yetişmesi lazım. Bir kağıda “beni sabah 05.00’te uyandırır mısın?” yazıyor, eşinin yattığı tarafa koyuyor güzelce. Sabah kalkıyor ki saat 07.00 çılgına dönüyor ve eşini uyandırıyor; “aşk olsun sana not bırakmıştım kaldırman için!”

Kadın sakince dönüyor, “komidinin üstüne bak! ”
Adam sinirle bakıyor komidine, üzerinde bir kağıt: “Saat 05.00 kalk”

Hah o hesap işte benim telefon da öyle sus pus. Sabah bir uyandım saat 09.30. Duygusuz telefon, bir not bile bırakmamış! Neyse el mahkûm atladım gittim telefon tamircisine. Bir saat sürer dedi.

Enteresan şekilde sakin karşıladım. Zaten geceden beri bir sükûnet, bir rahatlık. Amaan ne olacaksa olur dedim, devrildim yattımdı.

Çarşıda bir tomar işim var, her yere yürüyerek gittim. Kimseyi aramak, arayana cevap vermek, aramam gerekenleri düşünmek falan olmayınca bildiğiniz sabah sporu yaptım yani. Beynim dinlendi, radyoaktif dalgalar olmayınca etrafımda, kafam çalıştı inanın. Nerede en pratik park yeri bulurum, hangi sırayla işleri yaparsam zamandan tasarruf ederim planlarını ışık hızıyla yapabildim. Yapacağım hiçbir işi atlamadım, unutmadım.

Sonra karnım acıktı bu kadar harekete, bir fırına girdim, simit aldım, çay söyledim. Neyse ki her zaman kitap taşıma alışkanlığım vardır, atmışım çantaya bir tane. Simidimi keyifle yerken, güzelce kitabımı okudum, notlarımı aldım. İnanır mısınız şiir çıktı hatta not alırken. Çıktı diyorum çünkü şiir yazılmaz, o çıkar. Kafada bir kelime, bir cümle günlerce döner döner kafanızın içinde, sonra böyle teknolojiden uzak, sakin bir ortamda ŞİİR ÇIKAR!

O anda sosyal medyada;
kim ne pişirmiş, kim nereye gitmiş,
kim ne yazmış sayfasında da ne kadarını üzerime alınmam gerek,
kim ne kadar dünyayı kurtarmış parmağının ucuyla,
hangi yeni yetme kişisel gerilimci yine hangi “guru” gürültüden cümleler toparlamış da paylaşmış, hastaneden selfi çekip tansiyon durumunu saniye saniye kim yayınlamış,
ekranda kimin doğum günüymüş de, aylardır aklına gelmemiş insanın doğum gününü kutlama telaşına kim düşmüş,
kim önceki hayatında kimmiş saçmalıklarından uzak olduğum için ne kadar mutluydum anlatamam.

Telefon gruplarının çıldırtıcı;
hayırlı pazartesiler,
iyi haftalar,
üç A4 kağıdı uzunluğunda mutluluğun formülleri,
siyaset dünyasının trolleri,
dolandırıcılık hikâyeleri,
pasta tarifleri
zayıflama teknikleri
bu mesajı 10 kişiye gönder 3 saniyede dileğin olacak, yollamazsan küserim gibi
falanı filanı bildiren çtong ding dong seslerini duymamak ne kadar huzurlu bir şeymiş.

Bunları 50 cm2’lik ekranda 2.5 numara yakın gözlüğüyle okuyacağım diye canımız çıkacağına, konsantre sözlerle beynimiz çöplük olacağına,
kitap okusak da öğrensek,
müzik dinleyeceksek radyoyu açsak, bir CD ya da kaset koysak müzik çalara,
açık havada yürüsek o kendimiz uygulamadan paylaştığımız zayıflama teknikleri yerine,
ünlülerin iki satırlık anekdotlarını yazarak, derdimizi anlatmaya çalışmaktansa, gidip dostumuzun omzunda ağlasak, face-booktan değil de face to face, yüz yüze yani, dokunarak, gözyaşımızı eliyle silmesine izin vererek,
doğum gününü ses sese kutlasak
olma mı ha olma mı?

Arayan bana ulaşamadığı anda kıyamet de kopmadı biliyor musunuz?

Bir süreliğine seksenlere döndüm ve dedim ki daha azla daha çok mutluyduk.

Bu teknoloji dünyası özgürlük değil, demir parmaklıkmış ruhumuzu tutuklayan.

RADYODA ESKİ ŞARKILAR ÇALARKEN
Eskiden
yani biz eskimeden önce,
yani hayallerimizi gömmeden önce
hani ölümün adı ecelken,
bir oda bir sofa yeter de artarken,
sanki zarifti aşk.
Kaçamak bakışın utancında kızarmak
dilini kilitleyip, şairi konuşturmak,
bir ihtimal daha olduğunu şarkılara söyletip,
diğer ihtimale bel bağlamak…
Hani
“bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden”
diye inlerken taş plak,
kapısında beklediğini bütün gece
anlatmaya çalışmak…
Yani,
belki,
yavaş yavaş
aheste beste
sandalda kürek çekmek gibi sakindi.
Şimdi gün mü kısaldı
bundan mı telaşla yaşayışımız?
Trene el sallayan kimse kalmadı,
telgrafın tellerine
kuşlar bile konmadı da
akıllı, ruhsuz telefonda
kısa mesaja binip gitti aşk
ondan mı bulamayışımız?

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Güngör Kesimli   -  Bağlantı 21 Kasım 2017, 01:37

Telefonla size ulaşamadıklarından kıyamet kopmamıştır ama,mutlaka ödleri kopmuştur.Teknolojiye ayak uydurmak güzel bir şey ama,bizdeki oldukça abartılı.Telefonu icat edenler fırsat buldukları her yerde kitap okurken,bizlerin elinden telefon düşmüyor.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı