REKLAMI GEÇ

Kerkük’te yaşananları ve kendi serüvenini anlattı

5 Ekim 2017 Perşembe

Bölgemizin en sıcak gündemi Kerkük meselesi. Kürt Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı referanduma katılma kararının alınmasının ardından tüm dikkatler Kerkük’e çevrildi.

Zaman içinde evrilen, Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeden Kürt ağırlıklı bir yapıya bürünen ve mozayiği tamamen değişen Kerkük Meselesi’ne farklı bir pencereden bakalım istedik.

Malum kahvemizi iş dünyasından isimler ile yudumluyor, sohbetimizi de bu çerçevede gerçekleştiriyoruz. Ancak, hem konunun sıcaklığı, hem de konuğumuzun farklı kimliği bu kez bizi hem iş dünyası, hem de Kerkük meselesini birlikte ele almaya yönlendirdi.

Mehmet Hasanoğlu. Ege Prefabrik’in ortaklarından. Onu farklı kılan ve sütunlarımıza taşıyan ise Kerküklü bir Türkmen olması. Hasanoğlu ile 1987 yılında Türkiye’ye iltica etme sürecinden, patronluğa uzanan hayat serüvenini konuştuk. Her ne kadar İltica sürecini, yaşadıkları zorlukları ve Türk vatandaşlığına geçinceye kadarki süreci yazmayı planladığı kitabına saklamak istesek de, biz biraz cımbızladık, küçük notlar da olsa almaya çalıştık.

Bu röportajımızda Mehmet Hasanoğlu’nun işadamı kimliği, inşaat sektörüne bakış açısını, hükümet politikalarına nasıl baktığını okuyacaksınız. Bunun yanında elbette Kerkük meselesi de sohbetimizin önemli bir bölümünü oluşturacak.

Biz sorduk, Hasanoğlu samimi bir şekilde yanıt verdi. Kerkük meselesi neden bu hale geldi? Bölgeyi bu sürece götüren nedenler nelerdi? Türkiye Kerkük meselesinde dik durup, soydaşlarını yeteri kadar koruyabildi mi?

İşte Mehmet Hasanoğlu’ndan samimi analizler:

Mehmet Hasanğlu kimdir? İş yaşamındaki yeri neresidir?
Mehmet Hasanoğlu 1964 Kerkük Tuzhurmatu doğumlu ve Bağdat Üniversitesi mezunu. 1986 yılı mezunuyum ve 1987 yılında Türkiye’ye iltica ettim. İltica etmemin nedeni, İran-Irak savaşı devam ederken Türkiye’ye geldim. 1991 yılında da Türk vatandaşlığına geçtim. Irak’tan geliş nedenimin iki önemli nedeni vardı. İlki Türkmenlere çok ciddi baskılar uygulanıyordu, incisi de savaşa inanmıyordum. Üniversiteyi bitirdikten sonra asker ya da yedek subaylık gelecekti. Eğer askere gidersem oradan kaçmak daha zor olacaktı. Bu nedenle de Türkiye’ye geldim. 1987 yılının 9. ayında Isparta’da zorunlu ikametten sonra iş hayatım başladı. Ben İnşaat Mühendisliği mezunuyum. İlk işim Pamukbank şantiye şefliğiydi. Bu işten sonra Atatürk Barajı’na gittim. Barajda 1989-1991 yılları arasında çalıştım. 1991-1993 yılında Kütahya Tavşanlı’da, ardından Betontaş’ta Denizli fabrika müdürlüğü yaptım. 1999 yılında da kendi işyerimi kurdum ve iş hayatına farklı bir kulvarda başladım. İlk etapta Hasanoğlu İnşaat olarak başladık, 2001 yılında da Serhat Çetinalp ile birlikte Ege Prefabrik’i kurduk, 16 yıldır da prefabrik sanayi inşaatında faal haldeyiz.

“İNŞAAT SEKTÖRÜNDE GENİŞ BİR FAALİYET ALANIMIZ VAR”

İş alanınız neleri kapsıyor? Ne tür işlere imza atıyorsunuz?
Bizim Ege Prefabrik olarak faaliyet alanımız çok geniş. Fabrika binaları, spor salonları, yüzme havuzları, eğitim kurumu binaları, hayvancılıkla ilgili tesisler, köprü yapımı faaliyet alanlarımız içinde. Şu anda Dalaman Havalanı’nın köprülerini, Aydın Büyükşehir Belediyesi’nin Köşk-Dalaman Yolu’nun köprü kirişlerinin üretimi yapıyoruz. Ağırlıklı olarak köprü ve sanayi inşaatlarıyla meşgulüz.

“İŞ KAPASİTEMİZ BİR HAYLİ BÜYÜK”

İş potansiyelinizin yıllık boyutu nedir?
Genelde 50-60 bin metrekare kapalı alan kapasitesiyle çalışıyoruz. Ring alanımız ise 250-300 kilometrelik bir alanda. Bu rink alanımız içinde yer alan illerdeki çalışmalara katılıyor, buralarda hizmet üretiyoruz. Daha geniş bir alana yayılmayı şu anda çok ekonomik bulmuyoruz. Bizim üretim sahamız Denizli’de. Bu mesafelerde nakliyeler rantabıl oluyor, mesafeler arttıkça doğal olarak maliyetlerimiz yükseliyor, rekabet gücümüz azalıyor ve işi alma şansımız ortadan kalkıyor.

Personel kapasiteniz nasıl?
Şu anda 58 mevcut ile çalışıyoruz. İşe göre bu sayı 65’e de çıkıyor, 48’e de yükseliyor. Genelde 50-60 arasında değişen çalışanlarımız var. Bunların 10’u beyaz yakalı olarak tabir ettiğimiz yönetim kesimi, diğerleri de montaj ve imalat üzerine çalışıyor.

Son 15 yılda Türkiye’de inşaat sektörüne ciddi bir yönelme var. İnşaat ekonominin bel kemiğini oluşturur hale geldi. Bu süreçten sizin iş potansiyeliniz nasıl etkilendi?
Son 15 yılda inşaat sektörü çok ciddi bir ivme kazandı. Prefabrikte bu kadar ciddi bilgilere sahip değildik. Genelde çelik ve normal binalar revaçtaydı. Ancak, son 15 yılda önümüz ciddi oranda açıldı. Tarım ve hayvancılıkta bilinç arttı. Şöyle bir geriye gittiğimizde iyi mühendislik ve kaliteli binalar yapılmıyordu. Artık Avrupa standartlarında binalar yapmaya başladık. Denizli’de son dönemlerde yapılan projeleri de beğenerek izliyorum.

Eski teknikler kullanılarak yapılan binalarla prefabrik yapılar arasında nasıl bir fark var?
Prefabrik imalatı farklı yerde, montajı bir başka yerde yapmak demektir. Bir malzemeyi kilometrelerce uzağa taşıyıp, montaj yapıyorsunuz. En önemli kazanımı seri imalat olması. 30 metreye kadar bir yapı düşünün, bu mesafedeki açıklığı ancak çelikle geçebilirsiniz. Çelik ile prefabrik arasında ciddi maliyet farkları var. Bir önemli özellik de süre. Bin metrekarelik bir binanın imalatı ve montajının tamamlanması en fazla 15 gün sürüyor. Çivril’de son yaptığımız hayvancılık tesisini bir hafta da tamamladık. Maliyet çelikle kıyaslandığında yüzde 30-35 daha avantajlı. Türkiye’nin çelik ithalatçısı olduğunu düşünürsek, bunun avantajları daha yüksek.

“İNŞAAT TAMAM AMA…”

Sektörün içinden biri olarak Türkiye’nin inşaata dayalı ekonomisi daha ne kadar devam edebilir? Doygunluk noktası ne olur?
Benim şahsi fikrim, kentsel dönüşümün Türkiye’nin olmazsa olmazlarından biri. 6-7 milyon konuttan bahsediliyor. 1990’lı yıllara kadar yapılan tüm binaların gözden geçirilmesi gerekiyor. Saltak Caddesini, Halk Caddesi’ni düşünün. 1980 yıllarda yapılan binaların çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Köprüler, otoyollar yapılıyor. Bunun 5-10 yıl daha ciddi oranda devam edebileceğini düşünüyorum. Ama bir ekonominin yalnızca inşaat ile yürütülmesine karşıyım. Bunun yanında tarımın da, sanayinin de gelişmesi gerekiyor. Katma değeri yüksek ürünlerde başarılı olmamız gerekiyor.

“İNŞAATA DAYALI BİR POLİTİKA YANLIŞ”

Hükümet politikasına baktığımızda inşaata dayalı bir ekonomi var. Bu doğru bir yaklaşım mı?
Kesinlikle yanlış. Altyapı olmadan bir ülkenin ayakları ciddi bir şekilde yere basamaz. Bunların olması gerekiyor. Ancak ekonominin tamamen buna endekslenmesi yanlış. İş yaşamındaki biri olarak ben bu politikadan memnun muyum? Evet memnunum. Ancak, kenara çekilip bir vatandaş olarak baktığımda bunun yanlış olduğunu görüyorum. Sadece inşaata dayalı bir ekonomi sağlıklı olamaz, diğer kalemlerde de iyi olmalıyız ki ayakta durabilelim.

“YAŞADIKLARIM BENİ TÜRKİYE’YE GETİRDİ”

Sizi özel kılan Kerküklü olmanız. Sizi Kerkük’ten Türkiye’ye getiren nedenleri ve bu süreci anlatır mısınız?
Her Türk vatandaşının, her Türkmen’in, her Azeri’nin hayali bu ülkede yaşamak. Ülkeni bırakmak, anneni-babanı, akrabalarını bırakıp gelmek elbette kolay değil. Ama o günün şartlarında Saddam inanılmaz derecede ayrım yapıyordu, Arap milliyetçiliği yapıyordu, Türkmenleri aşağılıyordu. Kürtlerin durumu bizden çok iyiydi. Kürtlere 1970’li yıllarda Barzani’nin babası sayesinde özerklik tanındı. Televizyonları vardı, kendi dillerinde eğitim alıyorlardı. Bizim ise hiçbir şeyimiz yoktu. Televizyon kanalında yalnızca yarım saatlik hakkımız vardı. 10 dakika haber ve iki türkü çalardı.

Beni bu ülkeye haksızlıklar, İran-Irak Savaşı, yaşananlar beni bu sürece getirdi ve 23 yaşında orada kalmamaya karar verdim. Ailemle durumu konuştum, yalvardılar çıkmamam için, iki ay erteledim, daha sonra kaçtım. Rahat olacağım bir ülkede yaşamak istedim. Derdini anlatıp, çare bulabileceğim bir yer istedim. 1987’de Irak’ta bu yoktu. Ben Bağdat Üniversitesi mezunuyum. Mezuniyet törenime giderken bir trafik polisi çevirdi, ehliyetimi ve kimliğimi yüzüme fırlattı, kovdu. Kendi mezuniyet törenime gidemedim.

“YAŞADIKLARIMI BİR KİTAPTA TOPLAMAK İSTİYORUM”

Geliş sürecinizi ve yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
Geliş sürecimi ve yaşadıklarımı kitap haline getirmek istiyorum. Bu maceramı kitaba saklamak istiyorum. Bazı arkadaşlarımızla konuştum. Yazacağım kitabın geliriyle sağlık ocağı ya da okul yaptırmak gibi bir düşüncem var.

Detaylarını kitabınıza saklayın tamam ama en azından kısaca değerlendirir misiniz?
1987 yılında Zaho tarafından kaçak yollarla Türkiye’ye girmek istiyordum. Tüm hazırlıklarımı da bu doğrultuda yapmıştım. Ancak, Turgut Özal döneminde Irak’taki Türkmenlerin Türkiye’ye girişlerinde kısıtlanmıştı. Mecbur kaldım ve İran’a geçtim. Burada 45 gün kaldım. Irak-İran savaşı olduğu için Kerkük’ten gelenlere iyi gözle bakıyorlardı. Bakış açıları, Irak’ta kalıp bize karşı savaşacaklarına, bizim saflarımıza katılsın, bizim için savaşsın yönündeydi. Girdikten sonra İran’dan bir an önce Türkiye’ye geçmeyi planlıyorduk. Bu kez de İran engeli ile karşılaştık. Türkiye’ye geçmemem için beklemem gerektiğini, ancak Birleşmiş Milletler’in gözetiminde ana yurduma girebileceğimi söylediler.

Resmi yollardan ülkeye girişimin önü kesilince farklı yollar aramaya başladım. Kaçakçı aradık, ciddi paralar ödedim ve Türkiye’ye kaçak yollarla girdim. Türkiye’ye gelince Yüksekova ilk geldiğim yerdi. 1987 yılının 6 ayının 24’ünde Şemdinli’de Türkiye’ye iltica talebinde bulundum. 46-47 gün İran’da kaldım, bunun 15 günü de hep dağlarda geçti. Çok zor bir dönemdi benim için.

Türkiye’ye geçtikten sonra vatandaşlığa geçinceye kadar ne yaptınız? Nasıl yaşadınız?
Türkiye’ye girdikten sonra çok bir zorluk yaşamadım. İlk geldiğimde iltica başvurusu yapmıştım, 1991 yılında Atatürk Barajı’nda çalışırken de vatandaşlığım geldi. Atatürk Barajı’nda çalışırken zaten iznim vardı. Bu nedenle de çok sorunla karşılaşmadım.

“TÜRKİYE KERKÜK İLE İLGİLİ RADİKAL KARARLAR ALAMADI”

Kerkük sizin irtica ettiğiniz dönemden bu yana sorunlar katlanarak büyüdü. O dönemde İran savaşı etkiledi, ardından DAEŞ sorunu vardı. Kerkük’ün sorunu neydi? Türkmenler neden hiç rahat edemedi?
Türkmenler neden rahat edemedi? Türkiye Cumhuriyeti 25 yıldan beri Kerkük’e hep yan gözle baktı. Gerçekçi olarak baktığında, Suriye’den 3 milyon mülteciye elbette misafirperverliğimizi göstereceğiz ama, Saddam’ın devrilmesinden bu yana Türkiye Kerkük ile ilgili radikal hiçbir karar almadı. 2003’den 2005’e kadar tam anlamıyla kargaşa vardı. 2005’te Peşmergeler başladı, çete lideri bugün Kürdistan’ı kurdu. 2005’te Kerkük’ün tüm mozaik yapısı değişti. Türkmenlerin yüzde 50’nin üzerindeydi, yüzde 30 civarında Kürt vardı. O mozaik bozuldu. Saddam gittikten sonra kimse bu yapı yok oluyor demedi. Talefer DAEŞ’in elindeydi. Türkiye’den biri çıkıp da “Burayı boşaltın müdahale ederiz” dedi mi? Demedi. Referandumdan sonra Kerkük’teki kız kardeşimi aradım. Bana söylediği tek söz “İran sizden daha cesur çıktı” oldu. “İran her yeri kapattı, sizden bir hareket gelmedi” dedi. Karşılığında bir şey söyleyemedim.

“HANİ MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI?”

Türkiye nasıl bir politika uygulamalıydı?
Bana konuya duygusal yaklaşıyorsun diyebilirsin. Misak-ı Milli sınırlarımız vardı. Bu sınırlar içinde kalan Kerkük’ü korumalıydık, ezdirmemeliydik. Türkmenler bile artık kendilerini Kürt hissetmeye başladı. Bunun nedeni de güçlünün yanında yer almak zorunda hissettikleri için. Şirvan Sadık Maruf benim okul arkadaşım. Zaman zaman konuşuyorum. “Olum diyorum. Ne oldu sen Barzani tarafından oldun” diyorum. Karşılığı “güçlünün yanında yer alacağız” cevabını alıyorum. Türkmenlerin arkasında kimse yok. Asya’nın bir ucunda olan Myanmar’a sahip çıkıp, sınırın 200 kilometre ilerisindekileri görmezden gelmek olmaz.

“ELİMİZE KALEM ALDIK, SİLAH DEĞİL”

Kerkük’teki Türkmenler bu süreçte ne yaptılar?
Hiçbir şey yapamazlardı. Çünkü yapılarına uygun değildi. Biz elimize hep kalem aldık, hiç silah tutmadık. Bu da bizi güçsüz hale getirdi. Mustafa Barzani 30 yıldır çete, silahlı mücadele yapmış. Türkmenlere bu fırsat verilmedi. Bir başka unsur biz Araplarla Kürtler arasında kaldık. Savaşçı bir toplum haline gelemedik. Coğrafi yapımız da buna izin vermiyordu. Kürtler bu süreci kendileri açısından iyi yönettiler, Kürdistan dediler, referandum yaptılar, yarın da ülke kurmak için adım atacaklar.

“SORUNLARIN ANA NEDENİ PETROL”

Kerkük bölgesinin yeraltı zenginlikleri bunun neresinde?
En tepesinde. Zaman zaman Arap müşterilerim geliyor ve söyledikleri tek şey var. “Ülkeniz çok güzel. Dua edin burada petrol falan çıkmasın. Yoksa sizi de rahat bırakmazlar, paramparça ederler.” Kerkük’te yaşanan tüm kavgaların nedeni petrol. Irak’ın resmi rakamlarda yüzde 45’i, bizim bildiğimiz kadarıyla yüzde 55’i Kerkük’ten çıkıyor. Kerkük’te petrol olmasa kim ne yapsın orayı.

“BUNDAN SONRA BİR ŞEY YAPABİLMELERİ İMKANSIZ”

Kerküklü Türkmenlerin bu süreçteki davranış modeli ne olacak?
Bu süreçten sonra bir şey yapamazlar. Sayısal üstünlüğü kaybettik. Kürtler uzun yıllar nüfuslarını artırmak için sistemli bir çalışma yaptı. Meclise biz 3-4 milletvekili ile girebiliyoruz. Onlar da bir şey yapamaz. Bölgesel yönetimde 41 milletvekili var. 4 milletvekilinin hiçbir etkinliği olmaz.

“UYGULANACAK AMBARGO BELİRLEYİCİ OLUR”

Önlem alınmazsa ne olur?
Irak Hükümeti sınır kapılarına ve gümrüklere 500 asker gönderdi, bunların hiç birini Kürdistan bölgesine sokmadılar, kontrollerine izin vermediler. 10 gündür sınır kapısında tatbikat yapıyoruz. Ne tatbikatı kardeşim, kapatın kapıları.

Müdahaleye nasıl bakıyorsunuz?
Ekonomistler daha iyi analiz edebilir. 1.800 TIR giriyor, bunların maddi getirisi ne kadar, Türkiye’den Irak’a ihracatımız var. Tamam, bunları kabul ediyoruz. Suriye’den gelenlere 30 milyar dolar para harcamışız. Irak ile olan ihracatımız 4 ay dursun. Ne olur? aylık 4 milyardan 16 milyar dolar. Bu onları bitirir. Çünkü tüm ihtiyaçlarını bizden karşılıyorlar. Biz dayanabiliriz, onlar dayanamaz. Ambargoya dayanmalarının imkanı yok.

“KOBANİ MESELESİ BÜYÜK YANLIŞ”

2014’de Kobani’yi yapmayacaktık. 2014’te Peşmergeleri, PKK’lıları bayraklarını sallayarak Kobani’ye girmelerine izin vermeyecektik. Kobani’deki durumumuz ortada. Bizim bunlarla bu kadar sıkı fıkı olmamız yanlıştı. 1991 yılında çete lideri Türkiye Cumhuriyeti’nden kırmızı pasaport aldı, cebine para kondu. Kobani bizim büyük bir yanışımızdı. Şartlarımızı net bir şekilde ortaya koymalıydık. Kerkük, Musul ve Diyale’nin tamamen bölgelerin dışında olduğu şartını koşmalıydık. Çete liderleriyle muhatap olursanız, geldiğiniz nokta bu olur. 2014’te ben bunları söylerken, kardeş kardeş yaşayacağız diyorlardı, kardeş kardeş nasıl yaşadığımız ortada. Türkiye orada bir devletin kurulmasına izin vermez. Ama süreç buraya kadar gelmemeliydi.

“TÜRK DÜNYASI HAYALİMİZ VARDI NE OLDU?”

Türkiye bu saatten sonra ne yapmalı?
Amborga sert ve sistemli bir şekilde yapılırsa sonuç alınır. Dünya zaten referandumu kabul etmiyor ve yok hükmünde sayıyor. Kerkük verilir mi? Bu noktaya gelmesi, konunun tartışılıyor olması bile yanlış. Kerküklü Türkmen olduğum için söylemiyorum. O gitsin, bu gitsin, öteki gitsin. Hani bizim Türk dünyası yükselsin hayalimiz nerede kaldı? Kimse masal anlatmasın. Ya sert bir şekilde müdahale edeceksin, ya da açıkça “biz ekonomik çıkarlarımızı soydaşlarımızın önüne koyduk” diyeceksin. Konu bu kadar net ve açık olmalı.

Yorumlar

MEHMET ALİ TURHAN   -  Bağlantı 17 Ekim 2017, 16:14

geçmişi unutmadan bugünü anlatan, elde ettiği bilgiler ışığında geleceği de yorumlayan bir söyleşi. teşekkür ederim.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı
 

İletişim

Tel : 444 1974

Web: http://www.aquacitydenizli.com.tr/

Sinpaş AquaCity Denizli Tanıtım Ofisi

İzmir Asfaltı Üzeri 5. km

Adnan Menderes Bulvarı No: 185

(Eski EGS Park) Denizli