REKLAMI GEÇ

ESKİ DENİZLİ EVLERİ KORUMAYA DEĞER MİYDİ?-2

8 Kasım 2018 Perşembe

Bu yazı dizimin birincisinde ele aldığım uluslararası konferansların tüzük ve memorandumlarından yola çıkarak, günümüzde tarihi çevre koruması şöyle özetlenebilir:

Tarihi-kültürel çevrenin korunmasında farklı ölçekler korumaya konu olabilmektedir. Bu ölçekler bütün bir kentin ya da kentler sisteminin korunmasından başlayarak, bir yapının korunmaya değer elemanına (yapı detayına) kadar iner. Tarihi-kültürel çevre değerlerinin korunması gereğinin topluma kabul ettirilmesi, farklı gerekçeler ile temellendirilmektedir.

Bunlar:
1- Yerel, bölgesel, ulusal, dini vb. bir kimliğin yaratılma aracı olarak koruma
2- Estetik-sanatsal değerleri nedeniyle koruma
3- Turizm getirisi nedenli koruma
4- Ve bir toplumsal kültür ürünü olarak önceki kuşaklardan alınan mirasın sonraki kuşaklara aktarılmasını temel alan koruma olarak sınıflandırılabilir.

Geçmişten günümüze kadar tarihi çevreler ve tarihi çevreleri koruma ile ilgili olarak çeşitli tanımlar yapılmıştır. Başlangıçta tarihi çevre ve koruma daha çok anıt niteliğindeki yapıları korumaya yönelik olduğu için tanımlarda da tarihi anıt kavramı kullanılmıştır. Daha sonraları koruma kavramında anıt ölçeğinden çevre ölçeğine doğru bir gelişim olmuştur.

Anıt; sahip olduğu sanat, tarih ya da genel olarak kültür değeri bakımından kamu için olduğu kadar, bir ülke, bir ulus, bir bölge, bir kent, bir köy, bir aile vb. bakımlardan da belirli bir önem taşıyan nesnelerdir. Venedik Tüzüğü 1. maddede tarihi anıt kavramı sadece bir mimari eseri içine almaz, bunun yanında belli bir uygarlığın, önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal yerleşmeyi de kapsamaktadır.

Tarihi çevre ise; kendi başlarına anıt olmayan, fakat bir arada tarihi, geleneksel, görsel değerler taşıyan kasabaların, kentlerin kendilerine özgü karakterlerini yaratan tüm öğelerin bir arada değerlendirilmesidir.

Görüldüğü gibi kentsel koruma; toplumun geçmişteki sosyal ve ekonomik koşullarını, kültür değerlerini yansıtan fiziksel yapıyı konu alır. Bu yapının; günümüzün değişen sosyal ve ekonomik koşulları altında yok olmasına engel olmak ve çağdaş gelişmelerle bütünleştirerek yaşamasını sağlamak kentsel korumanın görevlerindendir.

İki bölümlük bu yazı dizisinin sonuna gelirken, ülkemizde yasal mevzuatın bu konuda ne gibi esaslar içerdiğine bir göz atalım. “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Yapı Esasları ve Denetimine dair Yönetmelik” Madde 4 içinde, tam da konumuza ilişkin bazı tanımlar yer almaktadır. Bunlar, “Taşınmaz Kültür Varlıkları” ve “Yapı Gurupları” tanımlarıdır.

Taşınmaz Kültür Varlıkları:
Tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş; bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınmaz varlıklardır.

Yapı Gurupları:
Yapılar kendi başlarına tarihi ve estetik değer taşımaları, ya da kentlerin tarihi kimliğini oluşturan kentsel sitler, sokaklar ve siluetlerin öğeleri olarak gruplara ayrılmıştır. Tarihi anıt kavramı yalnız büyük sanat eserlerini değil, ayrıca zamanla kültürel anlam kazanmış daha basit eserleri kapsar.

Değerli okurlarım; bu konuda itiraz, kuşku ve türlü kabulleriniz olduğunu biliyorum. Bu iki yazım umarım sizlere aydınlatıcı olmuştur. Sizleri yapacağınız değerlendirmede hepten yalnız bırakmamak için, şu kadarını söylememe izin veriniz: Çoğunuzun aklında, eski Denizli evlerinin çoğunun basit kerpiç yapılar olduğu ve ancak fakirliği yansıttığı yer etmiş olabilir. O evlerin de, mimari ve estetik değerlerinden ötürü olmasa da tarihi belge ve kentsel bellek unsuru olmalarından dolayı korunabileceğini okudunuz. Öte yandan, mimari ve estetik değer barındıran yüzlerce bağdadi konak, hanay ev ve yüzlerce Rum mimari eseri taş ev de ne yazık ki korunamadı. Denizli evlerinin birçoğu da karma malzemeyle inşa edilmişti ve içlerindeki ahşap işçilikleri birer sanat eseriydi. Bu vesileyle buradan Denizli Mimarlar Odası’na bir çağrıda bulunmak isterim. Onlar da konuyla yakından ilgili bir meslek grubudurlar. Bu konuda onların da bir çalışma yapıp sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmaları, sanırım halkımızda gerekli koruma bilincinin oluşmasında elzemdir.

4 Ekim 2017 tarihinde yayınlanan “Denizli Kenti Nasıl Planlanmalıydı” yazımda değinmiştim. Anımsatmakta yarar görüyorum. Ülkemizdeki tarihi sit alanı koruma mevzuatı ve anlayışı, eski yapıların yıkılıp gitmesine adeta çanak tutmaktan pek öteye gidemiyor ne yazık ki. “Çivi çaktırmama” ve “koruma kararı almakla yetinme” anlayışı bu. Kaldı ki, tarihi sit alanı kararlarının pek çoğu sonradan siyasilerce kaldırılmıştır. Denetlenmek kaydıyla ev sahibi ve kiracı tamirlerine izin verilmeli, bu evlerin sahiplerini evlerini yıkmaya, yakmaya sevk eden rant kaygısı başka yoldan giderilmelidir. Bu yolu, o yazımda belirtmiştim. Bir de, kent mücavir alanında özel mülkiyetin kooperatifleşme yoluyla toplulaştırılması modeli vardır ki, ayrı bir yazı konusu olmalıdır. Çünkü bu model, daha iyi kent planlarının yapılmasını ve uygulanabilmesini sağlar.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı