REKLAMI GEÇ

DENİZLİ DOKUMASININ TARİHİ 9000 YILLIK

DENİZLİ DOKUMASININ TARİHİ 9000 YILLIK

Ekşihöyük, Denizli ve Batı Anadolu’nun yerleşim kültürlerini erken evrelere taşıyan önemli höyüklerinden biri. Son yılın tespitleri, yerleşimin tarihini günümüzden 8750 yıl geriye taşıyor. Yani tarihöncesini araştıran arkeologların erken Neolitik dönem olarak adlandırdıkları evrelere! Ankara Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tayfun Yıldırım Neolitik dönemi tarif ederken, “insanlık tarihinde tarımın başladığı ve ilk yerleşik yaşamın ortaya çıktığı dönem olan Neolitik Çağ…

Yaşar TOK / DENİZLİHABER / 13 Ağustos 2018 Pazartesi, 15:31

Ekşihöyük, Denizli ve Batı Anadolu’nun yerleşim kültürlerini erken evrelere taşıyan önemli höyüklerinden biri. Son yılın tespitleri, yerleşimin tarihini günümüzden 8750 yıl geriye taşıyor. Yani tarihöncesini araştıran arkeologların erken Neolitik dönem olarak adlandırdıkları evrelere!

Ankara Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tayfun Yıldırım Neolitik dönemi tarif ederken, “insanlık tarihinde tarımın başladığı ve ilk yerleşik yaşamın ortaya çıktığı dönem olan Neolitik Çağ (yaklaşık olarak M.Ö. 10.000 ortaları)” ifadesini kullanıyor. Yaklaşık 5000 yıl süren bu evre, kendi içinde erken, orta ve geç dönemlere ayrılıyor. Söz konusu tarihsel evre, aynı zamanda insanlığın son buzul çağın ardından, ilk yerleşik toplum düzenine geçişini ifade ediyor. Avcılığın yerini tarıma dayalı üretime bıraktığı, mimariden hane içi üretime ve hayvancılığa uzanan kültürel oluşuma imkan veren genişçe bir zaman aralığı!

Önasya’nın bilinen en eski yerleşik toplumlarının izlerine Anadolu’da rastlanıyor. Göbeklitepe’den Ulucak’a, Kültepe’den Çatalhöyük, Çayönü ve Hashöyük’e kadar bir dizi arkaik yerleşme bölgeleri bugün dünya arkeolojisinin yıldızı kazı alanları olarak tarihe ışık tutmaya devam ediyorlar.

Denizli’de ise 2007 yılında Beycesultan’da başlayan höyük kazısı ve beraberinde bölgede sürdürülen yüzey araştırmaları, elde edilen sonuçlar ve kazıların sürekliliği sayesinde uluslararası düzeyde bilim alanının radarına girmeyi başardı.

Bu konuda en verimli topraklardan biri Denizli coğrafyası. Şimdiye kadar bilinen ancak pek önemsenmeyen Denizli höyükleri, son on yıldan beri yapılan yüzey araştırması ve kazı çalışmalarının sonuçlarıyla göz kamaştırmaya başladı. En çok bilinenler Beycesultan ve Medet Höyükleriydi. Bunlara şimdi de Ekşihöyük eklendi.

EKŞİHÖYÜK KAZILARI NASIL BAŞLADI?
Beycesultan kazıları Ege Üniversitesi’nden, Prof. Dr. Eşref Abay’ın başkanlığında 2007 yılında başladı. Aynı yılı itibariyle Baklan Ovasına yayılan höyüklerde başlatılan yüzey araştırması, her yıl başka höyüklerde sürdürüldü. Ekşihöyük yüzey araştırması bu dönem içinde yapıldı. 2010 yılında tespit edilen Höyük, daha ilk yıldan itibaren kazı Başkan Yardımcısı Dr. Fulya Dedeoğlu’nun rehberliğindeki ekip tarafından gözaltına alındı. Bakanlık ve Denizli Müzesi ile yapılan istişarelerden sonra karar alındı, kamulaştırma çalışmalarına girişildi ve nihayet 2015 yılında kazı için start verildi.

Ekibin nasıl özverili bir çalışma içinde bulunduğuna o dönem yakından şahit oldum. 2009 yılındaki Beycesultan kazıları ziyaretimde davet ettiler ve yüzey araştırmalarına gazeteci olarak katıldım. Ekişhöyük araştırmasının bundan bir yıl sonra yapıldığını belirtiyor kazı Bilimsel Başkanı Doç. Dr. Fulya Dedeoğlu. Demek ki 2010 yılından 2015 yılına kadar çetin bir çalışma yapmış olmalılar. Çünkü alan tarım yapılan özel araziyken, bu tarım faaliyetini kısa sürede durdurmak, tahribatın önüne geçmek çok önemli olmalıydı.

Nihayet kazılar başladığında ilk ve ikinci yılın önemli bir bölümü altyapı, koruma, kazı evi vb. gibi hazırlıklara ayrıldı. İlk önemli bulgular da hemen ertesi yıl, 2017 yılında basında yer aldı. 2017 yılında kazı evinde bir görüşme yaptık Fulya Hoca ve ekibiyle. Eylül ayı başlarıydı. Kazının sonuna doğru. Bu görüşme haber olarak Denizlihaber.com sütunlarında 7 Eylül 2017 tarihinde yer aldı.

Ekşihöyük’ün basında yer alması bir medya planlaması ile yapılan şişirme tanıtım mı? Henüz başlamış bir tarihöncesi kazısı için böyle düşünmek çok kolay. Çünkü Fulya Hoca’nın da dediği gibi Höyük kazıları Roma kentlerini kazmaya benzemiyor. Oldukça zahmetli. “Toprağı topraktan ayırma çalışması.” O nedenle çok uzun zamana yayılan ince işçilik, dikkat ve en önemlisi birikim gerektiriyor. Bu ise zaman isteyen bir süreç. İşte bu nedenle iki yıllık bir prehistorik kazı sonuçlarının basında dikkate değer bulgularla yer alması çoğunlukla medya piarı gibi görülebiliyor.

Oysa öyle olmadığı, kazı ekibiyle son iki yıldır yaptığımız görüşmelerde ortaya çıkıyor. Ekşihöyük hem bu coğrafya için, hem de kazı ekibi için bir ‘şans’ aslında. Çünkü yüzeyin hemen altında, neredeyse eşeleyerek varılan ilk tabaka neolitik dönemin tüm verilerine sahip. Yani günümüzden 8000 yıl öncesini aşan veriler. “Bir pulluk derinliği daha olsaydı” diyor Fulya Dedeoğlu, “biz bu tarihi sonsuza kadar burada göremeyecektik.” Biz bu rakamın küsuratını yuvarlayıp 9000 yıl diyoruz.

Diğer yandan, batı Anadolu Neolitiği açısından son derece önemli veriler bunlar. Bilindiği üzere bu bölge daha çok ihtişamlı Roma dönemi kentleriyle öne çıkar. Bölgede, erken dönem yerleşmeleri hakkında veri sunan Küçük Menderes Havzası höyükleri gibi alanlar yok değil. Ancak batı ve iç Anadolu’nun sınırında yer alan bu bölgelerde bu kadar erken tarihi ihtiva eden bulgular ilk kez ortaya çıkıyor.

Büyük Menderes yukarı havzası gibi güçlü bir su kaynağı etrafında kurulmuş çeşitli yerleşmelerden bu verilerin elde edilmesi olasılık dahilinde değil miydi? Elbette bunun hesabını yapmış olmalı bilim insanları. Ne var ki şimdiye değin, Beycesultan’da 1954-59 arasında kazı yapan James Mellaart ve Seton Lloyd dışında çalışan olmamıştı. Onların hazırladıkları ve İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından basılan iki ciltlik kazı sonuçları kitabından başkaca da literatüre girmiş bölge höyüğü yoktu.

Son on yıllık kazı birikimiyle önce Beycesultan güncel sonuçları, şimdi de Ekşihöyük literatüre hatırı sayılır katkı sağlıyorlar. Fulya Hoca bunu “Ekşihöyük şimdiden literatüre girdi bile” diyerek gururla ifade ediyor. Zaten Eşref Abay’da, gelecek yıl için ilk defa bir kitap hazırlığı içinde olduklarını söylemişti Beycesultan için. Bölgedeki bilimsel arkeolojik çalışmaların başarısı açısından son derece sevindirici haberler bunlar.

Ekşihöyük kazılarını geçtiğimiz hafta ziyaret ettik. Önce Beycesultan, Ardından Ekşihöyük’e konuk olduk. Güneşin altında, kazı açmaları üzerine gerilmiş gölgelikler altında çalışan az sayıdaki ekibin başında arazide bulduk Doç. Dr. Fulya Dedeoğlu’nu. Kavurucu sıcağı hafifleten rüzgarın esintisiyle serinleme fırsatı bulamadan Hoca konuşmaya başladı. Geçen yılın görüşmesi nedeniyle temel olarak bilgi sahibi olduğumuzu varsayarak başladı anlatmaya. Yer yer rüzgar uğultusunun azizliğine uğrayan kayıt cihazımız, yine de başarıyla görevini yerine getirdi.

GÖÇ YOLUNDA 9000 YILLIK YERLEŞİM

Şimdi söz Doç. Dr. Fulya Dedeoğlu’nda:

“Bu yapının birkaç evresi var. Şurada gördüğünüz ilk taban. Burası mimari bağlamda daha anıtsal, belki sonradan biraz daha küçültüyorlar. Bunun etrafında – erken tabakalardaki bilgiye erişmek için kaldırdık şimdi – at nalı biçiminde iki ocak ve onun etrafında ağırşaklar, sapan taneleri gibi bir sürü bulgu elde ettik. Üretim aşamasında olduğu anlaşılıyor. Çünkü pişmemişti. Erken dönemde olduğu anlaşılıyor. Şurada gördüğünüz apsisli yapıyı çevreleyen duvar var, onun etrafında dikdörtgen yapıların olduğunu anlıyoruz. Zira burada yaptığımız çalışmalarda yongalama alanı, kesme taş aletleri yongaladıkları bir alan, çakmaktaşından çekirdek ve ondan yapılan dilgiler tespit ettik. Burada da at nalı biçimli ocağın tabanı vardı. Daha birkaç tane tabandan da bahsedebiliriz.

Yani bu dönemde odakta yine bu tabakada apsisli yapının olduğunu biliyoruz. Ve bu apsidal özelliğin birkaç tabaka boyunca devam ettiğini de biliyoruz. Şurada gördüğünüz iki tabaka boyunca bir tane daha apsisli yapı var ve aynı yöne bakıyor. Bu sene yaptığımız çalışmalarda bir tane daha bulduk erken döneme tarihlenen. Ama bunun da yine daha erkeninde birkaç apsisli yapı var. (Apsis: Başka bir örneğini camilerdeki mihrap kısmında gördüğümüz, kemerli, üzeri çoğunlukla kubbe ile örtülü olan bölüm. Eski evlerde ocaklık olarak kullanılmakta olan kısmın yapısı da benzer özellikte olabiliyor)

ÖZGÜN BİR MİMARİ

Apsisli yapılar genel bir mimari karakter mi o dönemde?

Değil. Buraya özgü yapılar bunlar. Yani enteresan biçimde demir çağın da var benzer türde yapılar ama bölgede başka yok. Dolayısıyla her ne kadar materyal kültürü göller yöresinden benzerlik taşısa da buranın-ki yüzey araştırması verileri de bize aynı şeyi söylüyor, burayı kazmadan önce tespit ettiğimiz yerleşimlerden gelen keramik buluntular- yine de burada kendine özgü bir neolitiğin aslında var olduğunu anlıyoruz. Yani kendine özgü bir yaşam biçimi ve materyal kültürü olduğunu. Bunun özgün bir mimari olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burada da bakın bir döşeme var. Yapının tabanı döşenmiş. Bu taban üzerinde bir sürü kemik alet bulduk. Bol miktarda üretimin olduğunu söyleyebiliriz. Yine sapan taneleri vardı. Üst evrede de şu gördüğünüz kareli dörtgen yapılara çevirmişler.

Buranın radyokarbon tarihini bilmiyoruz ama M.Ö. 6200’den erken olmalı. Tahminimiz, şuradaki kireç tabanlı yapılar M.Ö. 6600’lere tarihlenmeli. Seramikler süreklilik arz ettiği için- ki dönemler arası mesafe kısa-geç neolitik dönemle neolitik dönem ortaları olduğunu söylüyor. Ama tam tarihi söylemiyor. Herhalde radyokarbon verilerle daha net biçimde tarihi anlayacağız. Hemen bunun altında M.Ö 6600 yıllarına tarihlenen kireç tabanlı yapılar var.

Höyük kazmak böyle meşakkatli iş. Topraktan toprağı ayırt ediyorsunuz. Burada çok sıkışık bir tabakalanma olduğu görülüyor. Yani MÖ. 6200’le 6600 arasında çok küçük bir tabaka var. o nedenle çok titiz ve ince çalışmak gerekiyor. Bazen bize sorarlar, “bu kadar yılda şu kadarcık mı kazdınız” diye. Sebebi bu.

YAVAŞ DİKKATLİ ÖZENLİ ÇALIŞMA

O halde arkeolojinin en yavaş çalışan sınıfı olmalısınız.

Evet, evet. Bilmeyeneler tarafından böyle görülmesinin sebebi bu ve normal tabi. Ama bizim çok dikkatli çalışmamız lazım. Biz şanslıyız aslında burada. Normalinde şu yaptığımız çok daha uzun sürerdi aslında.
Bu kireç tabanlı yapılar böyle. Buradaki yapı tabanı ise motif süslemeli. Kirece boya katarak yapılıyor. Bu tür kırmızı kireç tabanlı yapılar olduğunu biliyorduk. Mesela Ulucak’ta var. Bu tarz bezemeli olup olmadığı konusunda öngörüler vardı şimdiye kadar ama kesinlik yoktu, burada artık kesinlik kazandı. Onun altında da kireç tabanlı yapılar görüyoruz birkaç tabaka boyunca. Onlar daha kötü korunmuş. Ancak daha erken dönemlerden yapılar. M.Ö. 6750’ler olduğunu tahmin ediyoruz. Gördüğümüz örneklerin karbon verileri o tarihi vermişti. Yani diğer tabaka ile arasında 150-200 yıl var ancak geleneğin iki tabaka boyunca devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Buradaki höyük aslına bakarsanız, Batı Anadolu’nun en erken yerleşimlerinden biri. Daha önemlisi bu bölge bilinmiyordu Denizli’de. İzmir civarında, Küçük Menderes havzasında yapılan kazılar vardı bilinen. Biz burayı yüzey araştırmalarından biliyorduk ama yine de kazmadan bilemezdik. Burayı kazmak o nedenle önemliydi. Burası Beycesultan’ın öncesi.

DOKUMANIN TARİHİ 8200 YILLIK

Beycesultan’da Eşref Hoca’da yoğun dokuma ve tarım kültüründen söz etti. Burası aynı kültürlerin daha erken evresi mi oluyor?

Evet. Burada da dokumada kullanılan çok sayıda ağırşak var. Geçen yıl yine konuşmuştuk bunu, her yerde yok bu kadar. Mesela Ulucak’ta çok fazla vardır, İzmir Kemalpaşa’da. Bir de burada çok yoğun ağırşak görüyoruz. Bu gelenek burada çok erken dönemleri veriyor. Burada geçen yıl bulduklarımız M.Ö. 6200’lere tarihleniyordu. O nedenle bu kültürün Beycesultan ve sonrasında da devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Dokumacılığın en erken örnekleri bunlar.

Çok yeni bir kazı olmasına rağmen ki ilk yıllar çok kazamadık. Kamulaştırma, koruma çalışmaları nedeniyle çok az kazı yapabilmiştik, finansal kaynakları daha çok altyapıya ayırmak zorunda kalmıştık. Dolayısıyla çok az kazmış olmamıza rağmen literatürde şimdiden yer edinmiş durumda.

Şimdi bu kadar geniş alanda kazı çalışması yapmamızın nedeni, biraz da yayın çalışmasına dönük olarak hazırlık yapmak. Uluslararası bir yayını bu yıl hazırlayacağız.

Çok şanslı mısınız?

Çok şanslıyız. Yüzeyin hemen altından neolitik döneme ulaştığımız için çok şanslı sayılırız. Bu yüzden bütün yerleşim dokusunu açığa çıkarmak için geniş alanda kazmaya yöneldik.

PULLUK BOYUNDA NEOLİTİK ÇAĞ

Daha önce burası tarım arazisi miydi? Öyleyse hiç bozulmamış. Neredeyse 30 santimde Neolitik çağa ulaşmışsınız.

Öyleydi. Biz burayı yüzey araştırmalarıyla keşfettik. Eşref Hoca başkanlığında yaptığımız yüzey araştırmalarında. Siz de bir-ikisine bizimle birlikte katılmıştınız. 18 Neolitik yerleşimden bir tanesi bu. Bize soruyorlar niçin burada kaldınız diye. Burada Denizli Müzesi ve Müze Müdürü Hüseyin Bey’in çok büyük katkısı var. Bizim derdimizi anladılar. Burası yok olup gidiyor bakın dedik. Şu kireç tabanları görüyorsunuz, yani bir pulluk boyu daha olsaydı biz bu bilgiye asla ulaşamayacaktık. O nedenle Müze Müdürlüğü ve Bakanlığın duyarlığı sayesinde burayı kazma şansımız oldu. Biraz acil ve bir anda başlamamızın sebebi oydu. Yoksa başka bir proje için biraz daha beklerdik belki. Ama burası gerçekten tahrip oluyordu ve hemen başlamak gerekiyordu. Her şey yüzeyin hemen altında. Ki üstte bir tabaka daha var aslında, Orta Kalkolitik. Çok önemli. M.Ö. 3500’le 4500 arasına girebilecek bir tabakamız bu ama onu sadece keramiklerden görüyoruz, çünkü tahrip olmuş. Nereden biliyoruz, çünkü taban parçaları falan buluyoruz pulluğa takılmış. O yüzden burayı kurtarmış olmak bizim adımıza çok sevindirici.

Tarihöncesi bilimi açısından burası gibi yerler çok önemli olmalı.

Olmaz mı? Burası gibi yok olup giden bir sürü yer var. Yüzey araştırmaları böyle durumlarda çok önem kazanıyor. Yüzey araştırması ve sonrasındaki tesciller hayati önem taşıyor.

Baklan, Çivril ve Çal bölgesinde, pek çok yerde yüzey araştırması yaptınız. Burayı nasıl keşfettiniz?

10 yıl kadar önce sizin de katıldığınız bir yüzey araştırması gezimiz olmuştu. Büyük Menderes kenarındaki asardaydı, bir de Baklan Höyüğünde. Buraya sanırım bir yıl sonra geldik.

HER PİŞMİŞ TOPRAK BİR HİKAYE ANLATIR

Seramikler size ne anlatmıştı burada?

Bize yüzeyde bulduğumuz her pişmiş toprak bir hikaye anlatır. Biz burada aşağı yukarı hangi dönemde iskan edildiğini anlıyoruz. Bir de buraya geldiğimizde, şimdi arazi sahipleri kapatmışlar ama büyük bir kaçak kazı çukuru vardı. Yerleşim tabakalarını aşağı yukarı oradan gözlemlemiştik. Ve burada bulduğumuz keramikler, tam da tahmin ettiğimiz tarihleri verdi. O zaman üstte bir erken Kalkolitik dönem olduğunu anlamıştık. Eğer sistematik yüzey araştırması yaparsanız, çok büyük bir sürpriz olmadıktan sonra bu bilgiyi ediniyorsunuz. Ayrıca benim doktora çalışmamın konusu da yüzey araştırmaları üzerineydi. Yani yüzey araştırması çok önemli. Doğru yeri kazmak, doğru bilgiyi elde etmek için çok önemli veri sağlıyor.

Burada sınırlarını tel örgüyle belirlediğiniz bir kazı alanı var. Höyükte ortalama ne kadar çalışabilirsiniz?

Burada çok büyük bir alan yok. Ama çalışmanın ne kadar süreceğini şimdiden öngörmek yine de kolay değil. Çalışma süresi, maddi destek vb. her şey belirleyici burada. Şunu söyleyebilirim, tabakaların yüzeyin hemen altından gelmiş olması, bizim için zamansal açıdan büyük avantaj sağlıyor.

Daha derine ineceğiniz açmalar olacak mı?

Olacak. Özellikle merkez açma etrafında başka açmalarımız olacak. Geniş alanda çalışıp daha sonra da merkez alanda yoğunlaşacağız.

***

Fulya Hoca biraz daha anlattı. Ancak söylediği son sözler rüzgarın azizliğine uğradı ve kayıttan dinlemek mümkün değil. Yine de o bize istediğimiz bilgiyi verdi ve biz bu bilgiyle Ekşihöyük’ün nasıl bir tarihsel öneme sahip olduğunu anladık. Sonrasında kazı evine uğradık ve kazılar üzerine keyifli bir çay sohbeti yaptık. Prehistorya konusunda kentin elinden kaçırdığı sayılı uzmanlardan Dr. Erim Konakçı Fulya Hanım’ın eşi. Onun da Pamukkale Üniversitesinden ayrılıp İzmir’de başka bir üniversiteye geçtiğini orada öğrendik. Biraz burkulduk. Güleryüzlü, bilim disiplininden kuşku duymadığımız, saygın bir Hoca’yı umarım çok aramaz Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı