REKLAMI GEÇ

DALAMAN ÇAYI ÇÜRÜYOR

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Denizli bölge suyolları ile ilgili olarak şehrin mülki amirliği ne yapacak merak ediyorum. Eski Valilerin neredeyse tümü iş adamı ve bürokratlarla gezi fotoğrafı çektirmekten bu işlere vakit bulamıyorlardı. Herhangi birini nehir yoluna gidip “neymiş buranın sorunu görelim” mealinden gezerken görüldüğü vaki değil. Yeni atanan İl Valisi henüz ısınma turlarında. Umarız gelecek günlerde meraklanır ve her yanından sorun fışkıran nehir boylarındaki durumu yerinde görmek için yollara düşer. Dileğimiz bu, şimdilik!

Çevre yazıları yazmak çoğu gazeteci için zaman kaybıdır. Çevreden söz etmek zaman zaman onları entelektüel bir radara soksa da, bundan faydalandıktan sonrası çok önemli sayılmaz. Hafif konulardır. Siyasetin arka bahçesinde dolaşmak, bir-iki dedikoduyu ballandıra abarta yazmak, şöyle çarpıcı bir de başlık bulursa ‘neymiş bu ya’ dedirtmek her zaman tercihi olagelir. Ulusal düzeyde politika ile doğrudan ilişkisi aranır doğa ve çevre haberinin. Yoksa ya üçüncü sayfanın bir kenarına iliştirilir, ya da görmezden gelinir. Yerel ölçekte bu durum daha vahim seyreder. Açın bakın son yılın arşivlerini, kaç çevre haberi bulacaksınız? Yerel tek bir politikacıya ayrılan bir aylık manşet kadar bile değildir.

Oysa doğası, yeşili, suyu-ırmağı, bitki örtüsü, faunası ve doğal yaşama ait diğer formlarıyla çok zengin bir kenttir burası. Her yerinden doğal zenginlik fışkırır. Tarıma en elverişli topraklar bu bölgede. Taşı da altın değerinde. Madencilik sektörünün sorumsuzca devam eden bölgeyi hallaç pamuğu gibi atma faaliyetine rağmen, yeraltı zenginlikleri asırlarca üzerinde yaşayan insanları doyuracak kapasiteye sahip. Toprağa bir tas su dökseniz, ertesi günü bitki tohumu filize döner. Suyu en bol coğrafyalardan biridir. Onca şehirleşme vandallığına karşın sokaklarından, caddelerinden akan su kaynakları kurumaz. Dağları buraların bereketidir. Ormanı besler, kaynakları besler, havayı besler… Çalışkan insanlar diyarıdır. Bütün işsizlik istatistiklerine karşın işgücü değerleri Türkiye ortalamasının her zaman bir tık üstündedir. Sanatçısı, okuyanı, yazanı boldur. Eskiden ciddi beyin göçü yaşanıyorken, şimdi bir ölçüde entelektüel çekim merkezidir. Saydıklarımızın tümünü ciddi bir çalışma yaşamı alışkanlığının üzerine oturtun, nispeten gerçekçi bir Denizli profili çıkarmış olursunuz.

Bütün bunlara karşın temelde eksik olan şey nedir? Yakından ve içinden bakmadığınız sürece göremeyeceğiniz temel eksiklik, kültürel gelişmişlik düzeyidir. Yerel yönetimlerinden sivil kurumlarına kadar her alanda bu eksikliğin yap-boz parçaları gibi dağılmış örneklerine rastlarsınız. Doğru dürüst bir kültür merkezi yoktur. Alışkanlığa dönüşmüş konferans salonu yoktur. Bir tiyatro merkezi yoktur. Bir milyon nüfusuyla övünür, sergi salonu yoktur. Yüz milyonlarca lirayı ‘yüzyılın altyapısına’ harcar, on yıl geçmeden aynı yerde yeni bir ‘yüzyılın projesi’ başlatır. Ama Çatalçeşme bölgesinin viraneliğine dokunmaz. Mimari doku dediğinizde yöneticilerinin tüyleri diken diken olur. İnşaat mühendisi, mimar, planlamacıların tekelinde neredeyse elli yıl yönetilmiştir, tarihsel ve geleneksel dokusu o dönemde yok edilmiştir. Yerel inisiyatiflerin önü açılmaz. Aksine engel olunur. Bağımsız bir girişim olarak başlayan her kültür hareketi, yerel yönetim tarafından ‘biz yaparız’ zihniyetine kurban edilir. Kültür dediğimiz şey sadece okumak-yazmak, sanat yapmak olarak gören başka bir cahilliğin kıskacından kurtulmaz. Çevrenin, doğaseverliğin, korumacılığın bir kültür olduğunu idrak etmekten yoksundurlar. Su bir kültürdür ancak sadece endüstriyel ve soysal ihtiyaç olarak görülür. Kalanını feda etmek meşru görülür. Her şeye maydanoz olup, sonra da biraz tuz, biraz biber ekip çekilmek, ardından ‘ben yaptım oldu’ gösterisiyle yetinmek… bu şehrin kültürel profilini çizmek için yeterlidir.
Büyük Menderes, Çürüksu, Dalaman Çayı işte böyle bir zihniyetin onlarca yıl devam eden hakimiyetine teslim edildiği için şimdiki sonuçlar yaşanmaktadır. Kolayca çevrilemeyecek kadar yerleşik bir kültürsüzlüktür bu.
Günün haberlerine göz atanımız varsa, ilk gözümüze çarpan çevre haberini görmüş olmalılar; Bilim insanları diyor ki, “Geri dönülmez yola girmemek için sadece üç yılımız kaldı.” Nedir bu yol? Uzmanlara göre “dünyanın küresel iklim değişikliğiyle mücadele edebilmek amacıyla gereken adımların atılması için” insanoğlunun önünde kalan zaman! Gerisini düşünmeye gerek var mı?

BU ‘VUSLAT’ OLMASAYDI!
Dalaman çayı üzerinde yaptığımız gezinin son bölüm izlenimlerini yayınlıyoruz. Acıpayam ovasını kesip gelen Kurudere’nin kirli suyu ile nispeten temiz akan Dalaman çayının vuslata erdiği noktada sonrasında ilerliyoruz.
Köke köprüsünü geçtik. Köprü üzerinde durup suyun akışını izleyelim mi? Gerek duymuyoruz. Son gördüğümüz noktadan henüz bir km. uzaklaşmadık. Devam edip Çakır köprüsünü aştık, köprü çıkışında köy çeşmesine yanaştık. Çeşme civarındaki gölgeliğe kasası karpuz-kavun dolu traktörüyle yanaşmış bir çiftçiyle merhabalaşıyoruz. Elimizi yüzümüzü ıslatıp serinledikten sonra çiftçi bizi karpuz tatmaya davet ediyor, reddetmiyoruz. Küçük bir sohbet fena olmaz.

Çakır mahallesindenmiş. Kendi tarlasının meyvesiymiş. Toplamış, bu köşede gelen geçene satıyor. Malum yol Dalaman’a, denize kadar uzanıyor. Başka bir zamanda, başka bir anlayışla çok güzel bir turizm yolu olma potansiyeli var. Ancak şimdinin anlayışıyla kaç yıl sonra olacak bu? Toplam nüfusu elli bini aşmış Acıpayam’a bile 2017 yılında yenice atıksu arıtması yapılıyor. Yol nasıl yapılacak. Yolun devamında, Sandalcık, Yolçatı-Suçatı vadisinde tam elli yıldan beri baraj yapılacak. Hani, nerede? Köyleri, insanları, ormanları, hayvanları yerinden yurdundan ettik ama hala tek kazma vurulmuş değil. Yol nasıl yapılacak? Geçelim.
Karpuzcunun karpuzu tadılıp bırakılacak cinsten değil. O kadar sulu, tatlı, lezzetli. Yoldaşlığımızı yapan Sabit dostumuz dayanamayıp kavunda da tadıyor, karpuzdan bir dilim daha alıyor. Ne de olsa buraların insanı, buraların gönüllüsü, toprağını, ağacını, meyvesini tanıyor. Yola ilk çıktığımızda ovada Karahöyük’e uğramıştık, “Karahöyük ekmeği” aldığımızda da dayanamayıp yan taraftaki kahvehanede ekmeğin birini bölüştürüvermişti.

ORTAK YARGI: BU ÇAY KURTULMAZ
Çiftçimiz, “Dalaman’ın suyunu sulamada kullanmıyoruz. Çay giderek daha da kirlenir, hiç kullanamayız” diyor. Artık bundan sonra kullanılacağından umudu kesmiş. Geçen yıl gezimizde yine burada eski bir minare ustasıyla söyleşmiş, aynı tepkileri almıştık. Demek ki yöre insanının ortak yargısı bu. Bir de umutsuzluk!
Yola çıkıp Kelekçi’ye doğru devam ediyoruz. Suyolunun bu bölümünde görecek fazla bir şey yok. Su kanalları çaya paralel tarlaları sulamak üzere akıyor, çay kendi yalnızlığında yoluna devam ediyor. Yaklaşan yok pek. Çünkü önceden balık vardı hiç olmazsa. Şimdi o da yok. Varsa da çok küçük. Geçen yaz aylarının balık katliamından sonra nehrin bu bölgesinde neredeyse canlı kalmamıştı.
Kelekçi girişinde ilk köprüden Dalaman çayını izliyoruz. Sulama kanalı neredeyse çay suyu kadar kirlenmeye yüz tutmuş. İlaç kutuları, içki şişeleri, plastik kaplar içinde yüzüyor. Çayın etrafı bomboş. Oysa bir yıl önce koyunların sulandığını görmüştük buralarda. Kadınlar çocukların çay suyunda oynayışına refakat ediyordu. Canlılık vardı, insan vardı.

KELEKÇİ SUYU NEREDEN GELİYOR?
Ardından mahalleye su sağlayan pompa istasyonuna yönelip bakıyoruz. Küçük, betonarme bir kulübe burası. Penceresi açık. İki bölümden birisi boş, kapısı bile yok. Kirli yastıklar, kovalar, kutular yerlere atılmış. Diğer bölüm kapısı kapalı. Ama demir parmaklıklı pencere ardına kadar açık. Kapı da hafif tekme darbesiyle açılacak eğretilikte. Pencereden bakıyoruz, yerleşim alanı konutlarına su sağlayan pompanın yerde olduğu görülüyor. Toz-toprak içindeki pompanın sayaç panelinde ışıklar yanıp sönüyor. Belli ki çalışıyor. Dikkate değer tarafı, korumasız oluşu. Su kaynağı nereden geliyor bilmiyoruz. Eğer çevreden verilen bilgi doğruysa, su sondajla elde ediliyor. Böyle bir suyun epeyce derinden çıkarılması gerekir ki derinlik yeterli mi onu da bilmiyoruz. Çünkü Dalaman çayı ile pompa istasyonu arasındaki mesafe yirmi metreyi bulmuyor. Çay suyunun yeraltına süzülme mesafesi ile suyun alındığı nokta çakışıyor olabilir mi? Bu soruların yanıtını DESKİ’ye sorup almak lazım ama galiba, adımızı duyunca başkan ve diğerlerinin tüyleri diken diken oluyor son günlerde. İlk ve ikinci gün aramalarımıza yanıt vermediklerine göre…

KANALİZASYON ATIĞI DOĞRUDAN ÇAYA!
İstasyondan ayrılıp ana yola çıktık. Kelekçi’yi geçip Güney köyü köprüsüne vardık. Çay köprü altından akıp gidiyor. Biz de köprü altına iniyoruz. Manzara dehşet verici. Atılmış koltuklar, minderler, kumaş parçaları karton kutular, ilaç kutuları, plastik ilaç ve içecek şişeleri, ne ararsanız var. Kitap bile…
Geçen yıl buraları çok temizdi. insanlar nehre giriyordu. Nehir kenarı da gölgelik ve dinlenmeye uygun durumdaydı. Bu yıl nehir kenarı kamyonlarca toprakla doldurulmuş. Nehre ulaşmak için tepecikler üzerinde dans ediyorsunuz. Neden olabilir. Az sonra anlıyoruz. Kelekçi’ye bir yıl önce kanalizasyon şebekesi yapıldı. Şebekenin çıkışı Dalaman çayına bağlanmış. Bağlantı boruları da iri toprak yığınlarıyla kamufle edilmiş. Dıştan baktığınızda asla göremiyorsunuz. Toprakları aşıp zar zor kıyıyı bulmalı, sonra aramalısınız, ancak o zaman görebiliyorsunuz.
Koyu ve etrafı kokutan bir yerleşim atıksuyu işte. Evinizde, lavabodan, tuvaletten, banyodan ne çıkıyorsa onun aktığı yer. Biyolojik ve kimyasal ne varsa dışarı verdiğiniz, onları dalaman çayına salmış kanalizasyon şebekesi. Başka nasıl anlatılır bu görüntü bilmiyorum. Bir iki kare fotoğraf çekmeye çalışıyorum, çok zor. Çıkıyorum.

ŞİMDİ İYİ ŞEYLER ZAMANI
Gireniz Vadisi adı Anadolu’nun pek çok yer isimleri gibi gizemli bir havaya sahip. Sesteki müzikal güzellik bir yana, vadinin doğal güzelliği de ismin bu niteliklerini tamamlıyor. Diğer yandan egzotik bir çağrışımı var. Bölgeden Akdeniz’e açılan en güzel yolun kesip geçtiği yer olmaya aday. Vadiden sonraki başka vadiler, kanyonlar, barajlar, göletler… denize doğru insanın doğa sevgisini kamçılayan bir coğrafya. Gidip görmeyi, gezmeyi ihmal etmemek gerektiğini düşündüğüm ender yerlerden. Bir kez değil, ara ara ziyaret etmekten büyük haz duyuyorum. Kanyonlarında kurduğum bir çadırda sabahlamak, göletlerinde olta atmak, yol boyunun çiftçilerinden sebze meyve almak bu keyfi her seferinde daha da katlıyor. Ne var ki bu kez o kadar gidemeyeceğiz.


Yolumuzu Kelekçi’den sonraki en sulak yerleşime, Gölcük’e çeviriyoruz. Orada öğle yemeği olarak fırında tereyağlı alabalık, mısır ekmeği, salata ile öğünümüzü yemek niyetindeyiz. Beşoluk’tayız. Oluklardan akan çeşmelere yanaşıp elimizi, yüzümüzü yıkayıp, boynumuzun terini alıyoruz. Sonra en koyu gölgedeki masayı seçip siparişimizi veriyoruz. Yaklaşık bir saat kadar kalıp kalkıyor, son olarak görmek istediğimiz Eskiköy kanyonuna yollanıyoruz. Kurumuş dere yatağında biraz serinliyor, biraz fotoğraf çekiyor ve Dalaman serüvenimizin bu bölümüne nokta koyuyoruz.

BİTTİ.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı