REKLAMI GEÇ

‘Deli’ydik, ‘Kanlı’ydık Tarık Akan’cıydık

16 Eylül 2016 Cuma

Deli miyiz, kanlı mıyız karar veremediğimiz ilk dönemlerimizdi.

“İlk gençlik” miydi ona da karar veremiyorum. Yaşımı kestirmem zor. Olsun da en fazla 13-14 falan. 1970’lerin ilk yılları…

O yıl yaz tatilinde epey yaramazlık yaptım. Sık sık eve geç gelir, zılgıtı yerdim. Babam Gültepe civarındaki atölyesinden yorgun argın karşıya (Karşıyaka) gelir, ilk işi beni sormak olurdu. “Yaşar nerede, daha gelmedi mi?”

Akşam ezanı okundu ya, mutlaka evde olmak gerekir hani; bizim aile de bu kuraldan muaf olmadı hiç. Ama ben ilk kez o yıl evi de, sonrasında okulu da ve daha sonra hayatı da sık sık asmak hevesine kapıldım. Zaten çok sürmedi 17 yaş sonrası ‘iflah olmadım.’

İşte o ‘deli mi, kanlı mı’ olduğumuzun pek farkında olmadığımız yıllar. Ergenliğin en erken hali diyelim de anlaşılsın.

Sinemaya bir yıldız gibi düştü Tarık Akan. Saçımızı jölelemekten bihaberiz ama briyantini keşfetmek üzereyiz. Tarık Akan gibi saç uzatmak onun gibi briyantin sürmek, saç parlatmak, ‘parlak çocuk’ olma kaygısının dayanılmaz cazibesi tüm heveslerimizin merkezinde yer almakta.

Yazlık sinemaya giderdik annemizle. O zamanlar daha da küçüktük. ‘Hem sinema hem gazoz, hem çekirdek olmaz’ yıllarıydı. Sonra biraz palazlanıp sinemaya da gittik, çekirdek ve gazoz da aldık. Annemizin ruhu duymadı.
Tarık Akan’ı izlerdik “Sev Kardeşim”de. Sonra “Canım Kardeşim” geldi.
Sonra da kıskanmaya mı başladık o tüysüz halimizle ne?

Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Filiz Akın tezgahında görüyorduk onu hep. Sinemanın en güzel kadınlarının sahne ortağıydı.

O yakışıklı, romantik, daha çok Emel Sayın şarkıları kıvamındaki Tarık Akan, bir gün Ferit karakteriyle çıkıverdi karşımıza. Ertem Eğilmez’in o mizah zekası almış, eğmiş, bükmüş, yeniden şekil vermişti oyuncuya. Bambaşkaydı.

Hababam sınıfının ilk beş dakikasından sonra yadırgamaz olduk. Hatta Hababam serisinin devamında gözlerimiz İnek Şaban’la birlikte hep Ferit’i aradı ilkin.

Derken biz annemizin mahallede kız bakma tavına dönerken yaşımız, o kızları reddettik. Annemiz üzgün, süzgün hala vazgeçmezken de kendi çocuksu-ergen ütopyalarımıza daha fazla firar etmeye başladık.

O günlerde olmalı, Maden filmini izledik. Oyuncunun bir kez daha örse yatıp çelik kıvamında dövüldüğüne, sonrasında şekil aldığına ve “Maden” filminde yılların Cüneyt Arkın’ı ile boy ölçüşen, yer yer aşan bir melodramatik yetenek sergilediğine şahit olduk.

Sonra her şey hızla aktı.

Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı, yönetmenliğini Şerif Gören’in yaptığı sinemanın kült filmi “Yol”da kendini aştığına şahit olduk. “Kanal”da, “Sürü”de, “Demiryol”da, “Maden” filmindeki başarının tesadüf olmadığını gördük.

Halbuki ne kadar olmuştu şunun şurasında. Biz ‘deli mi, kanlı mı’ olduğumuza karar verememişken, o sinemaya yeni başlıyordu. Tüm bu aşamaları on yılda gerçekleştirmiş, karşımıza politik sinemanın kendi ölçeğinde yerel-orijinal bir karakteri olarak çıkmıştı.

Sadece bu mu?

Kanımca benim gibi, o dönemin ergen çocukluğuna uğramış her kentli çocuğun bilinçaltına bir Tarık Akan yerleşmişti. Sonrasında, sanatçının kimliğinde değişimin nasıl olması gerektiğine dair bir model olarak algımızda yer etti.

Sadece bu değil.

Asıl olarak bu topraklarda sinemanın, ehlinin eline düşerse nasıl bir toplumcu seyir izleyebileceğini, Yılmaz Güney’le birlikte örnekledi.

Toprağın bol olsun Tarık Akan!

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı