REKLAMI GEÇ

Denizli’nin yaşayan tarihi Cengiz Akhisar paha biçilemez arşivini anlattı

1 Aralık 2017 Cuma

Cengiz Akhisar. Namı diğer Foto Cengiz. Denizlili olup da bu ismi tanımayan yok gibidir. Daha ortaokul yıllarında, belki de birçok kişinin daha varlığından haberdar olmadığı fotoğraf makinesiyle tanışan, ilk kez o zaman deklanşöre basan ve bir daha ayrılmayan Cengiz Akhisar ile sohbet edelim istedik bu hafta.

Denizlihaber.com’da her çarşamba yayınladığı “Geçmiş Zaman Olur Ki” ile Denizli’ye dokunan, hiç beklemediğiniz bir anda, annenizin, babanızın ya da kendinizin daha önce görmediğiniz bir fotoğrafla karşılaşmanızı sağlayan Cengiz Akhisar ile bu kez fotoğrafçılığı, sektörü, geçmişini ve nereye gittiğini konuştuk. Bunun yanında Denizli de konularımız arasındaydı.

Cengiz Akhisar, aynı zamanda basınla da içli dışlı oldu hep. DEHA TV’nin ve Horoz Medyal’nın kurucularından biri olan Cengiz Akhisar ile keyifli bir kahve sohbeti gerçekleştirdik. Umarım sizler de aynı keyifle okursunuz.

Cengiz Akhisar kimdir, bize kendinizi anlatır mısınız?
Cengiz Akhisar, 1949 yılında Denizli’de doğmuş, İstiklal Mahallesi’nde büyümüş, ilkokulu ve ortaokulu Denizli’de okumuş, ortaokul yıllarında fotoğraf çekmeyi sevmiş, bununla ilgilenmiş ve daha sonra bu işi devam ettirmiş bir isim.

O zamanlar fotoğraf makinesi çok kolay ulaşılabilir değil. Siz nasıl ulaştınız?
Fotoğraf makinesi gerçekten de o zamanlar lükstü. Ben harçlıklarımı biriktirerek Rehber Kitapevi’nden ilk fotoğraf makinemi aldım. İlk fotoğraf makinem hayatımda çok önemli bir yere sahip ve hala saklarım, üstelik çalışır durumda. 1961 yılında Lubitel 2 makinesini alarak kullanmaya başladım. Ama benim hayalim Ru Reflex makinesiydi. Onu da aldım, alman malıydı. Bir kaç tane de aynı makinelerden satın almıştım. Model değiştikçe o modelleri hep takip ettim.

Şimdi ortaokul sıralarında hobi olarak başlayan bir süreç ama bunu kazanca hiç dönüştürdünüz mü? Arkadaşlarınızın fotoğraflarını çekiyor muydunuz?
Çekiyordum, evet. Ortaokulu bitirip, liseye başladığım sıralar iyice merak sarmıştım zaten. Bu sefer de okulu bırakıp, fotoğrafçılığa devam ettim. Burada sanayileri dolaşırdım, iş yerlerini dolaşırdım, bazen altı yedi makara film doldururdum. Çektiğim fotoğrafları satar, para kazanırdım.

O zaman fotoğrafları karta basmak çok kolay bir iş değildi sanırım. Kim yapıyordu peki bunları?
Denizli’de fotoğrafçılar genellikle Kışla Caddesi’ndeydiler. Bir de Bayramyeri’nde vardı o zamanlar. Fotopark vardı, Ahmet Beceren’in. Kendisi de zaten bizim mahallede otururdu. Orada arkadaşım Ramazan vardı, Ramazan Değirmenci. Arkadaşım olduğu için gider orada tab ettirirdim fotoğraflarımı. Gide gele oradan fotoğrafları tab etmeyi de öğrendim ve 1968 yılının sonlarına doğru evin bir odasını karanlık odaya çevirdim.

Evinizde yapmaya başladınız yani?
Evet, askere gidinceye kadar çektiğim fotoğrafları karanlık odaya dönüştürdüğüm evimde tab ediyordum. 1969 senesinin Temmuz Ayı’nın sonlarına doğru askere gittim. Askerlik görevimi de fotoğrafçı olarak yaptım. Askerlik herkes için farklı anılar barındırır, benim için ise çok farklıdır. Bir anıdan ötedir askerlik bende. Çünkü, hayatımın ondan sonraki bölümünde ciddi anlamda yer alacak, mesleğim olacak, hayatımı idame ettireceğim fotoğrafçılık konusunda arşivleme sistemini öğrendim askerde. İyi ki de öğrenmişim diyorum arşivleme sistemini. Askerden döndükten sonra arşivlemeye başladım ve bu konuda hastalık derecesinde titiz davrandım. Çektiğim her karenin çok önemi vardı. Bu sayede ilk deklanşöre basmaya başladığım andan itibaren tüm fotoğrafları saklamaya başladım.

Foto Cengiz ne zaman ve nasıl kuruldu?
Foto Cengiz 1972 yılının Mart Ayı’nda kurulurdu. 1972’den beri de hiç yer değiştirmedim, hala kurulduğu yerde işlerimi devam ettiriyorum.

Fotoğrafçılığa küçük yaşlarda önce hobi olarak başladınız, ardından da mesleğiniz oldu. Uzun yıllar bu işi yapınca sektörün gelişimine de dahil oluyorsunuz. Fotoğrafçılığın dün ve bugününü anlatır mısınız? Değişim nasıl oldu?
Biz bu konuları rahmetli Coşkun Önenen ile çok tartışırdık. Zaman zaman beraberce Pamukkale’ye giderdik. Pamukkale bize çok güzel fotoğraf veriyor der binerdik otobüse. Bütün günümüz Pamukkale’de geçerdi. Filmlerimiz yıkardık, içinden seçimlerimizi yapardık. Ancak bir zaman gelecek, bu karanlık odalar kalkacak derdik hep. Biz cevabı biliyorduk tabi. Çünkü hepsi ışığa duyarlı filmlerdi, hem kendi kendimize sorar, fikirler üretir, merak ederdik. Neticesinde metre ayarlarını makineler kendisi yapacak dedik. Ama onun da cevabını bulmadık. Öyle bir teknoloji yoktu. Zamanla hepsi de oldu. Yani gördüğünüz gibi, fotoğraf makinelerinde sanki içinde birkaç tane bilgisayar var gibi, ışık kontrolünü, metre ayarını, poz ayarını, enstantane ayarlarını hepsini küçük bir makine yapıyor. Yani ustalığa artık gerek kalmadı, size sadece bir deklanşöre basmanız kalıyor.

Bu sanatı da öldürmüyor mu?
Öldürdü tabi. Çünkü fotoshop denilen sistem, tıpkı ressamların yaptığı gibi işte şuraya bulut kondurayım, şuradaki telleri temizleyim derken tabilikten uzak kalıyorsun. Fotoğraf önceden fotoğraftı. Bir emek vardı, bir hazırlık vardı, developta film banyosu ince gren olsun diye çeşitli miktarlarda ilaçları vardı. Gider hazırlardık.

Olumlu yönleri de yok değil. O zamanki ilaçlar tabi toprağa da zarar veriyordu, atık malzemesiydi. Fakat şimdi, dijital sisteme geçince, onlardan da kurtulduk. En güzeli de çabukluk kazandı. Eskisi gibi beklemek yok artık, çekiyorsun, kötü mü iyi mi hemen görüyorsun. Biz haftalık fotoğraf çekerdik, millet bir hafta sonra gelirdi. Vesikalık özellikle haftalık olurdu.

Artık herkes fotoğrafçı, fotoğrafçılar şimdi ne yapıyor?
Şimdiki fotoğrafçılar genelde vesikalık çekiyor. Okul albümleri yapıyorlar ve gelin damat fotoğraflarını albüm halinde hazırlayıp, veriyorlar. Bunun dışında herhangi bir iş kalmış değil.

Peki nereye gidecek bu fotoğrafçılığın süreci?
Durma noktasına geldi artık. Bakıyoruz ki şimdi sırf siyah beyaz çeken fotoğraf makineleri çıktı, Laica markası ile. Tabi bunlar da pahalı makineler. Artık zevke dönüştü. Manzara ve porte fotoğrafları çekiyor ve bunlardan tatmin olmaya çalışıyor. Fotoğrafçılık belirli bir süreçten sonra tıkanacak. Sektör buraya doğru gidiyor.

Cengiz Akhisar denilince aklımıza Denizli’nin Arşivi gelir. Denizli’nin insan arşivi sizde. Cengiz Akhisar’ın elinde ne kar fotoğraf vardır?
Yaptığım hesaplara göre 1 milyonun üzerinde. Slaytları da dahil edersek 1 milyonun üzerinde. Ama tabi biz firmaları çektiğimizde kendilerine teslim ediyorduk. Elimizde bir kopyası kalmıyordu.

Paha biçilebilir mi bu arşive peki değer verseniz?
Nasıl değer biçeceksin ki. Adam geliyor bir kare fotoğraf istiyor, şu kadar para deyince de ya ne olacak bir kart değil mi diyor. O zaman da canım sıkılıyor. Ben 40 yıl öncesinin fotoğraflarını veriyorum, bana gülünecek bir rakam veriyorlar.

Denizli’nin sıradan insanları da, çok ünlü isimleri de arşivinizde yer alıyor. Çok özel anılarınız da vardır. Bazılarını bizimle paylaşır mısınız?
1972’ de, Münir Güray ile tanıştım. O zamanlar il yıllığı yapılacaktı. Bunun için daire müdürlerinden vesikalık fotoğraflar istendi. Herkes bulunduğu yerden, oradaki fotoğrafçılara çektirip, il yıllığı için vilayete fotoğraflarını bıraktılar. O zaman İl Özel İdare Müdür Vekili olan Cafer Bey vardı. Cafer Bey’in de fotoğrafını ben çektim. O kadar kişi arasında Cafer Bey’in fotoğrafı “ben buradayım” dedi. Münir Bey’in dikkatini çekmiş. Cafer Bey’i çağırmış, nerde çektirdin diye sormuş. O da “Cengiz var, komşumuzdur, orada çektirdim” demiş. Münir Bey, Cafer Bey’e, “O zaman bana bir randevu al, bende orada çektireyim” demiş. Münir Güray ile tanışmamız o gündür ve halen de kendisi arar sorarım. Ancak, yoğun bakımda olduğu için, 10 aydır sadece eşi ile görüşebiliyorum.

Bayramlar çok önemliydi önceden. Var mı aklınızda “Nerede o eski bayramlar” dediğimiz örneklerden?
1973 yılında Denizli’de Cumhuriyet’in kuruluşunun 50. yılı etkinlikleri yapıldı. Bu etkinlikler tam bir hafta sürdü. O dönemlerde Cumhuriyet Balo’su çok güzel yapılırdı. Neticede o zamanki giyim kuşam çok farklıydı, çok medeni bir şekildeydi. Fakat yıllar geçtikçe o etkinlikler maalesef azaldı. Bayramlarda sokaklar dolusu insanlar olurdu. Toplumun tüm kesimleri katılırdı kutlamalara. Fakat bunların çoğu şimdi yok, kayboldu.

Sembolik değildi o zaman kutlamalar. Bunu neye bağlıyorsunuz, değerlere sahip çıkamamayı, unutmayı?
Önceden bayramlar bayram gibi yaşanırdı. Sembolik değildi şimdiki gibi. Cumhuriyet Bayramı ise farklı bir coşkusu vardı, Zafer Bayramı ise farklı. Hepsinin içi dolu dolu olurdu. Kutlamaların yapılmamasının, daha doğrusu ertelenmesinin tek nedeni olumsuz hava koşulları olurdu. Son zamanlarda ne yazık ki bazı bayramlar unutulmaya başladı.

Denizli bu süreçte kent olarak nasıl bir değişim geçirdi?
1972 yılında son mekan bizim burasıydı, İstiklal’di. Belediye otobüsleri de Gün Market’in yanında bir boşluk vardı, oradan döner ve çarşıya giderlerdi. Şimdi bakın şehir nerelere vardı. Büyükşehir oldu, köylere kadar uzandı. Her taraf ev, her taraf araç dolu. Yollar yeterli değil çünkü şehir birdenbire büyüdü. Yapılan hesaplar tutmadı. Mesela 1976 yılındaki depremden sonra Denizli’de muazzam bir şekilde inşaat sektörü ortaya çıktı. Deprem bir bahane oldu. Sekiz katlı binalar yapılmaya başlandı. Dışarıdan çok büyük bir göç aldı. Bu göçün sebebi de tekstil şehri olması Denizli’nin. İş var işçi yok, onun için herkes dışarıdan Denizli’ye göç etti.

Sizce Denizli’nin ne kadarı dışarıdan gelenlerle oluşmuştur? Rakam çok mudur?
Ben İstiklal Mahallesi’nde kim oturur, nerde oturur, ismi nedir, tek tek bilirdim. Şimdi çıktığım zaman gördüğüm 50 kişiden 49’u tanıdığım değildir. Hepsi yabancı.

Fotoğrafçılığa geri dönecek olursak, toplumdaki karşılığı bakımından dün ve bugünü değerlendirir misiniz?
O tarihlerde fotoğrafçılık mesleği bir masası olan mekanı olan saygısı olan bir işti. Şimdi o saygıyı kaybetti. Aynısı basın camiasında da geçerlidir. O zamanlar ben basınla iç içeydim. Fotoğrafları çeker, tab eder, Ege Ekspres’e gönderirdik. İş adamlarına gelince, o zamanlar hep aile şirketleri vardı Denizli’de. Şimdi yavaş yavaş profesyonel şirketlere dönüşüyorlar. Bir şirket kaç yıl yaşayacak, en fazla 50 yıl yani. 50 yıldan sonra çocukları büyüyorlar, biri bir tarafa çekiliyor öteki başka yere. 50 yıl sonra hiçbir şey kalmıyor. Ben bile 50 yılı doldurdum, bundan sonra devam ederlerse, çocuklar devam edecek.

Denizli’de aile şirketleri daha önce profesyonel yöneticilere dönebilseydi durum ne olurdu?
Elbette bu durum yaşanmaz, dev şirketler tek tek ortadan kalkmazdı. O zamanlar Avrupa’da kurulmuş olan şirketler vardı. Bir Emek, Uygar Motor, Acıselsan, Azim Cıvata, Göveçlik İplik Fabrikası. Bunlar maalesef zaman içerisinde hisseleri yükseltmek amacı ile işçilerin elinden satın aldı ama yürütemediler.

Bir Emek ve Uygar Motor iyi yönetilmiş olsaydı ne olurdu? Denizli’nin yönü nasıl olurdu?
Eğer o zamanki teknoloji takip edilseydi, çok iyi işler çıkaracaklarını inanıyordum. Fakat teknoloji takip edilmedi. Mesela bir telefon, yeni yeni çıkıyordu. Ancak tuşluydu ve modası geçiyordu, şirket bunun gibi şeylerin peşine düşüyorlardı. Televizyon üreteceklerdi fakat sadece montaj yapıyorlardı, Yugoslavya’dan geliyordu parçaları. Yani bir ilerleme kaydedemediler.

İş adamları ile yaşadıklarınız, diyaloglarınız nasıldı?
İş adamlarından bizim yaşımıza uygun Faruk Ayyaz vardı. İsmet Abalıoğlu vardı. Her gün akşam bizim stüdyoda toplanırdık, gençtik. Ben onların fotoğraflarını çekerdim, dostluğumuz zaman içinde gelişti. Nişan ve düğün fotoğraflarını da ben çektim, çocukları oldu, çocuklarının fotoğrafını çektim. Velhasıl, bu silsile hala devam ediyor. Mesela Bekir Karakurt’un çocuklarının düğünleri, Denizli’de birçok kişi var.

İkinci kuşak işin ucundan tutmaya başladı. Engin ve Çağlar işin içindeler. Yeni Cengiz Akhisar olabilecekler mi?
Engin genelde film çekimlerine ağırlık veriyor. Kısa metrajlı filmler çekiyor. Denizli’de Alavere Dalavere filmini çektiler. Baya başarılı kompozisyonlar çizdiler. Çağlar’da düğün ve albüm fotoğrafları çekiyor, kendini yetiştirdi bu konuda ve aranılan bir isim oldu da.

Sektöre iki tane daha nefer koydunuz yani. Peki Cengiz Akhisar olma yolunda ne durumdalar?
Beş parmağın beşi de bir olmaz. Benim çalışma alanım onların dışında. Benim tek bir avantajım var, bir düğüne gittiğim zaman aileyi iyi tanırım. Benim çocuklarımın bunu bilmesine imkan yok. Ben o kare içinde kimlerin olmasını bilir, hemen deklanşöre basarım. Şimdiki nesil onlara pek dikkat etmiyor.

Şimdi sizin arşiviniz Denizli için çok önemli. Bunları devam ettirebilecekler mi?
Ben şimdi bunları taramaya başladım. Kendilerine teslim edeceğim. Onlar da belki kendi çocuklarına teslim edecekler. Böyle bir arşivi bulmaları artık mümkün değil.

Dünden bugüne Denizli’yi gösteren, fotoğraflar da vardır değil mi sizde?
Tabi. Geçmiş Zaman Olur ki diye bir köşem var. Denizlihaber.com’da her Çarşamba yayınlıyorum. Baya takip edilen bir köşemiz, memnunum bende. Denizli’ye, Denizliliye has fotoğrafları paylaşıyorum burada. Bir çoğunun çok güzel hikayeleri de var.

Cengiz Akhisar emekliliği düşünüyor mu? Bu işin emekliliği olmaz tabi ama.
Olmaz, devam. Denklanşöre bastığım müddetçe devam edeceğim. Elim tuttuğu, gözüm gördüğü müddetçe.

Denizli’yi yansıtan tarihi yapılarla ilgili görüşünüz ne?
Bu yapılar abide, yani korunması gereken yapılar. Denizli Lisesi çok özel bir örnek. Bu binaların içerisinde kimler yetişmedi ki, ve yetişecek de. O yüzden korunması tarafındayım. Bizim İstiklal Mahallesi, Rum ve Ermeni mahallesiydi. Kaç tane kaldı bu evlerden? Kalmadı, bitti, sadece fotoğraflarda kaldı. Ben isterdim ki, zaman zaman dile getirmişimdir, bu evler restore edilsin. Yunanistan’dan gelen çok oluyor, dedelerinin yaşadığı evi görmek istiyorlar. Açarsın orayı bir köy yemeği verirsin, kahve ikram edersin. Hem gelir elde edersin hem de dışarıdan gelenler memnun kalır, güzel hatırlar. Denizli’de maalesef yok böyle şeyler.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı
 

İletişim

Tel : 444 1974

Web: http://www.aquacitydenizli.com.tr/

Sinpaş AquaCity Denizli Tanıtım Ofisi

İzmir Asfaltı Üzeri 5. km

Adnan Menderes Bulvarı No: 185

(Eski EGS Park) Denizli