REKLAMI GEÇ

VAN GOGH’LA BULUŞMA

16 Eylül 2017 Cumartesi

Bir randevum var, hazırlanıyorum aheste, biraz heyecanlı, biraz gergin… Yetişebilecek miyim randevuya değil derdim, doğru yolu, fazla yorulmadan bulabilecek miyim, gerginliğim ondan…

Bir şehri öğrenmenin en iyi yolu yürümektir derler. Ne taksi, ne metro, ne tramvay… En doğrusu tabanvay! Bu sefer yürümeyi seçtim. Elimde bir harita, boynumda bir fotoğraf makinesi, klasik turist imajında, kendi kendimin rehberi olarak çıktım yola.

Luxemburg bahçelerinden vurdum sağa. St. Michael, Sorbon derken, sağ Notre-Dame, sol St. Germain… Soldan devam et, ister labirent gibi galerilerin, kafelerin bol olduğu sokaklara dal, Monparnasse mesela, ister dümdüz yola devam et. Yoldan çıkmamanın en iyi yolu amacını unutmamak. Benim randevum var!

Büyük devasa ve her biri sarayları andıran binaların arasından geçerken ağzı açık tutmamak ne mümkün, işte bu tavırlar da turistliğe dahil oluyor. Mühim olan iç güzellik, içerik, derinlik diye içten olana anlam ve mana yüklemeye çalışan ben, işte yine dış güzelliğe, ihtişama, görünen aldatıcıdır demeden yine, yeni, yeniden çarpılıyorum.

Gel de mazrufa takılma.

Adamlar vaktinde yapmışlar ve koruyorlar kardeşim!

Bunların içi çürümüş, hem zaten yıkanmaz bunlar, gibi klasik ve genetik ön yargılara da gerek yok, iç güzelliğe övgü, “gizem”e güzelleme yapmanın sırası değil! Adamlar bu kokuşmuşluktan bile bir icatla çıkmışlar, “Parfüm!”

Dior, Lancome, Chanel…

Ama içim yine de içimi yiyecek, bizimde katman katman medeniyet beşiği olmuş bir İstanbul’umuz var diyeceğim, acaba Ayasofya kayıyor mu, tarihi Osmanlı çeşmesi yıkılıyor mu, Topkapı sarayının çinileri dökülüyor mu diye hayıflanmaktan ve derin derin solumaktan kendimi alamayacağım.

İç çekmenin ve ağız suyu akıtmanın sırası değil, randevum var ve artık yaklaşıyorum, haritaya ihtiyacım yok. Bundan sonrası hislerime ve sanatın manyetik alanına kalmış. Havada sanat kokusu var! Le Seine nehrini soluna al, devam et, karşına tüm haşmeti ile Louvre Müzesi çıkacak. Köprüyü geçmeden üç yüz metre yürü ve işte orada devasa bina d’Orsay seni bekliyor. Efendim d’Orsay müzesi eski bir tren garı. 1900 yılında müzeye dönüştürülmüş, Belediye ye ait bir Müze…

Dönemin sanatçılarının, ressam ve heykeltraşların, fotoğraf ustalarının eserleri var. Cezanne, Degas, Manet, Renoir, Pisarro, Bonnard, Redon, Toulouse-Lautrec, Gauguın, Van Gogh… Daha kimler kimler…

Klasik sanat, realizm, impresyonizm, post impresyonizm, heykel, grafik arts, dekoratif arts ve mimari örnekleri… Evet, bir tren garını dünya sanatının sergilendiği müthiş bir müzeye dönüştürmüşler. Yine derin derin iç çekiyorum. Bizimde bir garımız var. Tarihi Haydar Paşa garı. Hani kulesinde sık yangın çıkan gar. Akibeti meçhul, bir uyandığımızda yerle yeksan olduğunu görmekten korktuğum yada AVM ye dönüşeceğini düşündüğüm. İşte randevum bu müthiş eski tren garı, yüz yirmi yedi yıllık müzenin emprestyonizm bölümünde… Heyecanla merdivenleri çıkıp dalıyorum Impresyonism yazan kapıdan içeri.. İşte tam karşımda! Lacivert zeminli duvarda yalnız başına, kalın ahşap oymalı çerçevenin içerisinde bana bakıyor ama her zaman ki gibi ona ulaşmam imkansız. Önünde birikmişler yine, göz göze geliyoruz. Sorularım çok. Benim ikinci Monalisam o!

Erkek Monalisa. Leonardo’nun Monalisa’sı Louvre’un içinde. Bu da çapraz karşısı Dorsay’da. Van Gogh’un oto portresi, en sevdiğim. Mavi zemin üstünde kızıl saç ve sakalıyla ürkek bakıyor öylece ta yaptığı 1889 yılından beri. Öyle çok büyük değil, 65 x 54,5 cm ebatlarında ama bütün salonu etkileyen bir aurası var. Çekim gücü fazla. Önündeki kalabalıkta ondan! Rahat vermiyorlar ki bir hal hatır sorsam. Ne acelen vardı erkenden 37 yaşında çekip gittin bu dünyadan, anlaşılamamak mı üzdü seni, yoksa hayatın boyunca hepi topu bir resim satmış olmak mı? Kardeşin Theo’ya maddi açıdan bağımlı kalmak mı, seni hiç anlamayan sevgililer de olabilir mi? Oysaki 10 yıl gibi kısa bir süre de yaptın tüm bu güzellikleri, ne de güzel çalışıyordun, bir günde harıl harıl üç resim bile çıkardığın oluyordu şip şak! Neden kıydın canına? Hayattan bu kadar mı bezdin, kafayı yedin? O salon ona ait, birçok meşhur resmi burada: “Dr.Paul Gachet” portresi, “Van Gogh’un Arles’teki yatak odası”, “The Women of Arles” ve meşhur “yıldızlı gece” tablosu ve diğerleri… İşte hep bu salonda kalsam, fazla bir şey istemiyorum bir döşek, bir battaniye, yıldızlı gece tablosunun önünde sabahlasam…

Daha önce de gelmiştim bu buluşmaya, ondan önce de, ondan önce de… Yolum her düştüğünde gelirim onunla buluşmaya… Sorularım değişmez. Asıldığı duvara bakarım, çerçevesine bakarım… Onu aydınlatan ışığa bakarım, önünde birikmiş insanların hayran bakışlarına bakarım.. Bakarım işte bu buluşmamdaki gibi! Son defa çıkarken sözleşirim kendisiyle, evet yine geleceğim…
d’Orsay… Bekle beni…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı