REKLAMI GEÇ

PARMAK UCU

8 Mayıs 2016 Pazar

Ist nicht der Kern der Natur Menschen im Herzen…

“Doğanın çekirdeği kişilerin yüreğinde değil midir”  Lucretius

Evrende küçücük bir a’nı tanıklık ediyoruz yaşamımızla.

Büyük bir coğrafyanın minnacık bir noktasında koşturuyor, bir sonraki kocaman apartmanın mesafesi kadar bir mekanı görüyor gözlerimiz.

Ancak uzanabildiği bir yakınlığa dokunabilir ellerimiz.

Seslensek yüz metre ötesine geçmez sesimiz, tükürsek ivmesini hızla kaybeder hak ettiği yere ulaşamadan tükürüğümüz.

İşte bu  kadarız hepi topu.

Bir tırnak ucu kadar.

Sonsuz evrende kapladığımız yer ancak hacmimizdir yani.

Bir nokta bile olmayı başaramayan 7 milyar insandan sadece biriyiz.

Uzay boşluğu için hiçbir anlam taşımayan yegane bir hiçlik.

Fani, ölümcül, acıyı sevinçten çok duyan…

Yani yokluğuyla hiçbir şeyin eksilmeyeceği, varlığıyla da yaşama bir değer katamamış zavallı birer ben’leriz hepimiz.

Bu yüzdendir ki fani bu hayat diye büyük umutla besleniriz ölümden sonrası için.

Ama sorar mıyız kendimize, bu kadar hiçleşmiş bir varoluşla nasıl anlamlandırabiliriz ki dünyevi hayatı?

Bizlere kurtuluş reçeteleri sunanlar neyi kurtarabilmiş bu hayat denen yangından?

Böylesi acıyla süslenmiş bir evrenin sahipleri neden dünyaya sevgili bir yaşam armağan edemezler?

Ve el birlik edip tam tersi acılar coğrafyasına dönüştürülür topraklarımız?…

 Bizler yaşamın çekirdeğini sevgiyle dikemiyoruz artık hayata.

Doğadan ve tanrısal güçlerden aldığımız insan yüreğimizin imkanlarını tekrar sunamıyoruz doğaya ve insanlığa. Birbirimizin kirlenmiş yerlerinden güç alarak ediniyoruz statülerimizi. Bilsek, nasıl da çırılçıplak görünüyor bu kokuşmuş hallerimiz…

 Sayılara düşkünlüğümüz…

Giderek bizi de sayının bir parçası yapıyor.

Birinin parmak uçlarının karşısında çıldırtırcasına yağmalanan bedenlerimiz.

Üst’ümüz bizleri işaret ettikçe altımızı kaçırıyoruz.

Ezildikçe üstten, altımıza aldığımız her şeyi acımasızca korkutucu bir firavun gibi ezip çiğniyoruz. Hepimizin anlamlı birer faşizmi var ve boynuna kravat takıp usturuplu bir yurttaş rolleriyle endamımız dağlar deviriyor.

Nasıl da görünüyor çırılçıplak, her şey, iç’imiz…

Nasıl da yalnızız…

Nasıl da zavallı…

Çekirdek elbette yüreklerimizde Lucretius. Ancak bir toprağımız kalmadı taze filizlerle yeşermeye…

Durmadan sallanan bir giyotin gibi kafalarımız üzerinde parmak uçları oynatılıyor.

 

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı