REKLAMI GEÇ

SESİNİZİN SÖYLEMEDİKLERİ

16 Mayıs 2017 Salı

Söylerken ağzımızı dahi yadırgayan komik cümleler kurarız ya bazen…

Varın o cümlenin bilimsel, kültürel, sosyal ve ahlaki gerçekliğini siz düşünün…

Acımasızca ve basitçe söylenivermiş sözün arka ve kör noktaları…

Otomatik ve kayıtsız ses bileşimlerinden oluşmuş, birine bir şey demenin öylesine ezgisi…

Sokakta, otobüste, alış veriş mekânlarında, parklarda, okullarda, politbürolarında, ekranlarda, gazetelerde giderek ağzımızla kirlettiğimiz devasa bir çöplük haline gelen dil…

İşin trajik yanı, akıl kapasitemizi apaçık eden sığlık…

Öyle azalmış, çarçabuk, bomboş, algılatma hizamıza hedef alan sözler ki bunlar, söyleneni anlamak için hiçbir donanıma gereksinim yok…

Anlamamaya ise zaten olanak yok…

Her şey anlaşılır bir sığlıkla doğadaki kirliliğe eklemlenerek bir enkaza dönüşen insan sesleri…

Biz böylesi can çekişen bilinç dumurunda kendi seslerimizi nereye koyalım şimdi?

Örneğin eşsiz ve nadir bir cümlenin çevresini aydınlatan bir söyleyişe en son ne zaman yataklık etti ağzınız?

Herkes sizi dinlerken herkesin basitçe söyleyebileceğinin çok ötesinde bir seslenişin ne zaman sahibi oldunuz?

Hiç sizi ağzı açık kulakları beş karış havada canhıraş dinleyen birini gördünüz mü?

Bunca kirliliğin içinde yalanmadan, gevşemeden, gevelemeden, ıkınmadan, titremeden ama gerçekten Allah’tan korkarak ağdalı bir cümlenin etrafında en son ne zaman serinlediniz?

Hah, bu tam da benim söyleyebileceğim ve tüm yaşamımla sözümün arkasında endamımla durabileceğim türden bir cümlenin evidir dediğiniz, kaç bilcümle evleriniz oldu acep?

Özünde her biriniz şairdiniz efendim. Her biriniz tuttunuz o eşsiz ve kibirli yüreğinizle birine aşık oldunuz ve oturdunuz dilimizin gizemli bağlarında beslenen şarabi esrikliğinizle şiir soludunuz…

Hah, işte siz o şairsiniz. Peki, o içinizde nicedir can çekişmekten kasılıp kalmış inceliğinizle gülümseyen, usturuplu, sağlam omurgaları olan, inancınızın ilkeli boğumlarıyla düğümlenmiş o sözcükleriniz gerçekten size mi ait?

Dedikleriniz sizin duyumsadıklarınız ve sizin ruhunuzun imbiğinden süzülen balın ezgileri mi?

Yoksa içinizde şaraba oturup sirkeleşmiş o yavan tadın asitleriyle deşilen ve ses tellerinizi giderek kalınlaştıran ama asla size ait olmayan bir dilin feryadı mı?…

Her ne ile süslediyseniz, ağzınıza iliştirilmiş ve sizden dışarı damlatılan söylediklerinizle gerçekler ve güzellikler arasında büyük bir uçurum var ve bu koca gedik hızla açılmaya devam ediyor…

Sesinizle gövdeniz arasında da sizin görüp duymadığınız bir vicdan muhasebesinin kaba matematiği kayıtsızca işliyor efendim… Bunu bildiğimizi ve bundan kendinizin de oldukça ve nicedir rahatsız olduğunuzu da iyi biliyoruz efendim… Üzgünüm efendim… Sesiniz de size ait değil, ruhunuz da efendim…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı