REKLAMI GEÇ

Ahmet Çalışkan 66 yıldır yuvaları ısıtıyor

15 Aralık 2017 Cuma

Herkesin yaşamında bir şekilde yer edinmiştir Çalışkan ismi. Türkiye’nin en önemli markalarından biri Çalışkan Sobaları. Bu hafta farklı bir konuk ile içtik kahvemizi. İş dünyasının etkili isimlerinden, Çalışkan Sobaları’nın sahibi Ahmet Çalışkan’a konuk olduk.

Renkli, mücadeleyle geçen hayat hikayesini dinledik Ahmet Çalışkan’dan. 1950 yılında, henüz 4 yaşındayken doğduğu Bulgaristan’dan ayrılıp, vatanına, Türkiye’ye dönmüş.

O tarihten itibaren de inanılmaz bir mücadeleye girişmiş Ahmet Çalışkan. Babasının Bulgaristan’da edindiği bilgi ve deneyimleriyle Denizli’de, İstiklal Mahallesi’nde başladığı iş serüvenine ortaokulu bitirdikten sonra dahil olmuş. 66. yaşını kutlayan Çalışkan markasının 60 yıldır da içinde yer almış.

Bir makas ve bir çekiç ile çıkılan yolda nasıl mesafe kat ettiklerini, nasıl çalışıp, bugünlere nasıl geldiklerini biz keyifle dinledik. Okurken de sizin aynı keyfi yaşayacağınızı umuyoruz.


Ahmet Bey, sizi tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz?
Ben Ahmet Çalışkan. 25 Eylül 1946’da Bulgaristan’ın Kızanlı şehrinde doğdum. Ailemle birlikte 1950’in 9. ayında Türkiye’ye göç ettik. İlkokulu İstiklal’de okudum. Ortaokul’dan sonra babamla iş hayatına atıldım. Mesleği babamdan öğrendim.

Çalışkan nasıl doğdu?
Babamın ilk yeri İstiklal Mahallesi’ndeydi. Aşağı yukarı ben de meslekte 50. yılımı doldurdum. Usta olarak yetişmemden sonraki halimi anlatacağım. 1970 yılına kadar Bayramyeri’nde dükkanımız vardı. 1971’de ikinci sanayiye taşındık. 1988 sonuna kadar ikinci sanayide faaliyet yaptık. 2. Sanayi’deki çalışmalarımız daha teknikti. Kazandıkça daha çok yatırım yaptık. 1987 yılında Organize Sanayi Bölgesi’nde arsa alıp hemen inşaata başladık ve bir yıl gibi kısa zamanda 10 bin metrekarelik arsamızda 3 bin metrekarelik yeri kapatıp, 1988 yılının sonunda taşındık. Aradan iki sene geçtikten sonra, termal tesisimizi kurduk. Termal tesisini kurduktan sonra yerimiz dar geldi. 1700 metrekare daha hakkımız olan yeri de kapadık. 1998-2000 yıllarından sonra son teknolojiye ağırlık verdik. Son teknoloji makinelerle çalışmaya başladık. Üretim arttı, istihdam arttı. Yaşım 71, hala daha çalışmaya devam ediyoruz. Bu arada artık oğlumu yetiştirdik. Ümit Çalışkan’a devrediyoruz işlerimizi. Umarım benim babamın ismini devam ettirdiğim gibi o da benim ismimi, markamızı devam ettirebilir.

Babanız Türkiye’ye döner dönmez bu alana mı yöneldi?
Babam 1946’da ustalık belgesi almış Bulgaristan’da. O tarihlerde dükkan açmanın imkanı yok. Ustalık belgesi almanız için ortaokul bitirmeniz şart, 6 sene çıraklık, 3 sene kalfalık yapmanız ve çalıştığınız yerde belgeyi almanız gerekiyor. Ondan sonra sınava giriyorsunuz. Sınavdan sonra da ustalık belgesini alıyorsunuz. 1946’da ustalık belgesini almış babam. Hemen dükkan açmaya imkanı olmamış. 1949 yıllarında iş yeri açmış kendine. Tam iş yerinde çalışmaya başlamış, 1950’de Adnan Menderes’in Göçmen Anlaşması’nı duyunca hemen müracaat etmiş ve 1 hafta içinde Bulgaristan’dan ayrılmış. Babamın vatan aşkı ve Bulgaristan’daki sistem nedeniyle kendi işini istediği gibi yapamayacağını anlamış. Cebinde beş kuruş olmadan 1950’nin 9. ayında Türkiye’ye geldik. İlk önce ufak tefek işler yaptı babam ve 1951’in Ekim Ayı’nda İstiklal’de ilk dükkanını açtı.

1950’lerden söz ediyorsunuz. Nasıl bir sistem kullanılıyordu? Üretim nasıl yapılıyordu?
O zamanlar hep el aleti vardı. Borulara kordon çekilen makineyi kendisi yapmış. El teneke makası, birkaç tane çekiç hepsi zaten bu. Buraya geldikten sonra elle çalışan zımpara taşı almış, kolla döndürülen matkap almış. Çalışma böyleydi, zaten imkanlar da yoktu. Bu şekilde zorluklarla çalışıldı. Ama azmettikten sonra bu hale gelinebilirmiş demek ki. O zamanlar çok az soba yapılıyordu. Mevsimlik soba yapılıyordu. Yazın soba yapamıyorduk çünkü sermayemiz yoktu. Başka teneke işleri yapıyorduk. Karnımızı doyuracak kadar işler oluyordu. Ağustos ayı geldiğinde biraz soba hazırlığı yapıp, Ekim’in sonunda soba işi bitiyordu. Sobalar kurulunca zaten işler bitiyordu, diğer seneyi bekliyorduk. O yıllar babam haftada iki ya da üç tane kuzine soba yapabiliyordu. Ben artık yetiştikten sonra 17-18 yaşlarında haftada 10 tane kuzine soba çıkartıyorduk. Saç tabağını yere koyuyorduk, çiziyorduk, makasla kesiyorduk, kapak yerlerini keskiyle açıyorduk. Yine kapak yerlerini çekiçle kıvırıyorduk. Altını üstünü döküm bağlantı yerlerini ellerimizle kıvırıyorduk. O zamanlar punta kaynağı diye bir şey yok tabi. İş çok yavaş yürüyordu, bu nedenle de fazla üretim olmuyordu.

Babanızdan işi ne zaman devraldınız?
Ben aşağı yukarı 18 yaşlarındayken 1964’lerde, askere gitmeden iki yıl önce babamdan devraldım gibi oldu. Babamın diğer göçmen arkadaşları, Bursa’daydı, orada daha çok göçmen olduğu için birbirlerine yardımları da çok oluyordu. Bazı soba parçalarını elde uğraşmaktansa, hazırlanmış şekilde alıp getirmeye başladım. Ben askerden geldikten sonra 1968’in Mayıs ayı gibi, işleri babamdan tamamen devraldım. 1968 yılından beri kendi projemde kendi çalışmamla bugüne kadar geldim.

Başta küçük bir işletme, sizin dediğiniz gibi karın doyuran, Bulgaristan’dan gelmiş bir ailenin Denizli’de tutunmasına vesile olan bir iş kolu. Siz devraldıktan sonra hayaliniz neydi, bugünleri görebiliyor muydunuz?
Bende çok güzel bir çalışma azmi vardı, yaptığım işten zevk aldım hep. Zaten zevk almazsanız bu işleri başaramazsınız. 1970’li yıllarda da bizim çok fazla sermayemiz yoktu. Yazın ne kadar çok hazırlarsak, kışın o kadar satıyorduk. Şimdi bunun sermayesini nasıl yapalım, yazın yap kışın sat derken, araştırmalarımla pastane fırınlarında çalışmaya başladım 1971 yılında. Pastane fırınları yapmaya başladım. Aşçıların yemek piştikten sonra servis ocakları var, tüple çalışan, onlardan yapmaya başladım. Çırçır fabrikaların boru işleri, iplik fabrikalarının boru ve aspiratör işlerini yapmaya başladım. Yaptıkça, para kazandıkça yeni yeni presler aldım. Motor kesim makasları almaya başladım. Daha geniş yerlere taşındık, daha çok çalışmaya başladık. 1988 yılında Organize Sanayi’deki yerimize taşındık. Daha da yenilik yapma imkanımız oldu. Daha güzel yatırım yapma imkanımız oldu. Şu anda da aşağı yukarı biz Ege Bölgesi’nde tekiz. Bursa’da, Eskişehir’de, Kayseri’de var bizim gibi çalışan, son teknolojik ürünleri olan tesis. Böyle bir tesise sahip olup çalışmamıza devam ediyoruz, devletimize katkıda bulunuyoruz, istihdam yaratıyoruz, işçi kardeşlerimiz her sene daha fazla olanaklar sağlıyoruz.

Faaliyet alanınız sadece sobayı mı kapsıyor?
Bizim ana alanımız soba. Mümkün olduğu kadar bu alanın dışına da çıkmadık. Bunun yanında emaye boru yaptık. Ancak, bu alanda çok sert rekabet olduğu için bıraktık. Üretime şömine borular ilave ettik. Şömine soba yapıyoruz. İleriki dönemlerde şömine sobanın sıcak su kazanlısını yapıp radyoterlere su vermeyi planlıyoruz. Vatandaşımız bir odada şömine keyfini yaşarken, bir yandan da diğer odaları ısıtma imkanı yakalayacak. Böyle bir çalışmamız var.

Soba çok uzun süredir evlerin vazgeçilmezi, çok fazla sayıda kullanıcısı var. Soba kültürünün, soba kullanımının ne kadar devam edebileceğini düşünüyorsunuz?
Daha köylerde, kazalarda doğalgaz yok. Doğalgaz gelse de bunu herkesin kullanma imkanı yok maalesef. Doğalgaz çok rahat, güzel ama ev hazır değil ise hakikaten pahalıya mal oluyor. Bu nedenle soba devam eder. Yalnız ileride bu dağ evlerinde şömine sobaların artacağını düşünüyorum. Şömine sobalarına biraz daha ağırlık vermemiz gerekiyor ki onu zaten planımıza aldık. Türkiye’de çok fazla soba kültürü yok maalesef. Almanya’da fuara gittiğimde firmaları geziyorum, ben Avrupa’da bu kadar çok soba fabrikası olduğunu hiç tahmin etmiyordum. O kadar çok üretimleri var ki, bu sobaları satabiliyorlar da. Her yerde de doğalgaz yok. O kadar gelişmiş ülke olmalarına rağmen doğalgaz yok. Orda odun ve telekle ısınıyorlar. Telek, sıkıştırılmış odun parçasından oluşturulan bir malzeme. Fakat bizim Türkiye’de, odun olmadığı için maliyeti çok fazla oluyor. Ama ileriki tarihlerde ne olur bilemiyorum. Öngörüm odur ki, bu daha devam eder. İnsanlık var oldukça soba kullanılacak. Şehirlerde de kenar mahallelerde mecburen soba kullanılıyor. Kömür ucuz, 1.5 ton kömürle kış geçirilebiliyor. Kuzine soba ile hem ısınıyor, hem üzerinde sıcak suyu devamlı bulunuyor, yemeğini yapıyor, fırınında böreğini çöreğini yapıyor. O bakımdan bilhassa kuzine soba her zaman kullanılacak bir soba.

Doğalgaz sobası ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Doğalgaz sobasını bundan beş yıl önce yaptık. 3 yıl baya da tanıtımını yaptık, mümkün olduğu kadar kampanyalarını yaptık fakat maalesef doğalgazlı soba satılmadı. Vatandaş da haklı. Doğalgazlı soba kullansa da evine aynı sistemi döşetmesi gerekiyor. O bakımdan kombi daha elverişli oluyor. Hem odaların hepsi ısınıyor hem sıcak suyunu kullanıyor. Biz istediğimizi bulamadık ve doğalgaz sobasını üretimden çıkardık.

Yalnızca iç piyasaya mı hitap ediyorsunuz? İhracatınız da var mı?
Afganistan’a satış yapılıyor. Irak’ın bazı kesimleri, Suriye’de şimdi savaş olduğu için bazı kesimleri alıyor. Rusya’ya baktığımızda ise, doğalgazın yeri, orada hep merkezi ısınma var. O taraflara soba satma imkanı yok. Fakat bizim şöyle bir prensibimiz var, biz kaliteyi bozmak istemiyoruz. Kaliteli ürün yapmak istiyoruz. Oradan gelen cevaplarla bizim fiyatımız tutmuyor. Ucuz ve kalitesiz soba yapmadığımız için oraya ihracat gerçekleştirmiyoruz. Ancak Avusturalya’ya bizim şömine sobamız ile kuzine sobamızı ihracat yapıyoruz. Fakat çok az, yılda iki TIR’la gönderiyoruz. Kıymeti yok yani yaptığımız ihracatın. Genelde yurtiçinde satışlarımız.

Mevcut potansiyeliniz nedir? Yılda kaç soba üretim potansiyeliniz var?
Bizim makine kapasitemiz, dolayısıyla üretim kapasitemiz çok yüksek. Tam kapasite çalıştığımızda 30 bin soba üretimine çıkabiliyoruz. Üretim zamanı çift vardiya çalışıyoruz. Ancak rutin zamanlarda tek vardiyaya düşüyoruz. Cumartesi ve pazar günleri mesai yapmıyoruz, haftada 45 saatlik bir çalışma dilimimiz var. Üretim yoğunluğunda cumartesi günlerini de aktif hale getiriyoruz ve çalışanlarımızın mesailerini ödüyoruz.

Piyasa ne durumda?
Genelde tam kapasite çalışır, maksimum üretim yapar ve ürünlerimizin tamamına yakınını satardık. Ancak, 50 yıldan beri ilk kez yaşanan bir durumla karşılaştık bu sene. Piyasa inanılmaz kötü geçti. Üretimimizin neredeyse üçte biri elimizde kaldı. Piyasalardaki olumsuz tablo yalnızca bizi değil, tüm sektörleri etkiledi.

Neye bağlıyorsunuz bunu?
Dolar çok yükseldi. Biz dolar bazında hammaddeyi alıyoruz. Dolar yüksek olunca haliyle fiyatlar çok yükseldi. Fiyatlar yüksek olunca, belirli bir geçim kaynağı olanlar sanırım ‘bu sene idare edelim seneye alalım’ diyorlar. Böyle olunca da bizim satışlarımız ciddi oranda düştü. Önümüzdeki seneler iyi olacağını tahmin ediyoruz. 2018’de maliyetlerimiz daha da yükselecek ama, inşallah iyi olur.

Çalışan açısından potansiyeliniz nedir?
Mevsimde 45 kişiyle çalışıyoruz. Ancak ortalama 35-40 kişi dolayında oluyor. Kalifiye eleman bulamıyoruz. Ancak burada yetiştirdiğimiz elemanlar var. İhtiyaç olduğunda alıyoruz, onları yetiştiriyoruz. Bizim buradaki sistemimiz, diğer çalışma yerlerine göre, çok rahat olmasına rağmen maalesef milletimiz çalışmayı sevmiyor. İşsizlik görünüyor ama maalesef çalışmaya gelen yok. Bu yüzden biz yetiştirip, işi bu arkadaşlara vermek istiyoruz.

Kalifiye işçi sorununu aşmak için ne yapıyorsunuz?
Derneğimiz var, MAKSİAD. Arkadaşlar sağ olsunlar, o konuya çok el attılar. Organize Sanayi Bölgesi’ndeki meslek lisesini destekliyoruz. Oradaki çocukların, servisini ve yemek ücretlerini ödemeye başladık. Bazı arkadaşlarımız, deneme tezgahları alıp, buraya vermeye başladılar. Orada, elemanları, öğrencileri yetiştirmeye gayret ediyoruz. Bunu aslında devletin yıllar önce yapması lazımdı ama maalesef, endüstri meslek liselerine ağırlık vermedik. Ve şimdi de çok sıkıntısını çekiyoruz. İmam hatip, düz lise onları bir kenara bırakalım, eskiden sanat okulundan mezun olan, hemen iş yeri açıp çalışabiliyordu. Fakat şimdi meslek liselerinden mezun olanlara bakıyorum, makine mühendisliğinden mezun olanlara bakıyorum, ne kaynak yapmayı biliyor, ne torna tezgahında çalışmayı biliyor. Sadece teknik resim, parça analizleri, parça resimleri. Bunun haricinde, amele olarak hiçbir şeyden haberi yok. İşte bu kardeşlerimizi yetiştirmek lazım.

Eğitimi sistem bakımından değiştirmek adına neler yapılmalı?
Hükümet bunun üzerinde duruyor ama her yapılan değişikler hüsran oluyor, hiç netice alınamıyor. Bu çalışmaları daha bilinçli yapmak lazım. 4+4+4 sisteminde öğrenci son dördüncü döneme girdiğinde hangi bölümde başarılı olacağını tespit edilmesi gerekiyor. Bu çocuk ne olacak, avukat mı olacak, mühendis mi olacak, doktor mu olacak, teknik eleman mı olacak, bunları ayırmak lazım. Ailelere de bu konuda görevler düşüyor. Her çocuğun illaki üniversitesi bitirmesi gerekmiyor. Bir an önce sanayideki iş yerlerine versinler, bir iki yıl içinde iyice mesleğini öğrenip, hazır iş sahibi olsunlar. Liseyi bitiriyor, üniversiteyi kazanamıyor, bir iki sene kaybediyor. Üniversiteye gidiyor, bir dört-beş yıl orada geçiyor. Geliyor, bir şeyden haberi yok. Fabrikaya giriyor, bir de havalara giriyor ben mezun oldum diye, masa başında durmak istiyor ama firmaya yararlı olamıyor. Sonra hüsran yaşıyorlar, hayal kırıklığı hep. Ama liseden sonra bir fabrikaya girse en fazla iki senede, eğer içinden de gelir, ailesi de ona destek olursa, bir usta durumuna gelebilir. Aradan 3-4 yıl geçince tamamen usta olup, bir dükkan açacak duruma gelir. Yüksek maaşla da iş sahibi olabilir.

Yani kayıp bir nesil var ortada. Bu nesli nasıl üretken hale getirebiliriz?
Çok zor. Bu kardeşlerimizin bir an önce asgari ücret dahi olsa, diğerleri gibi amele olarak bir meslek öğrenmesi lazım. Hakikaten dediğiniz gibi anneye babaya yük oluyorlar. Ufacık bir şeyden adam çalışmıyor, çıkışını istiyor. Çünkü çıksa bir yerde daha başkaları alacak onu ama orada da çalışamayacak. Orada da o işten memnun kalmayacak. Bir de işsizlik parası alıyorlar, devlete de baya yüklü oluyorlar. İşsizlik parasını çok uzun süreli yapmamak lazım. 3-5 ay olur ama bir yıl işsizlik parası ödeniyor.

Birkaç gün önce büyüme rakamları açıklandı. Dünyada en çok büyümenin yaşandığı ülke konumundayız. Uluslar arası şirketler rakamları güncelleyecek mi güncellemeyecek mi, bizim rakamlarımızı kabul edecek mi edemeyecek mi, bununla ilgili soru işaretleri var. Önümüzdeki süreçte ekonomiyi nasıl görüyorsunuz? Ciddi bir baskı var ekonomi üzerinde.
Büyüme noktasının nasıl bu kadar çıktığını ben hayret ediyorum. Krizlerin yaşandığı, yatırımların eksik olduğu bir dönemde böyle rakamlar çok da inandırıcı değil. Bu rakamları herhalde üretimden değil, tüketimden hesaplıyorlar. Ben buna inanmıyorum. Bu kadar büyüdüğümüze ben inanmıyorum. Komşu ülkelerdeki savaştan, bizim terörle savaşmamız ekonomimize zarar veriyor. Onun büyük sıkıntıları var. Biz bu komşulara dünya kadar ihracat yapıyorduk, onlardan da mahrum kaldık. 2007 bir önceki yıla göre nasıl kötü geçtiyse, 2018 de 2017’ye göre kötü geçecek. 2017’yi arayacağımızı biliyorum.

Önleminiz var mı bununla ilgili?
Biz borçlanmıyoruz. Kendi yağımızla kavruluyoruz. Yeni yatırımlara girmiyoruz, ayağımızı yorgana göre uzatıyoruz. Biz kendi açımızdan bunu böyle atlatacağız. Ayağa kalkmak istiyoruz, açılmak istemiyoruz, borçlanmak istemiyoruz.

Ama o zaman da büyüyemiyoruz.
Büyüyemiyoruz tabi.

66. yıldan sonra da oğlunuzu yetiştirdiniz. Oğlunuza sizin sahip olduğunuz iş ahlakı, üretim ahlakı ve kalite anlayışını aktarabildiniz mi? Çalışmanız oğlunuz ve sonra da torununuz tarafından devam edebilecek mi?
Ben tabi oğluma sürekli tavsiyelerde bulunuyorum. Bir kere markaya sahip çıkmalı, kaliteye devamlı önem vermeli, maliyetlerin yükseldiği bir devirde hesabını kitabını çok iyi yapmalı, araştırmaları çok iyi yapmalı, hangi çeşitleri yaparsın, hangisi daha çok gider, bunları çok iyi çalışmalı, sözüne sadık olmalı, itibar sahibi olmalı. Ben babamdan öyle gördüm, oğlumu da öyle yetiştirmek isterim. Özellikle bizim zamanımızda paranız yoksa bile itibarınızın olması çok önemliydi. O zamanlar çek senet yoktu, pusula vardı. Biraz sıkıntılı olsan komşundan üç beş kuruş yardım isteyebiliyordun, şimdi öyle mi? Maalesef bunlar kalmadı, ahlak bozuldu. Onun için, oğlum ayağını yorganına göre uzat, borçlanmadan, önünü görerek bu işi yönetmeye devam et diyorum.

Özetleyecek olursam, biz 1950’de geldik. Ben Balkan Göçmenleri Derneği’nin başkanıyım aynı zamanda. Biz Osmanlı zamanında buradan Karaman’dan gitmişiz, oraları sahiplenmişiz. Bizi oradan tekrar kovmuşlar, vatanımıza gelmişiz. Bizim artık gidecek bir yerimiz yok. Vatanımız burası. Bizim vatanımıza sahip çıkmamız lazım, çalışmamız lazım, dürüst olmamız lazım. Arkadaşlara da hep bunları tavsiye ediyorum. Bu memlekete bizim sahip çıkmamız lazım, çalışmamız lazım. Biz 1950’de geldik, ben annem, babam, babaannem var, halam var ve beş kuruş paramız yok. Ev yok. Ne sıkıntılardan şimdi bu hale geldik.

Yardımsever kimliğinizle de tanınıyorsunuz. Eğitim yardımlarınızı da anlatır mısınız?
Eğitime çok önem veriyordum. 2006-2007 yılında okul yaptırmak için niyetlendim ve Ahmet Çalışkan Anaokulu yaptırdım. O okulun her şeyi ile ben ilgilendim. O kadar gururlandım ki, bu çalışmalarımdan eğer bunu yapabildiysem, ne mutlu bana dedim. Çalıştıktan sonra, dürüst olduktan sonra nasip oluyormuş demek ki. Aradan üç sene geçti, Sıdıka Çalışkan Ortaokulu’nu yaptırdık. Hala daha böyle bir zevkim var.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı
 

İletişim

Tel : 444 1974

Web: http://www.aquacitydenizli.com.tr/

Sinpaş AquaCity Denizli Tanıtım Ofisi

İzmir Asfaltı Üzeri 5. km

Adnan Menderes Bulvarı No: 185

(Eski EGS Park) Denizli