REKLAMI GEÇ

SÜMER KRALİÇESİ…

7 Mart 2017 Salı

Kim bilir kaçıncı kez onu yazıyorum. Ama emin olduğum bir şey var ki onu yazmaktan bıkmıyorum.

Kendime soruyorum neden o?
Cevaplarım çok! Sıralıyorum, çok ilgi duyduğum arkeolojik buluntularla bir ömür geçirmesi, biir.
Bu alanda bilim kadını olup, Anadolu medeniyetlerini (tabletlerini) dünyaya tanıttı ikii.
O bir Cumhuriyet kadını olup, Atatürk’ün açtığı yolda ilk ilerleyenlerdendi ve Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu’nun önemli kilometre taşlarından biri oldu üüç…
Kadındı yetmez mi? Dördüncüsü; ee hala yaşayan bir tarih ve yine ilklerin peşinde.
Allah onu başımızdan eksik etmesin, yüzünü devirdi. (103 yaşında) Zihin beni geçer, bellek desen ayaklı kütüphane, daha ne diyeyim, hem de bu yaşta! Sırf bu özelliği bile yazmaya, yazmaya, yazmaya değer! Onun yazılacak çok özelliği var, eminim ve biliyorum tutkuyla bu kadını daha çoook yazacağım. O yaşayan bir efsane!
Günümüz 8 Mart malum , “Dünya Kadınlar Günü” Bize yabancı, hiç mücadele etmeden, hatta farkına bile varmadan haklarıyla hazıra konduğumuz, pek de kıymetini bilmediğimiz “emekçi” kadın günü!
Ben yine de bu gün için bir şeyler yazmak istiyordum. Çünkü kadınlarımıza örnek o kadar çok kadınımız vardı ki tarihimizde!
Hele Kurtuluş mücadelemizde Fatmalar, Haticeler, Ayşeler, Emineler, Halide Edipler…
Ama yaşayan bir tarih vardı hep her şeye örnek! (Bir gün aramızdan yeni ayrılan bilim kadını Çiğdem Kağıtçıbaşı’nı yazarım. Aileye, kadına, çocuklara ve özellikle çocuk eğitimine çok şey kattı. Kim ne derse desin, bilim kadına yakışıyor)
Kitapçı raflarının arasında dolanırken elime geçmişti Sedef Kabaş’ın “Muazzam Muazzez” kitabı…
Bingo!!
Durur muyum aldım hemen! İdolüm ya…
Nehir söyleşileri tadında… Yine ibretlik bir hayat hikayesi…
Anneannem ile adam gibi oturup konuşmadığıma yanarım ya hep!
Al işte canlı tarih karşında!

1914’te doğmuş, sevecen bir aile ve sevgi dolu bir babanın kızı olmuş, baba öğretmen, Osmanlı muallimi! Kızı okusun istemiş! (Asıl babayı yazmalı.) Kızının hep arkasında, eğitim özellikle kızlar için önemli, taa o zamanlar bu bilinçte! “Sevgi eken, başarı biçer” diyor ailesine örnek ve ekliyor, “mutlu çocuk, özgüveni yüksek yetişkin demektir!” Para pul yok, yoksulluk çok, ama öğretmen baba eve kitap getirip, yüksek sesle kitap okuyor ailesine, bu da yıllar sonra Muazzez İlmiye’nin öğütlerinden oluyor “evinde kitap görmeyen çocuk okumaz!” Savaş yılları ve zor dönemler… Annesi geçime katkı için dikişe başlıyor, şapka dikerek kazandığı parayla kızına keman alıyor, hocalardan keman dersi aldırıyor. Muallim mektebine yolluyor, o dönem kızların başı açık! Babası eğitime çok önem veriyor, Atatürk’ün yolu, onun yolu. Kızı üniversiteye gideceğim diyor, yolluyor, Cumhuriyet yeni kurulmuş, açlık yokluk had safhada! Bu baba bir oğlunu Almanya da okutup mühendis, diğer oğlunu Amerika’da okutup tıp doktoru yapacak vizyona sahip, hepsi de alanlarında önemli birer bilim adamı oluyor! Muazzez öyle görücü usulü ile evlenmiyor, kocası ile anlaşıp, kendi aralarında nişan yüzüğü takacak kadar medeni. Evlilik 1940! Bu evlilikten 2 kızı oluyor. Kocasıyla uzun ve mutlu bir evlilik sürüyor.
Gelelim okuduğu alanlara.

Tesadüfen seçtiği bir bölümde okuyor, Sümeroloji. Hititoloji’yi kaydolurken öğreniyor. Bu bilim dalları yeni açılmış, Atatürk’ün zoruyla.

Okuduğu tabletlerin sayısı binlerce! İçinde aşk şiirleri olanından, ticari ilişkilere, evlilik durumlarından yemek tarifi ve güncel hayata her şey var!
Sümerlerin, Türklerle kültürel ilişkisi, akrabalıkları, Anadolu gelenekleri ve Türklere geçen örf adetler… Üç Semavi dinin temeli… Havva ana ve Adem babamızın cennetten kovuluş hikayesi, üç dinin kökeni de aynı, yani kaynak Sümer’den… Müze yıllarında 74 bin tablet sınıflandırıp, 3000’ini yayınlıyorlar, akademililere yönelik 8 kitap, onlarca makalesi var. Halka dönük ilk kitabını ise 80 yaşında çıkarıyor. Bu sayı günümüzde 23 kitabı buluyor. Hitit, Sümer, Asur ve Akad yaşantıları ve Kültepe tabletleri sayesinde tanınıyor. Ama yeni nesil onu Hayrettin Karaca ile “Giderayak ” programının iki tontonu olarak tanıyor, gülüp geçiyor.

O vatanına, milletine bayrağına sahip çıkan sıkı bir aktivist aynı zamanda (Kar kış demeden Cumhuriyet’e ve bayrağa sahip çıkışını izledik ekranlardan. Kışın soğuğunda başında kırmızı şapkası, dizinde battaniyesi, sokak ortasında oturarak direnişi gözümün önünden hiç gitmiyor. Sıcak odamdan, rahat koltuğumdan ve yaşımdan utanmıştım) Tabletlere, çivi yazılarına adanmış bir ömür. Gücüne gidense bir Allah’ın kulunun çıkıp o tarihe kadar bunlarla ilgilenmemiş olması. Atatürk’e kadar kimse bu konuya eğilmemiş ve Anadolu toprağından tarih fışkırıyor. Osman Hamdi çıkan buluntuları kurduğu müze ile muhafaza etmeye çalışmış. Atatürk kendi cebinden ödeyerek kurduğu Türk Dil Tarih Kurumu ile bilimsel çalışmaları başlatmış. Bu kurumu her şeyin üstünde tutan Çığ, bilimsel çalışmalarının Almanya, Japonya ve ABD’ye uzanan tanıtımlarının mükafatını İstanbul üniversitesinden ödül alarak taçlandırırken içi burulmuş kendi üniversitesi olan Ankara Üniversitesinin ilgisizliğine. Üzüldüğü diğer konu ise Atatürk’ün özel olarak kurduğu bu kurumun şimdiki acınası hali! 4 yıllık fakülte eğitiminde Sümerce, Hititçe, Asurca ve Almancayı öğreniyor. 4 yılda 4 dil! Kendi olanakları ile sunumlarını ilk Almanya’da Almanca ile yapıyor, gücüne giden bir başka şey ise, Mezopotamya ve Anadolu medeniyetleri olan Sümer ve Asur kültürünü yabancı ve Alman hocalardan öğrenmemiz. Çok değerli hocaları oluyor. O zamanın popüler dergisi “Hayat”ta bilimsel olarak Sümer ve Hitit tabletlerinin çevirisini yayınlamak istiyor. Mecmuanın Sahibi Şevket Rado tarafından “kim okur ki bu sıkıcı yazıları” diye geri çevriliyor. Oysa ki geçmişini bilmeyen geleceğini kurgulayamaz, o tabletler de yaşanmışlıklar ve güncel hayatımıza ilişkin paralellikler var diyor! Tarihe meraklı birileri çıkar ve ilgilenirdi elbet diye ekliyor, buruk!

Oysaki daha sonra halka dönük çıkardığı kitapları çok okuyucu ile buluşuyor. Yazdıkları ilgi çekici bulunuyor. Kutsal kitaplardaki yaratılış efsanesin kökeni, Gılgamış destanı, Nuh Tufanı benzerlikleri ve daha neler… Yazdığı kitaptaki tapınak fahişelerinin başörtüsü başına dert açıyor, davalık oluyor ama yılmıyor. Tabletlerin sırlarını paylaşmaktan çekinmiyor. Bir Sümer atasözünü şiar ediniyor “Madem biliyorsun niye öğretmiyorsun!” Sümerlerin Türklerle bağlantısı olduğunu iddia ediyor. Sümerlerde ve Hititlerde kadının yerini ve önemini anlatıyor. Kadınlar erkeklerle eşit ve aynı haklara ve sosyal hayata sahipler, kadın ve erkeğin evlilikleri belgeli, kadın isterse boşanabiliyor, erkek kadına tazminat ödüyor hayatını idame ettirmesi için. Kadın isterse iş kurabiliyor, mülk edinebiliyor ve kefil olabiliyor. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te ve laik düzende ancak kadının bu haklara sahip olabildiğini belirtiyor. O yüzden bu düzenin, anayasal hakların ve eşitliğin sıkı savunucusu. Gerekirse eline kalemi alıp bu düzene ters düşen bir durumda ilgili kişilere mektup yazmaktan çekinmiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve önemli siyasilere mektup yazmışlığı var.

Hayatı çok sevdiğini ve genç olsa yine aynı uğurda mücadele edeceğini söylüyor. O kadar meşgul ki ölümü düşünmeye vakti olmamış, yaşını da.
Ta ki yaşıtlarının bir bir bu dünyadan ayrılıp gittiğini fark edinceye kadar!
Uzun hayatının sırları arasında hayatı çok sevmek, ölümü düşünmemek, herkesle dost geçinmek ve çok çalışmak yatıyor. Emekliliğe dair planlama ve hobi konusunda da güzel uyarıları, önerileri var. Kısaca “boş kalmayın, öğrenmenin sonu yok” diyerek yaşama dair güzel tavsiyeleri var ders alınası.
Cumhuriyete sahip çıkan, kadın haklarını sonuna kadar savunan, davasının ardında tam bir emekçi…

E malum kadınlar günü… Benim de aklımda tüm kadınlar adına bir tek o var! Başka ülkelerin bilim insanlarına hep imrenmedik mi, hele bilim kadınlarına. Bir madam Curie’miz bile olmadı diye başlayan yakınmalarımız… Farkında mıyız bizim bilim kadınımızın? Radyoaktiviteyi bulmadı ama üç bin, beş bin yıl önceki hayatları, kültürleri bulup bize aktaran, Anadolu medeniyetlerinin özelliklerini dünyaya tanıtan bir bilim kadını Muazzez İlmiye Çığ!
O yaşayan bir efsane!

Hayatı, modern kadını temsil edişi, mücadelesi ve bilime katkıları ile muazzam bir kadın!

Türk kadınının gurur kaynağı! Bir madam Curie”miz yok ama bir Muazez’imiz var!

Yazmamak elde mi? Onu keşfetmeye ve yazmaya, yazmaya, yazmaya devam edeceğim. Ne olur o da yaşamaya, yaşamaya, yaşamaya devam etsin.

Bu sefer Sedef Kabaş’la keşfe çıktım…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı