REKLAMI GEÇ

TUHAF KUŞAK

30 Ekim 2017 Pazartesi

Sene 1981 Eylül ayı. Koca Mektep avlusu…

Memlekete dar gelen bir darbenin sıkıp boğduğu bir kuşağın ardından yetişen; apolitik, toptan tüfekten uzak, sola sağa mesafeli hep ortalarda yürümesi tercih edilen, edebî kitapların çok satan raflarına yerleşmesine sebep, sporcu, beyefendi/hanımefendi, hafif salon romantiği, dans edebilen, siyasi olmamak kaydıyla konserlere, tiyatrolara gidebilen, ayağı hafif yorgandan dışarı çıkmışsa da yorganın sıcağından vazgeçememiş, kız-erkek yakınlaşmasını göz hizasından öteye taşıyamamış, ama platonik aşkların dibine vurmuş, Deniz Gezmiş’i ismen duymuş ama denizde gezebilmiş, şehirli fırlamasıyla, köylü utangacı arası bir tuhaf neslin bireyleri olarak Koca Mektebimizin-bizim, babamızın, amcamızın, halamızın mektebi aynı zamanda- avlusunda havuz başında muhabbetteyiz.

Kompozisyon dersinden çıkmışım, yine sayfalar yetmemiş, kalem yontulmaktan kendinden geçmiş, silgi yine kullanılmadığından kırgın cebimde büzülmüş olduğu halde mütebessim teneffüsteyim.

Konuyu yine kendime göre algılayıp, şahsa münhasır bir yazı döktürmüşüm. Hiç bir ders edebiyat kadar beni mutlu etmiyor, adeta kendimi kaybediyorum ta ki, okumayı söktüğüm günden bu yana.

Konuyu öğretmene göre bakmam gereken yerden almadığım için kırık aldığımda, öğretmenimle çatır çatır tartışıp hakkımı savunmam da sevgimin göstergesiydi bir bakıma. Öyle ya, benim kompozisyonumda öğretmenin bakış açısı ne arıyordu ki!

İşte böyle bir yeni yetme olarak lise birinci sınıfı bitirmiş ve ikinci sınıfta bölüm seçimi yapmak gereken günlerdeydim o avluda, fıskiyeli havuzun başında. Mis gibi ahşap kokan merdivenleri ikişer üçer inmiş ve edebiyat bölümünü seçme kararımı idareye bildirmişim. İçim kuş gibi hafif, şimdiden okuyacağım kitapların, öğretmenimle yapacağım edebî tartışmaların hayaliyle uçuyorum.
O esnada nöbetçi öğrenci koşarak yanıma geldi “seni idareden çağırıyorlar” dedi.

Sınıfım belirlendi herhalde diyerek heyecanla idareye koştum.

Kapıdan girdiğim anda babacığımla burun buruna geldim. Hoşuna gitmeyen bir şey yaptığım zamanlardaki gibi sol kaşı kalkık, öğretmenlerle birlikte beni süzüyordu. Tırstım, yine ne yaptım acaba diye.

Meğer ben bölüm seçtiğim zaman, babamı aramışlar ‘senin şaşkın kızın bütün fen dersleri 10 olmasına rağmen edebiyat seçmiş, hemen okula gelin ikna edin fen bölümüne” demişler, iyi mi?

Bir ton konuşma yaptılar benimle, aman efendim bu zekâya, bu başarıya yazıkmış da, üniversitede çok yüksek puan alabilirmişim de, doktor, mühendis falan da filan da olacak bu kafa neden edebiyatta ziyan olsunmuş da…

Ben sustum kaldım, edebiyat nasıl kötü oluyor acaba diye düşünerek içimden. Dedim ya biz tostun arasındaki kaşar gibi hafif erimiş, isyan duyguları alınmış, sinik bir nesildik. Hep cici kız, efendi oğlan olmak üzere programlanmıştık.
Başımı eğdim “peki” dedim. Aklımın bir köşesini edebiyata kiraya verip, deli gibi fen dersleri çalışmaya başladım, çok iyi bir puanla tekstil mühendisliğine girdim. Kazanınca çok sevindim, sevinmem gerekiyordu!

Ve ben mühendis oldum! Aslında olamadım, yaptığım işin hep bir edebi, yaratıcı tarafını aradım.

Bulduğum kadarıyla idare ettim ve dilimi kullandığım zaman, yani edebiyat yaptığım zamanlarda başarılı oldum. Maliyet hesabı yaparken, defterlerin arasına şiir yazdım.

Hani sizce kıymetli birinden gelen gül kurutulur ya kitaplar arasında, ben şiir kuruttum hesaplar arasında.

Kırkına kadar mühendis,
Kırkından sonra şair,
Ellisinden sonra köşe yazarı oldum.
Kırk yamalı bohça oldu hayatım.
Hepsi yarım, aklımın içinde bin tane odacık, birbirine açılan kapılardan geçip durdum.
İyilik mi yaptılar bana? Bence hayır.

Ben oğluma bana yapılanı yapmadım. Aklında bir büyük salon olsun onu da istediğin gibi döşe dedim.
O da gitti mühendis oldu ama isteyerek, farkımız bu!

Şimdi 36 yıl öncesine gönderdim kendimi ve ikinci üniversite olarak Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi oldum. Bu sefer kendim için okuyorum, yamalı meslek hayatıma katkıda bulunan öğretmenlerime geç kalınmış bir isyan olarak belki de!

Ve şimdi “mühendis” kelimesindeki “e” harfi açık mı, kapalı mı diye araştırıyorum.

66- TUHAF KUŞAK
Biz 60’lı yılları kuyruğundan yakaladık
Siyah beyaz yalnızca seyrettiklerimiz,
Oysa rengârenkti hayallerimiz
Biz bir tek siyaseti ıskaladık…

Sağ sarımsak oldu, sol soğandı
Bizde siyaset bu kadardı.
Ecevit Kıbrıs’a çıkarken
Yüreğimiz aydınlandı, pencerelerimiz karardı…

Sokakta saklambacın sarhoşluğunu,
Çekirdeğin gazozla dostluğunu,
Komşu teyzenin, anne yarısı olduğunu
Biz gördük, samimiyetle büyüdük…

Bitap düştüğünde eflâtununda akşamın,
Mahalledeki Çeşmeye Yapıştırıp Ağzını
Kana Kana İçtiğin Buz Gibi Suyla
Söndürmeyi İçindeki Yangını
Biz tattık…

Mecnun’a rakipti platonik aşklarımız
Leyla bile tutamadı Mecnun’un adını böyle sır.
Adının geçtiği yerde al al olurdu yanaklarımız,
Böyle tenden ırak sevişmeler görmedi yirminci asır.
Halbuki yasaktandı, mecburendi yaptığımız.
Kıymetiniyse, aşk ayağa düşünce anladık…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı