REKLAMI GEÇ

“BENİM SANATIM ÇIPLAKTIR!”

“BENİM SANATIM ÇIPLAKTIR!”

“Enstelasyon (Yerleştirme) için değerlendirdiğim uygulama malzemelerim arasında sınıflamam yok. Ben her şeyle ilgileniyorum. Ayakkabıdan tut, şemsiye ve tuvalet kağıdına kadar, her şey! Etrafta ne varsa kullanıyorum. Ben ne doğuluyum ne batılıyım, işler de öyle çıkıyor.”

Haber Merkezi / DENİZLİHABER / 9 Aralık 2016 Cuma, 14:09

Şakir Gökçebağ söyleşisi için Çınar Meydanında buluştuk.

Sanatçıyla bu ilk buluşmamız değil. Bundan 10 yıl önce de Çatalçeşme de buluşup uzun bir görüşme yapmış, Almanya’da yaptığı Enstalasyon (Yerleştirme) çalışmalarını da içeren o görüşme kayıtlarını dönemin Kent ve Sanat Dergisinde yayınlamıştık.

Şimdi ikinci kez yine kent merkezinde buluşup, yine çalışmaları ve geleceğe dönük projeleri üzerine konuştuk. Bu arada küçük anekdotlar paylaşıp, kentin merkez bölgesindeki eski mimari doku örnekleri ve restorasyonların çevresinde ‘keşif’ yaptık.

***

Sanatçıyla 2006 yılı bahar aylarında buluştuğumuzda her ikimiz de henüz 10 yaş daha genç, biraz daha yakışıklıydık. Kendini ve sanatını ilk o zaman tanıma olanağı buldum. Orada kurulan uzaktan dostluğu sonraki yıllarda devam ettirdik.

O gün yaptığımız orta uzunluktaki söyleşide daha çok kendini tanıma, sanata nasıl ‘bulaştığını’ anlama, Türkiye’de çalıştığı soyut resimlerin kendi dilinden kritiği… gibi ilk olma haline özgü şeyler konuşmuşuz. O Enstelasyon üzerinde durmak isterken, biz resimlerini sormuşuz. Ancak sonunda dönemine göre iyi sayılır bir Gökçebağ profili çıkmış ortaya. Bu görüşmenin metni Kent ve Sanat Dergisinin 2006 Aralık tarihli 12.sayısından okunabilir.

Sonra bir kez daha kendine yer vermişiz aynı dergide. Bu kez 2008 Temmuz ayına ait 22-24. saylarında “Ayakkabılar: 2008 Yılı Fenomeni” başlığıyla ayakkabılardan yaptığı bir yerleştirme uygulamasının fotoğrafını kapağa taşımışız. Aynı kapak içinde Van Gogh’un iki ayrı ayakkabı tablosu ile klasik-modern sanat anlayışları arasında metin dışı ilişki kurmuşuz. Üst başlığı ise “Ayakkabıların Evrensel İşlevi” olarak atmışız.

Yanılmıyorsam 2010’da, Pamukkale Üniversitesi Resim İş Öğretmenliği Bölümünde Dr. Feryal Beykal Orhun’un davetiyle, birlikte gidip resim dersine girmiştik. Elimdeki fotoğraflar bunu doğruluyor.

Sözün kısası zaman zaman görüşmüşüz. Arayı ilk defa bu kadar açmışız. Son görüşmenin üzerinde tam 6 yıl geçmiş. Geç bile kalmışız…

***

Onun ilk olarak soyut resimlerini görmüştüm. Aslında figürün yok sayılmadığı ama örtük, arka planda gizlendiği resim çalışmalarıydı bunlar. O yıllarda kendisine sorduğumda “Resimlerimdeki dinamik yapı zaman zaman ‘kaos’a kadar varabilir. Ama rahatsız etmeyen bir kaostur bu. Bazen soyuta varan resimler yapsam da, figüratif yapı arka planda kendini hep hissettirmiştir. Resimlerim ağırlıklı olarak insan bedeni, ve geçirdiği başkalaşımı tespit etmeye çalışır…” diye yanıtlamış. Bu kez yine sorduk resimlerini, çok ‘manidar’ bir yanıtla geçiştirdi bizi.

***

Son birkaç söz daha:

Şakir Gökçebağ, Denizli 1965 doğumlu. Denizli Lisesini bitirip İstanbul’a Marmara Üniversitesi (Tatbiki) Güzel Sanatlar Fakültesine giriyor. 4 yıllık grafik eğitimi alıyor, ardından özgün baskıresim alanında master ve doktora yapıyor. 1989 yılında araştırma görevlisi olarak atanıyor, sonrasında Yard.Doç. olarak akademik kariyeri yükseliyor. 1995 yılında DAAD bursu kazanıyor ve Almanya serüveni böyle başlıyor.

***

Sanatçının yaz aylarında Türkiye’de olduğunu öğrendiğimiz gün aradık. Ama Almanya’ya dönüyordu. Sözleştik, ilk gelişinde buluşacaktık. Buluştuk.

İşte Gökçebağ’la yaptığımız o keyifli söyleşi saatlerinin yazıya dökülmüş hali!

***

– Nereye gidelim?

– Nereye istersen! Fark etmez. Ben zaten her gün buralardayım. Senin görmeyi istediğin bir yer var mı?

– Benim için de fark etmez, her gelişimde zamanım olunca gezerim Denizli’yi.

***

Kent o kadar büyük(!) ki, birbirimizi kaybetmeyelim diye Atatürk heykeli ile Horoz heykeli arasında buluşmak üzere sözleşmişiz. Önce “hangi heykelden başlayalım” diyesim var. Vazgeçiyorum. Yeterince canını sıkan yazılar kaleme alıyorum Büyükşehir’in, bari bu kez bunu yapmayalım. Kendi kendimi sınırlıyorum böylelikle.

Önce Celal Günaydın atölyesine bir çay biçimi ziyarete karar veriyoruz. Celal Hoca üzerinden hiç eksik olmayan her zamanki nüktedanlığı ile karşılıyor. Araya sıkıştırdığı fıkralara gülüşürken çaylar geliyor, havadan, sudan hafif bir sohbete dalıyoruz. Ama gecikmeyelim. Gün akşama devrilmek üzere. Fotoğraf için ışığı yitirmeden kalkmalıyız.

Kalkıyoruz. Arka sokaktan dolaşıp lise caddesi girişine varalım derken yanından geçmekte olduğumuz eski model bir yerli otomobilin arka kapı yan camında, 70’lerin havasında bir afiş tab edilmiş, ona takılıyoruz. Üzerinde Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğlu’nun film afişinin resmi var. Hoca’yı durdurup otomobil camıyla birlikte fotoğraflıyorum.

***

– Sen kentin bu bölgesini bilirsin de, eskisini daha iyi bilirsin. Çocukluğunun kenti ne de olsa. O halde şöyle yapalım, bildiğini sandığın sokaklarda dolaşa dolaşa Denizli Lisesine kadar çıkıp oradan geri dönelim.

– Tamam öyle yapalım.

– Ama yol boyunca konuşacağız.

– Tamam.

– Ama kayıt alacağım.

– Tamam.

– Hadi anlatmaya başla Hoca.

***

Elimdeki kayıt cihazını eline tutuşturup, mikrofon gibi ağzına yakın bir yerde tutarak konuşmasını istiyorum, ona da “tamam.” Benim için önemli ama. Yazıyı kağıda dökmeden önce kulaklık önünde ter dökecek olan benim. Tek sözcüğü kaçırmadan üstelik! O nedenle net olarak konuşmanın kayda girmesi önemli.

***

– Denizli Lisesi demişken, az önce Tarık Akan fotoğrafını gördük ya, biliyor musun o Denizli de askerliğini yaparken onunla tanışmıştık. Denizli Lisesinde öğrenciydim. İşte resim kolu öğrencileri olarak İl Halk Kütüphanesi’nin ilk katındaki sergi salonunda sergi yaptık. Sergi salonundayken pat diye Tarık Akan geldi. Ama asker kıyafetiyle geldi. Meğer Denizli’de acemi askerlik yapıyormuş, çarşıya çıkmış. O gün benden değil ama arkadaşlarımızdan birinden resim satın aldı. 1970’lerin sonuydu galiba. 1979 yılı falan olabilir.

– O yıllarda biraz değişmiş olmalı. 70’lerdeki o bebek yüzlü oyuncu yerini Maden filmiyle başka bir karaktere bırakmıştı.

– Bana da böyle bir tane mermi vermişti, onu hatırlıyorum. Sonra oturduk çay içtik, böyle hayal meyal hatırlıyorum bunları. Şimdi yanından geçtiğimiz aracın camında Tarık Akan fotoğrafını görünce bu anıyı anlatmak istedim.

***

Çatalçeşme’nin yanından yürüyüp Özay Gönlüm heykeli önünden karşıya geçiyor, aradan Meserret Sokağa giriyoruz. Lise Caddesi’ne çıkış yönünde, Çatalçeşme toplu taşıma otobüs duraklarının arkasındaki geçiş noktasında, şimdi zemin katı fast-food yeme içme büfelerine dönen apartmanın giriş kapısı yanında eski bir su akarı vardır. Oluktan 24 saat yaz kış soğuk su akar. İşte orada durup soluklanıyoruz. Hoca eğilip çeşmede ellerini ıslatıyor, sonra çeşmeden avuçlarına dolan suyu yudumluyor. Kaçırmayıp fotoğraflıyorum.

Şimdi kimin hangi amaçla işlettiğini hala anlayamadığım, bir zamanlar DEGİAD’ın yönetim merkezi olarak kullanılan restore edilmiş evin yanından, Meserret sokağı kesip geçerek dik çıkan başka bir sokağa doğru yürüyoruz. Mavi ev diye bilinen, şimdilerde restoran olarak işletilen bahçeli eski evin arka cephesinin baktığı sokak. Kısa sokakta eski Denizli evleri grubu var. Kimisi yıkılmak üzere, kimisi restore edildi, bir tanesinin restorasyonu ise hala devam ediyor.

Şakir Gökçebağ, orta yaş ve üzeri her Denizli insanından duyabileceğiniz eski kent evlerini anlatmaya başlıyor. Bahçeli, az katlı, çoğunda avlu bulunan, bahçesinden geçip diğer komşu bahçelerini kat eden su akarlarının serinlettiği mekanlar… Çoğu hatıranın eksik bırakmadığı, adeta tanıdık bir film platosunun kolayca göz önüne getirildiği tablo gibi bir mekânsal yerleşim estetiği.

Şimdi artık hayallere ve yıllara gömülü bu görüntülerin nasıl bir dramatik duygu yüküne dönüştüğünü kavrayabiliyorum. Çok değil, onbeş-yirmi yıl önce, ben Denizli’ye yerleştiğimde bu tür yapılar ve su akarlı bahçe sistemlerine sahip binalardan bazıları hala varlığını sürdürüyordu.

Şakir Hoca bunları hatırlayıp anlatırken restorasyonu devam eden yapının önüne ulaşıyoruz. Evi Denizli belediyesi restore ettiriyor. Restorasyon bölgesi denir parmaklıklı engellerce korumaya alınmış. Bir süre oyalanıp devam ediyor, arka sokaktan şimdi belediye uhdesinde olan eski un fabrikasına geliyoruz. Hoca’yı burada da fotoğraflarken, bahçede oturan Genç Denizli ekibinden tanıdıklar selamlaşıyoruz.

Çok kalmıyoruz. Denizli Lisesine ulaşıp istediği yerden görüntülüyor ve geri dönüyoruz. Zamanımız azalıyor. Bir yerlere oturup biraz laflayalım istiyorum. Hoca Almanya’da neler yapıyor, son çalışmaları neler, ne gibi projeler üzerinde çalışıyor ve hazırlığını yaptığı projeleri hangi ülkelerde gerçekleştirmeyi planlıyor vs. Soru çok!

Denizli Lisesinde dönüp, Lise caddesini geriye doğru inerek yeniden Çınar meydanına geliyoruz.

***

– Bir yerlerde oturalım. İstediğin bir mekan var mı?

– Herhangi bir yer olabilir.

En yakın kafeye yöneliyoruz. Biraz çay, biraz sohbet, biraz keyif…

***

Çantasından bir katalog çıkarıyor. “son üç yıl içinde çalıştığım eserlerin kataloğu bu.”

Ama o katalog bende var. Daha önceki bir görüşmemizde ya da biri vasıtasıyla bana ulaştığını hatırlıyorum.

– Şimdilerde projeler neler, buradan başlayalım. Nasılsa laf lafı açar, öncesine, sonrasına geliriz.

– Mart ayında yeni bir sergim olacak Düsseldorf’ta, peş peşe geliyor yani.

– Ayaküstü sohbet ederken, ben çalışma malzemelerimi çoğu zaman gelip İstanbul’dan alıyorum” demiştin. Bu kısmını biraz anlatır mısın? Hoş bir şey gibi göründü bana. Bir tür bavul ticareti sanki. Bir başkası Tahtakale’den mal alıp götürür satar, sen bunu sanata uygulayıp satıyorsun galiba. Tabi buna ‘satmak’ denirse!

– Bazı malzemeler var onları Almanya’da bulamazsın.

– Mesela?

– Cep tarağı mesela. Mahmutpaşa da ne varsa, çünkü orası benim hammadde kaynağım. Hem ucuz, hem toptan alıyorsun. Bunları orada bulamazsın. Almanya’da standart şeyler var. Her şey neredeyse endüstriyel! Ama böyle tek tek, atölyelerin ürettiği şeyleri burada buluyorsun. Orası hakikaten çeşni yeri. El emeği şeyler de var.

– Otantik diyebilir misin?

– Daha çok yerel şeyler diyelim. Onlar biraz bizden şeyler, daha çok Ortadoğu şeyleri. Oralarda hayatta bulamazsın. Burada çok çeşitli malzeme var yani.

– Bu söyledikleriniz daha şarki bir kültüre ait olmuyor mu?

– Evet, bu doğru!

– Son dönemde eskisinden farklı örneklere rastlıyoruz sende. Önceki çalışmaların mesela modern dünyanın gündelik kullanım nesneleriyle daha yakındı bana göre. Örnekler daha çoktu, şemsiye, tuvalet kağıdı, ayakkabı vb. Sonra doğa da yer alıyordu. Özellikle meyvelerle yaptığın görsellikler, elma, karpuz ilk aklıma gelenler. Ama şimdiki çalışmalarında halı kilim gibi doğu sanatına ya da zenaatına özgü el işi objeleri de değerlendiriyorsun. Bu oryantalizmin senin yöneliminle mi ilgisi var, yoksa o an bulduğun malzemeyle mi çalışıyorsun?

– Enstelasyon(Yerleştirme) için değerlendirdiğim uygulama malzemelerim arasında sınıflamam yok. Ben her şeyle ilgileniyorum. Ayakkabıdan tut, şemsiye ve tuvalet kağıdına kadar her şey! Etrafta ne varsa kullanıyorum. Ben ne doğuluyum ne batılıyım, işler de öyle çıkıyor. Bu sözünü ettiğiniz özellikle tercih edilmiş değil, kendiliğinden ortaya çıkmış bir şey. Evet halı oryantal bir halı, ismi de, “Reorientation”, yani yeniden oryantalleştirme anlamında. Bu aslında çok daha öncesinden vardı benim kafamda. Ben orada geometrik formlarla bir düzenleme yapmıştım. O geometrik formlar ile batılı çizgiler birleşiyor…  doğal biçimde bir doğu-batı sentezi ortaya çıkıyor.

– Peki, oryantalist işlere daha çok batılı gözüyle bakmaya alışmış izleyicide, mesela Alman ya da Fransız sanat izleyicisi üzerinde nasıl bir etki bırakıyor? Örneğin Matisse’in “Odalık”ını oryantalist bir gözle izler, hem doğaldır, hem koşullanmışlık vardır bu bakış açısında. Ama seninkini öyle izleyip izlemediklerini merak ediyorum

– Mesela ben tespihleri de kullandım. Artık tespih universal bir olay. Neden? Tespih Budizm’den geliyor. Ama Yahudilikte var, Hristiyanlıkta var, en son Müslümanlıkta kullanılıyor. Burada ayırıcı olan tespih tanelerinin sayıları vs. gibi şeyler. Ama zaten ben de o sayıları kullanmıyorum yerleştirmelerimde. Ha, bunun bir imajı yok mu? Var elbette ancak bu doğrudan bir gönderme olmuyor. Dolaylı bir gönderme oluyor yalnızca…

– Yani biz tespih olgusunu kendi öznel algımızla değerlendirdiğimiz için mi oryantal buluruz diyorsun?

– Evet. Eğer universal olarak düşünmüş olsan zaten, o algı da yerini daha başka bir şeye, daha geniş ve kültürler arası bir bileşik algıya bırakır. Çünkü gerçekten tespih kültürü çağlar öncesine, çok eskiye dayanıyor. Meditasyonla daha alakalı mesela! Bunlar benim için tamamen gündelik yaşamda, çevremizde olan her şeye ilişkin, kesinlikle tanıdık bildik malzemeler. O nedenle bu malzemelere ben universal malzemeler diyorum. Yani bu malzemeleri bir japon da hemen tanımalı, bir Amerikalı da veya bir Afrikalı da tanımalı. Tanımalı ki, benim daha sonra yapacağım şeyleri kavrasın. Yok eğer tek kültürlü bir algıya yol açacak malzemeler seçer ve öyle çalışırsam amacına ulaşmaz. Yaptığım işlerin böyle bir özelliği var işte! İzleyicinin ilk bakışta malzemeyi tanıması lazım! Çok basit ve yalın çalışmalar yapıyorum ben. Yazısız karikatür gibi. Kesinlikle böyle anlaşılması zor işler yapmıyorum.

– Anlaşılır olmak ve izleyici arasında doğrudan bir ilişki olmalı, bunu önemsiyor musun?

– Evet önemsiyorum. Böyle olduğunda küçük bir çocukta, yaşlı bir insan da ondan bir şeyler anlıyor. Bir şekilde o işle kontak kuruyor, iletişim kuruyor. Yani hem çocuk, hem entelektüel, hem okumuş, hem okumamış kendinden bir şeyler buluyor. Doğal olarak ben her çeşit ve her kültürden insanla ilişki kurabiliyorum.

– Entelektüelin kurduğu ilişkiyi merak ediyorum. Neden? Çünkü yaşlısı genciyle kurduğu ilişki, onun bir kullanım nesnesiolması nedeniyle olabilir. Bunu anlıyorum. Ama entelektüelin ortaklığı nedir?

– Ortak yön şu: birincisi malzeme çok tanıdık. Günlük yaşamda hem karşılaşıyor, hem kullanıyor. İkincisi, benim yaptığım ilave; yani bu malzemeyi değiştirme biçimim çok basit bir ilave.

– Benim merakım aslında şu: herkes malzemeyi tanıyor ve onunla bir biçimde ilişkisi var. Gülük yaşamında yeri var. Kullanıyor, görüyor, biliyor. Ana entelektüel daha zihinsel bir ilişki, daha fikri bir şey kurmak isteyebilir, kurabiliyor mu? Kurduğunda tepkisi ne oluyor?

– O kişinin, o malzemeyle sadece bu gününde değil, geçmişinde de yaşadığı bir ilişki olabilir. Dolayısıyla o malzeme kişinin yaşamında ve algısında daha farklı bir yer tutar. O nedenle entelektüel ya da diğeri diye ayırmıyorum ben. Ha, evet etkilenme olayı her iki kesimde de aynı şekilde olmaz. Veya bir malzemedeki etkilenme diğerinde farklı olabilir. Sonuç olarak benim işlerim kesinlikle anlaşılır. Gizemli ve anlaşılmaz değildir. Arka planında da herhangi bir önyargı ya da kendini arkasına gizlediği bir görünmez örtü yoktur. Kendini gizlemez.

– Çok katmanlı anlatımlar değil mi diyorsun?

– Benim işlerim çıplaktır. Kendisini gösterir. Ama bu kavrayış bazılarında bir, bazılarında da birkaç saniye sürebilir.

-Enstelasyon sanatının batıdaki geleceği ya da toplumsal kabullenişi nedir sence?

– Aslında her yerde benzer şeyler var. Ama Enstelasyon bir çağdaş sanat tarzı. Mekan fark etmiyor, yer de fark etmiyor. İster salonda yap, ister sokakta fark etmiyor. Benim için de illaki bir müze veya sanat galerisi olmasi gerekmiyor. Başka bir yerde de mekana yönelik işler yapabilirim.

– Hiç sokak çalışması yaptın mı?

– Yaptım. İsveç’te bir yerde yaptım. Ama benim yaptığım işler daha böyle kapalı mekana uygun işler. Yani mesela yağmurdan falan etkileniyor. O nedenle sokağa çok uygun değil.

– Türkiye de soyut resim çalışıyordun, şimdi hala çalışıyor musun?

– Çalışmıyorum. Ama aklımdan şöyle gelip geçmiyor değil. Bazen bir şeyler çiziyorum ama öyle ciddi işler değil. Bir gazete bana sormuştu, “Türkiye’de resim yapıyordunuz, tekrar yapacak mısınız” diye. Ben de “emekli olursam yapacağım” diye şaka yapmistim. Hürriyet’in magazin ekiydi. Sonra o röportaj şu başlıkla çıkıtı; “Emekli olursam resim yapacağım.”

***

Şakir Gökçebağ röportajı ya da söyleşisi ya da sohbeti… biz sohbet diyelim buna, hepsi bu kadar. Yıllar sonra bir-iki saat ortak keyfimiz oldu, konuştuklarımızı sizlerle paylaştık..

Umarım sizler de keyif almışsınızdır.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı