REKLAMI GEÇ

BİR İSTANBUL MANZARASI!

8 Aralık 2016 Perşembe

Belki İran örtüsü, belki Afgan… Çador ya da burka… Birleşik Arap Emirliği, Katar, Kuveyt ya da her nereninse… İşte kadını paketleyen, yok sayan o karanlık örtülerden…

Siyah örtüler içerisinde oturuyordu masanın bir kenarında. Yüzü duvara dönük, önündeki tabaktan yemek yemeğe çalışıyordu. Siyah örtülerin içerisinde bir tek gözleri görünüyordu simsiyah, iri ve mahsun…

Çapraz karşısında sırtım duvara dönük otururken sipariş verdiğim yemeği bekliyordum, nasıl olduysa gözlerim takılmıştı işte… Etini çatal bıçağıyla kestikten sonra bıçağı bırakıyor, boşta kalan eliyle peçesini hafifçe kaldırıp çatalı ağzına ulaştırıyordu. Bu zahmetli yemek yeme işlemini son derece doğalmışçasına ağır ağır yerine getiriyordu. Ağzı sadece konuşmaya değil yemeğe de mühürlüydü sanki. Örtü bir kilit gibiydi… Kara bir siluet gibi görünen gövdesinde bir tek gözleri meydandaydı; iri siyah sürmelerle belirginleştirilmiş, kenarlara doğru kuyruklar oluşturulmuş kapkara, esmer gözler… Dünyaya açılan ruhun aynası pencereler…

Uzun zaman olmuştu Beyoğlu’na gitmeyeli. Oysaki benim için boğazı, tarihi adası kadar İstanbul’du Beyoğlu… İstanbul hep yarım kalmıştı son zamanlarda Beyoğlu’na gidilmeyince. O çok kültürlülüktü beni cezbeden.

Kitapçılarında vakit geçirilecek, kafelerinde kahve içilecek, bir iki galeri gezilecek falan… Eski ritüellerimden… Sonra kitapçılar önce küçüldü kapandı, dönercilere, kebapçılara dönüştü derken…

Üstüne üstlük terör, patlayan canlı bomba…

Gitmediğim yerler listesindeydi artık…

Gitmiştim işte bu sefer, kendi yasağımı delmenin heyecanıyla…

Kalabalık vardı evet… Kitapçılar mı? Daha da mı azalmıştı ne? İsimler de değişmiş, satılan ürünler de… O meşhur caddenin dünya insanını yansıtan çok kültürlülüğü? Ben çok değil tek kültürle karşılaştım. İçinde dosdoğru Türkçe konuşulmayan… Sadece esmer ırkın hakim olduğu Arap kültürü ile!

Birden Hollywood filmlerini hatırladım, Türkiye’de çekilen sahneleri. Hep itirazım vardı bir Ortadoğu ülkesi gibi insan görüntüleri canım ülkemin insanlarını temsil etmiyor diye! Bir de çekilen tarihi bölgelerimizdeki bol aksiyonlu görüntüleriydi itirazım…

Sultanahmet meydanında cayır cayır öten, kulakları sağır eden zırhlı araba frenleri, sağa sola seken kurşunlar, devrilen çadırlar(!) dilberim tarihi kapalı çarşı çatılarında soluk soluğa motor akrobasileri, Yerebatan Sarayının sularında tepişmeler… Adamlar tarihin içine ederken uçuşan kiremitler, yıkılan yüzyıllık duvarlar (film hilesi olsa bile) orta doğu ülkesinin kıymetsizliğini (kıymetsizleştirildiğini) ortaya koyar cinsten oluyordu. Kendi memleketlerinde tarihe dokundurmazken bizim burada en kıran kırana kovalamaca, düello, vuruşma sahneleri çekilir. Tüm kirli işlerin, mafyöz ilişkilerin kaynağı da hep Türk olur nedense… Genelde Hollywood’un kamerasına takılan panoramik Türkiye görüntüleridir bunlar, aşina oldurtulmaya çalışılan… (En son 007 İnferno görüntülerinden.) Evet İstanbul bir Ortadoğu şehri değil…di!
İtirazım buna idi!

Oysa ki uzun bir aradan sonra gittiğim İstanbul’un kalbi İstiklal Caddesi tam bir Ortadoğu ülkesi gibiydi, Arapçanın hakim olduğu tek kültürlü işgal bölgesi.

Sıradan halk Avrasya tünelinin ismini tartışıyordu İstanbul’a ait…

Atatürk mü olsun, Abdülhamit mi?

Yıkılan tarihi mekanlar, dikilen Aliağa binaları, ihale ile imara açılanlar geride kaldı da!

Şoförlerin tek derdi ise tünel, köprü vesaire çalışması ile şartları daha da ağırlaşan trafik ve kısa günde gerçekleştiremedikleri ulaşım… Tabii son olarak kahırlarına eklenen benzin zammı! Bence İstanbul ağlıyordu. Şoförü, tüneli, bir yerden bir yere ulaşamayan, tıkanan halkı, kapanan otelleri, lokantaları, iş yerleri, esnafı, iş makineleri, ambulansı, taksisi…

İstanbul hüngür hüngürdü…

Kadın kocaman siyah gözlerini indirdi. Siyah eldivenli eliyle peçesini düzeltti. Önünde iri yarı kocası, usul usul restoranı terk etti. Onların kalktığı yere iki tane kapkara örtüler içerisinde kadın ve salaş kılığı ile iri yarı, kara bıyıklı esmer bir adam oturdu. Kadınların yüzü duvara dönüktü…

Aynı iri kara gözler, aynı mahsun bakışlar…

Türkiye değişiyordu, öncelik İstanbul’undu. Beyoğlu değişmişti…

Zor olan alışmaktı… Alışmaya çalışmaktı…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı