REKLAMI GEÇ

MUHALEFET KÜLTÜRÜ

6 Nisan 2017 Perşembe

Muhalefet; siyasi partilerden kurum ve kuruluşlara, organize ya da organize olmayan gruplardan bireye kadar uzanan bir çeşit özgürlük, karşı çıkma ve değişiklik öngörme alanıdır kanısındayım. Çok geniş bir demokratik olgunun, ülkemizde yalnızca ‘muhalefet’ sözcüğüyle isimlendirilmesi; kısıtlayıcı ve yanlış yönlendirici olagelmiştir. ‘Katılımcı denetim’ olarak anlaşılması; siyasi, toplumsal ve bireysel alanda çok daha yaratıcı ve yapıcı olacak iken, yalnızca karşı çıkma ve giderek aka kara, karaya ak deme olarak anlaşılmaktadır. Türkiye’mizde elbette bazı muhalefet partilerinin iktidara destek olmalarının da örnekleri yok değildir.

Muharrem İnce, Ekşi Sözlük’te yer alan ‘Türkiye’de Muhalefet Kültürü Olarak Dalkavukluk’ adlı yazısında; muhalefet kültürümüzün olmamasını, örnek alınan ve özlenen dahası kıyas yapılan demokrasilerle aramızdaki temel fark olarak alıyor ve şunları dile getiriyor:

“Muhalefetin temel işlevini yerine getiremediği bir düzen içerisinde mağdur olduğumuz aşikar. Nedenini sorguladığımızda; genel devlet kültürümüzden geldiğini ve sadece iktidara ulaşmadan önceki basamak olduğunu söyleyenler kadar unutulmaması gereken bir diğer nokta da batıda sarayda yer alan soytarıların bizim devletimizde dalkavukluğa dönüşmüş olmasıdır. Evet, onlarda soytarılık bizde ise dalkavukluk hükmünü üstlenir muhalefet. Belki bu yüzdendir ki toplum nezdinde en iyi muhalefeti yine mizah dergileri yapmaktadır. Basının en ufak eleştirisi karşısında, hiddetini-gazabını hukuk(!) kuralları dahilinde savurmaktan kaçınmayan bir iktidar, varlığını ve eylemlerini sorgulayan bir muhalefeti çürütmek için dalkavukluğa ihtiyaç duymaktadır ve ne yazık ki hem görsel basın, hem yazılı basın bunu başarıyla yerine getirmektedir.”

Organize ve kurumsal muhalefet davranışlarının, insanımızın öğrenci ya da öğretmen olarak bir okula devam ettiği sürece edindiği okul kültürüyle de ilişkisi var mıdır? Ege Üniversitesi akademisyenleri Ayşegül Kadı ve Osman Ferda Beytekin, aynı konudaki araştırma yazılarında bakınız nelere değiniyorlar:

“Okul kültüründen beslenen değerler, sosyal ve kurumsal hayatta yol gösterici konumundadır. Kuruluş kültürü ile bütünleşen değerler, iş görenlerin davranışlarını yönetmede etkilidir (Çelik, 2000). Muhalefet, siyaset bilimine özgü bir kavram olarak kullanılırken yönetim bilimi dâhil olmak üzere pek çok disiplinin çalışma alanına girmiştir. Muhalefet kavramı “1. Bir tutuma, bir görüşe, bir davranışa karşı olma durumu, aykırılık. 2. Karşı görüşte, tutumda olan kimseler topluluğu. 3. Demokraside iktidarın dışında olan parti veya partiler.” olarak tanımlanmaktadır. (TDK, 2013)”

“Kurumsal muhalefet, kuruluş üyelerinin üstleri ile görüş ayrılığına düşmeleri durumu olarak ifade edilir (Özdemir, 2010). Kurumsal muhalefet zıt düşüncelerin, farklı bakış açılarının açık bir biçimde ifade edilmesi anlamına gelir ve kuruluş süreçlerinin doğal bir bileşeni olarak kabul edilir. Kassing (1998), muhalefeti ifade etmek için üç strateji ortaya koymuştur. Açık muhalefet, kuruluş içerisinde düzeltmelere etki edebilecek kişilere anlaşılır bir şekilde muhalefeti, gizli muhalefet; çalışanların düşüncelerini dile getirmek istediklerini; ancak bunun için yeterli yolun olmadığını ifade eder. Dışsal muhalefet ise, kuruluş içerisinde herhangi bir kişiye meseleyi anlatmadan ya da itiraz etmeden karşıt görüşte olmayı anlatır. (Özdemir, 2010)”

Unutmamamız gereken bir husus da muhalefet kültürünün aynı zamanda bir dil kültürü olduğudur. Dilimizde 80’li yıllarda başlayan yozlaşma ve anlam sığlaşması, giderek anlam yitimi de muhalefet olgusunu daha iyi anlamaya ve adlandırmaya engel değil midir?

Nurdan Gürbilek’in ’80’lerin Kültürel İklimi’ isimli yazısında, sözün patlaması ve sözün bastırılması deyimleri yoluyla bu konuya değinilir:

“Bu patlama, birbirini etkileyen, ama birbirine indirgenemeyecek birçok unsurun kesişmesiyle oluştu. Kültür daha önce görülmedik boyutlarda piyasaya tabi oldu, reklamcılık kısa süredir sınırsız sayıda imgeyi dolaşıma soktu, çok satan haber dergilerinin yayın hayatına girmesiyle yeni bir kamuoyu, yeni bir haber dili oluştu. Bütün bu gelişmelerin ortak özelliği, resmi kültürün dışında (hatta bazılarının kısmen ona tepki olarak) doğmuş olmaları, ama varlıklarını da 1980’de devletin müdahalesiyle kurtarılmış bir piyasaya borçlu olmalarıydı. Hepsinin etkilerinin kesiştiği, iç içe geçtiği kısa bir zaman dilimi içinde, Türkiye’de cümle yapısından sözcüklerin yüklendiği simgesel değerlere, seyretme biçimlerinden fiil zamanlarına kadar kültür denen bölgenin çeşitli ceplerinde kendisini gösteren, kısmen kurgusal ve sentetik bir dilde ifadesini bulan bir değişim yaşandı.”

“Bir 80’ler ruhundan, döneme damgasını vuran bir kültürel iklimden söz edeceksek eğer, bunun kendisini her şeyden önce yeni bir dille, yeni bir dil olarak ifade ettiğini vurgulamak gerekiyor. Kuşkusuz dilin her zaman hayali bir yönü vardır, her dönemde bazı kavramlar önem kazanırken diğerleri gözden düşer. Ama 80’lerin farkı, bunu yaparken dille olan ilişkimizi de kökünden değiştirmeyi başarması, tanıdıklığı ya da yaşanmışlığı tümüyle dışlayan keyfi bir dili yaşar kılabilmesi, dille hakikat arasındaki ilişkiyi koparırken hayali bir dili sahiciymiş gibi gösterebilmesiydi. Şöyle özetlenebilir, 80’lerin egemen söyleminde ‘emek’ ve ‘sömürü’ kavramları gözden düşmekle kalmadı, tümüyle bir yalanlamadan, bir çağrışımdan, bir ideolojik yükten ibaret kaldı; yok edilmek istenen ya da bir an önce unutulmak istenen bir solculuğu, onunla özdeşleştirilen bir bönlüğü ya da iktidarı simgeler oldu. Bu süreç o kadar büyük bir hızla yaşandı ki, kısa bir süre içinde yokluğu, yoksulluğu dile getiren kavramlar bir zamanlar hatırlattıkları durumlardan tümüyle farklı anlamlar kazanabildi; ilkelliğin, demodeliğin ya da çağrışım olduğu varsayılan bir iktidar talebinin, hemen unutulmak istenen bir deneyimin, bir olumsuzluk olarak 80 öncesinin kodlarından ibaret kaldı. Dahası hakikat arayışının kendisi bönlükle özdeşleştirildi. O zaman da dilin keyfileşme, hayalileşme süreci tamamlanmış oldu: Emek, eşittir iktidar. Sömürü, eşittir ilkellik.”

Dilimiz 2000’li yıllarda, -George Orwell’in ‘1980’ isimli romanını çağrıştıracak derecede- ‘doubletalk’, yani ‘zıtlık içeren konuşma’ya dönüşmeye başlamış olabilir. Bu tarihi süreçler sonucunda söz bastırıldı ve dilimiz içeriğinden kaydırıldı ya da boşaltıldı.

Muhalefet kültürü yoksunluğumuz, görüleceği üzere yalnızca ülkemize özgü bir durum değil. Adem Çaylak ve Onur Yıldırım, “Ortadoğu Toplumlarında Muhalefet Kültürü Sorunu’ isimli araştırma yazılarında özetle şu konulara değinirler:
‘Siyasi kültür; Toplumların siyasete ve toplumsal olana ilişkin düşünüş, davranış, siyasal yönelim ve pratiklerini biçimlendiren, insanların siyasal olana ilişkin sahip oldukları değerler, ritüeller, semboller ve inançlar bütünüdür. Bu kültür, bir toplumda icra edilen siyasetin biçim ve rejimi tiplerinin oluşmasında; üretim ilişkileri, sınıf ayrımları ve siyasi nedenler gibi etmenlerin yanında çok önemli bir faktördür.”

“Ortadoğu toplumlarının siyasal kültüründen beslendiği düşünülen muhalefet kültürü zayıflığı/etkisizliği sorunsalı, yüzyıllardır Ortadoğu toplumlarının en büyük sorun alanlarından birisidir. Bu durum; tarihsel, dinsel, iktisadi, toplumsal ve siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu toplumlarında muhalefet ve eleştiri kültürünün zayıflığı; hakim bir toplumsal ve siyasal kod olamaması, ve mevcut sosyo-ekonomik ve siyasi yapıyı bilinç, bilgi ve yargı düzeyinde eleştiriye tabi tutamaması nedeniyledir. Uygarlık ve kent-devletlerinin ilk kurulduğu bu topraklar artık; dünyada dini, siyasi ve ekonomik nedenlerle yaşanan bugünkü çatışma ve savaşların ana merkezidir. Ortadoğu, insanlığın birikimine yeniden katkı sağlamaya başlayabilecek midir?”
Ülkemizde de, büyük önderimiz Atatürk’ün ve erken cumhuriyetin başlattığı devrimci ruh azaldıkça Ortadoğululuk öne çıkmaktadır. Ne yazık ki, geniş halk kesimleri bilim, sanat ve eleştirel akıldan uzaklaşıyor, biat ve korku kültürüne yakınlaşıyor. Halkımızın siyasi seçimlerdeki tercihleri de bu durumu ilerletmiyor mu? Devletimiz, hükümetlerimiz ve halkımızda; sorgulama, eleştiri ve muhalefete karşı tahammülsüzlük giderek artmadı mı? Muhalefet kültürü kazanarak demokrasimize sahip çıkabilecek miyiz?

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı