REKLAMI GEÇ

YAZMAK MI DEDİNİZ?

11 Temmuz 2018 Çarşamba

Geçende bir arkadaşım “çiçek, böcek yazar o” dedi benim için. Güldüm.
“Çiçek, böcek, güneş, yıldız, ay doğanın getirdiği ne varsa onu yazarım” dedim.
“Siyasetmiş, para pulmuş, emlakmış, topmuş, tüfekmiş bunlar kul yapısı” dedim.

“Bana kulun çelik kapısı değil, tabiatın yeşil kapısı açılır” dedim.

“En çok da duygular” dedim. Bizi kıskıvrak yakalayıp, boyunduruğuna alan kocaman duygular!

“Hepsini bir birine karıştırdığımız, kuyusunda boğulduğumuz, gerçeğinde kaybolduğumuz, yüzleşmekten deli gibi korktuğumuz canlı, diri, güçlü duygular” dedim.

Duyguların kapısını aralamak, boğazda kördüğüm olanları, kalemin ucunda sıraya dizmek benim işim.

Yumuşak bir ağla kelebek avlamak bir nevi, sözcükleri incitmeden. Özdemir Asaf nur içinde yat, ne güzel demiştin “ben sözcük avcısıyım” diye.

İşte topsuz, tüfeksiz, savaşsız, dalaşsız kelime avcılığı benim yapıp ettiğim.

Dillerin ucunda intihara meyilli sözcükleri, uçurumdan aşağı itivermek.

Düşen sözcüklerin üstünü başını silkeleyip, yeniden insan içine çıkarmak temiz temiz.

Cümlelere sabah sporunu tattırmak. Bazen ayaklarından tutup amuda kaldırmak, dünyayı bir de tersten göstermek.

Virgüllerle nefes egzersizi, ünlemlerle dikkat çalışması yaptırmak.

Anlamları tahterevalliye bindirip, hafif geleni oyundan çıkarmak belki de!

Düşünürken yazıvermek, yazarken düşünmek!

Okuyanı düşündürmek değil benim derdim. Herkes kendi düşünebilir, aklı var, fikri var. Kimsenin benim fikrime ihtiyacı yok. Satsam alan olmaz zaten.

Tek derdim, fark ettiğimi ortaya dökmek. İçimi dökmek, kendimle konuşmak da olabilir yazarak.

Sanki okuyanla, satırlar arasında karşılıklı kahve içiyormuşuz gibi.
Hepsi bu!

“Nasıl yazıyorsunuz?” dedi biri geçen gün!
Nasıl?
Öyle yazıyorum!
Duygularımın savaşında hangisi galip gelirse o gün.
Tanrı bana hangi ilk dizeyi verdiyse o yazılıyor kendiliğinden.
Belki o günkü dersim, belki ödülüm, belki nötürüm, bilmem ki hiç!
Ekranla bakışırız bir süre, bana göz kırptığı anda gecenin galibi duygu dökülür, saçılır, şekilden şekle girer, saçını başını dağıtır, sonra toplar, hatta maviden girip, kırmızıdan bile çıkabilir.

Kulağımı okşayan tatlı bir vals ilk cümlem olabilir.
Ya da arabanın camına düşen bir yaprak, şiirimin ilk dizesi.
Kimi gün annemin bir vecizesi, oğlumun ilk hecesi.
İşte öyle!

Yazmak yazıldıysa bir yerinize, çıkmaz mürekkeple yazılıyor genelde.
Çıkarmaya da çalışmıyorsunuz, dövme gibi sizin armanız oluyor sanki.
Hayata anlam mı katıyor derseniz, bilmem!
Hayatın kendisi anlamını içinde taşımıyor mu?
Bizimki belki o anlamı görünür kılmak!
Ebru teknesinde zaten var olan renkleri kâğıda geçirmekten ibaret.
İşte öyle yazıyorum,
Gece yıldızlarla,
Sabah kuşlarla
Tek kelime etmeden, konuşa konuşa…

EBRULİ
Artık rengârenk giyiniyorum
İçim cıvıl cıvıl
diyorum.
Hayat da böyle zaten
diyorum.
Ama bazen…
İçim eski televizyon gibi
tek kanal, tek renk, kısır
Ahh canına yandığım
yirmibirinci asır…
Isır dur etlerimi
Isır dur!

Halbuki,
Hal bu ki!
Hüzün ne kadar sarı,
sevinç o kadar turuncu
keder ne kadar gri
mutluluk o kadar mavi
sıkıntı ne kadar nefti
huzur o kadar erguvan.
Hayat ebruli
Hal bu ki…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı