REKLAMI GEÇ

BUNCA ÇÖLDEN SONRA İÇE DÖNELİM!

13 Haziran 2017 Salı

Çöl yaşamımızın kabuk bağlamış yeri…
Ölüm koynumuzda uyuyan ürkek bir serçe…
Nice eşyaların kenarında soluyan olduğumuzu sandığımız varlık…
Kendini çoklarla ifade eden fukara bir ruhun kadavralarısınız hepiniz…
Benliğiniz bir eşyadan gayrısı değil. Bir şey işte, bir çıldırmış ruhun yüksek egosu…
Önünde saygıyla eğilecek hüznünden öte neyin var…
Vicdanınla yüzleşmeyi nicedir bırakmışsın…
Susmalarını düşlerinle gürültü et. Korkmasın odaların. Evini süsleyen yalnızlığın. Kuşlarını ürküt. Bunca uçmadan sonra konacak iğreti bir dal bulsun usulca…
Bunca uçmadan sonra bir kayanın aklına çakıl. Bir kayaya sevda şarkıları söyle. Bir kaya ortadan ikiye çatlasın ebruli çiçeklerin rüyasıyla…

Çöl bir ırkın yanılmış evidir…
Belanın kalbi, belanın adıdır. Muhteşem hatalarla beslenen bir adamın düşüdür. Bir uçmanın ağrısı. Teslim olmaya dünden razı bir aşkın kaçak elleri. Bunca özgürlük kimin aklına sığar bu gece. Bunca acı hangi gövdenin ihanetiyle beslenir. İnsan sevdiği şeyin kurbanı mı olur böylece…

Olur!…
Bir atın düşleriyle ko(nu)şuyoruz işte. Yelesinden terlemesini unutmuş esmer bir atın. Tenimizin ateşiyle harlanıyor gece. Ama ellerimiz şahit, dokunmanın simsiyah bir karşılığı var. Bu çok ebruli akşamda. Bunca birbirine sızmış renkler neden simsiyah? Neden bir gecenin gizil penceresinden sızılır rüyamıza?…

Çünkü renklerin de yatağının ıslandığı bir yer var. Çünkü aklını çoklara zehretmiş adamların katılaşmış ruhları da. Çünkü bir aşkın nedeni ve nasılı ile bakılmaz yüreğin sokaklarına. Çünkü aşk yüreğin çocuk parkıdır…
Bana neden gülüp durduğumu soruyorlar…
Orada, gözlerinin içinde bakmalarını şaşırmış bir iklimin ağrısı var. Bana parmaklarımın aldığı şeklin adresini…
Soruyorlar… Söyleyemem! Kimse söyleyemez. Asıl nedenlerin söylenmez cümlelerle beslenen korkunç damarları var…
Bana dilimin ve dizimin irkilmesini…
Şekil dediğimiz bir düzendir aslında…
Bunca düzenden sonra sana esrimek…
Bunca kiraz mevsimi bu kanlı çöl…
Sonsuza kadar susmanın da bir bedeli var… Olsun!

Dört ayağımız birden susuyor böylece. İki dudağımız, iki çatlamış tohumlarımız, kendini ikiyle bulan bütün varlığımız, tekin adresinde kâbusa oturmuş bu eşsiz rüya…
Bizden sabaha sızan nedir?
Bu kasılma bu çıldırmış zevk…
Atların yelesinden kişnemesi…
Yol da aklını kaçıracak ey tanrı…
Yolcu da, çöl de ve o ensesinden ve o bir yerlerinden kalın aşklarınız da…
Bunca damarını terleyen kanın…
Aşk oyunlarını da oynayamıyor artık…
Bunca birbirine çelişik varlık biçiminden sonra kendimizden kalkıp çöle gidelim.

İntiharımın silahını sen seç…!

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı