REKLAMI GEÇ

GİRENİZ’DE SUYUN ÖTEKİ ADI: DENİZ

24 Kasım 2016 Perşembe

ic_kapak

Dalaman Çayı gezilerinin en keyifli bölümü Acıpayam-Kelekçi’ye doğru başlayan Gireniz Vadisi ve ötesiydi. Ovadan ayrılıp giderek daralan tarım arazileri, sonunda vadinin iki yakası arasındaki zemin düzlüğüne sıkışıp kalıyor. Ortadan çay geçiyor, iki yanındaki araziler, vadinin her iki yanındaki yüksek dağ yamaçlarının eteklerine uzanıyor. Bu arazilerde çoğunlukla bağ-bahçe tarımı yapılıyor. Arazi yetersizliği nedeniyle hayvancılık yüzlerce yıldır vazgeçilmez bir tarım girdisi olmaya devam ediyor.

Gezilerimizin Ağustos ortalarından başlayarak, Ekim ayı başına kadar devam eden bölümleri içinde yer yer yaptığımız görüşmelerin kayıtları var. Bunlar bazen bir köy sakini, bazen bir kahvehane müdavimi ya da kasaba restoranında işletmeci olabiliyor. Ya da bizim gezimize eşlik eden emekli bir öğretmen.

İşte size bölgeden emekli bir köy sakininin kayda aldığımız sohbetinden bir bölüm. Çakır Köyü sakinlerinden, bölgedeki çoğu minarenin yapımına emeği geçmiş eski bir inşaat ustası Hamza Kef’in söyledikleri:

“Tarlada çalışırdık o zamanlar. O günün işi bitti mi, akşamdan testiyi çay suyundan doldurur, sabah yeniden geldiğimizde buz gibi içerdik. Ama şimdi çayın kokusundan yanına yaklaşılmıyor. Bu durum birkaç yıldan beri böyle, önceden bu kadar değildi. En çok hayvan çiftliklerinden geldiğini söylüyorlar. Orası kokudan geçilmiyor. Köke’den bu tarafa sulamada yetişen meyve-sebze yenmez. Bırak bizi, hayvan bile o suda yetişen otu yemiyor. Zaten toprağımız az, tarım yapamıyoruz. Sadece sebze yetiştiriyoruz. Çoğu kendimize yetecek kadar üretiyoruz.”

Beşoluk’ta, Beşoluk Restoran işletmecisi Şeref Evran’ın söyledikleri de farklı değil:

“Dalaman Çayının kenarını eşelersin, oradan su çıkar, buz gibi olurdu, o suyu içerdik. Şimdi de suya bulaşan ölüyor. Bayramda (Temmuz 2016 başında, Ramazan Bayramının 2. günü) balık ölüsü aktı. Şu anda balık yok. Ancak barajdan çıkıp gelen olursa temiz zamanında, o zaman olur. Yoksa iki yıl daha bekleriz. Burada çok balık vardı eskiden, şöyle şöyle (30-40 santimi işaret ediyor) balıklar. Aynalı sazan, çay balığı çıkardı en çok. Bizim buradan (Beşoluk kaynağı) çıkan su da dolaşıp Gireniz (Dalaman) çayına karışıyor, içim acıyor. Temiz suyu da kirletmiş oluyoruz. Halbuki tertemiz suyu başka şekilde değerlendirsek ya!”

YEREL KÜLTÜR AŞIĞI ÖĞRETMEN
Gireniz-Kelekçi gezimizin rehberliğini yapan emekli bir öğretmendi. Yöre üzerine araştırma ve basılı kitabı da bulunan Şakir Erez Hoca, tıpkı bir Köy Enstitülü öğretmen kültürüne sahip. Ben onları toptan Cumhuriyet öğretmeni modeli olarak tanımlıyorum. Onlar, her konuya kafa yoran, her şeyi sorup sorgulayan, toplumcu değerlere yönelen en ufak bir saldırıya karşı her an uyanık ama her şeyden daha fazla yaşadığı coğrafyanın refahı üzerine mesai harcayan, sivil yurttaşlık bilinci gelişmiş, ekonomiden sanata çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerden geri durmayan özelliklere sahiptirler. Şakir Hoca da onlardan biri.

Kendisiyle ilk kez Acıpayam Girenizliler Derneğinden Sabit Kızılhan’ın rehberliğinde yaptığımız Kurudere’den Beşoluk’a uzanan gezimizde tanıştık. O gün diğer görüşmelerimizde olduğu gibi bahçede biber suluyordu. İşi bıraktı ve bizimle orman piknik alanında buluştu. Buluşmamız uzun sürmedi. Tanışma faslından sonra gezi amacımızı anlattık, sorular sorduk. İşte o ilk görüşmede Hocanın sorularımıza verdiği yanıtlar:

“Dalaman Çayı kurtulmadığı sürece bu bölge için ne yapsanız yetersiz. Şurada içilebilir durumdaki Dalaman çayını bile koruyamıyorsanız siz hiçbir şey başaramazsınız. Biz vadiyi saran iki dağ sırası arasında olduğumuz için öyle aman aman bir tarımımız yok. Bizim tarımımız meyvecilik, bahçecilik, hayvancılıktan ibaret. Büyük tarımsal yatırımlara elverişli değil bölgemiz. Ama bu şekliyle yapılan tarımla suya daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Suyumuz ise her gün daha fazla kirleniyor. Bunun da bir şekilde toparlanması gerekir. Herkes bireysel olarak bu gidişten rahatsız. Ne yazık ki korkudan seslerini çıkaramıyorlar. Neden, muhtarlardan korkuyorlar! Onlarla her gün yüz yüzeler. Biz burada bir muhtarlar toplantısı yapalım dedik, daha biz toplantıya varmadan yakın köyün muhtarı diğerlerine dönüp ‘aman ha arkadaşlar burada böyle bir şey olmayacak, çabuk dağılın’ demiş. Bir başkası gelmiş,’ aman ha jandarma toplantıyı dağıtacak kimse katılmasın!’ Yani engellemeye bak! Benim seçtiğim muhtar toplantıya gelmiyorsa, benim hakkımı savunmuyorsa köylü gelir mi? Biz yüzyıllardır işin kolayına kaçmışız.”

Hoca bu ilk görüşmemizde vadinin profilini bize bir çırpıda böyle özetlemişti. Sorunlarını, çözümsüzlüğün kaynaklarını sıralamıştı. Halkın tepkisi ya da tepkisizliğini böyle ortaya koymuştu.

O gün vedalaşırken, kendisinden yine buluşma sözü aldık. “Bu kez sabahtan gelin, akşama kadar sizi gezdirelim. Bizim yöremiz çok güzeldir, sadece olumsuzlukları değil güzelliklerimizi de gösterelim” diyerek bizi yolcu etmişti.

BU KÜTÜPHANE KİMİN?
Yaklaşık bir ay sonraki Gireniz Vadisi gezimizin rehberi bu kez Şakir Hocaydı. Bizi sabah-öğle arası bir saatte alıp Kelekçi ve civarını gezdirdi. Çayın bağlantı kollarını, kirlenme yollarını, su kaynaklarını dolaştırdı. Yörenin güzelliklerini gösterdi, özelliklerini anlattı, sorularımızı yanıtladı.

Şakir Hocanın gezi rehberliğimizi üstlendiği gün Çevre ve Su Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Duran ve Yard. Doç. Dr. Gürçay Kıvanç Akyıldız’la birlikte yola çıktık. Onlar Dalaman Çayının muhtelif bölgelerinden su örnekleri alacak ve ölçümler yapacak, ben de onlara bazen rehberlik, bazen yoldaşlık yapacağım. Bir akarsu üzerinde yapılan ölçüm ve örnekleme çalışmasına da yeniden tanık olacağım.

Saat 10.00 civarı Kelekçi’deyiz. Şakir Hoca ile Kelekçi’nin orta yerindeki büyük parkta buluşuyoruz. Biz büyük park diyoruz ama bildiğimiz tek park bu. Bize kasabanın büyük parkı gibi geliyor.

10

Hoca işi kafasında planlamış. Önce çaylarımızı içelim diyerek parkın arkasındaki bölümde bulunan kahveye götürüyor. Açık alana atılmış masalardan birinde çaylarımızı yudumluyoruz. Karşımdaki ara sokakta, binanın ikinci katına asılmış bir levha oldukça ironik duruyor. “T.C. Kültür Bakanlığı Kelekçi Halk Kütüphanesi”, konuya olan duyarsızlığın tipik bir örneği olarak sırıtıyor. Başka bir konuda olsa asla izin vermeyeceği böyle bir duyarsızlığa, Bakanlığın ilgisizliğinin yansıması.

Nedir bu duyarsızlık dediğimiz şey, açıklayalım. Türkiye’de Kültür Bakanlığı adıyla bir kurum yok. 2003 yılında yapılan bir düzenleme ile Kültür Bakanlığının adı “Kültür ve Turizm Bakanlığı” olarak değişti. O dönemdeki Bakan, sonradan AKP içinde sabık hale gelen Erkan Mumcu idi. Daha sonra Bakanlık adı hiç değişmedi. Hala Kültür ve Turizm Bakanlığı! Ama nedense, adı değiştiğinde çöp bidonlarına bile yeni adını kazımayı ihmal etmeyen ilgili kurumlar, iş kültür sanat gibi daha marjinal ya da ikincil gördükleri konulara geldiğinde, umursamazlıkları aymazlığa dönüşüveriyor. Konu ikincil mi görülmeli? Kütüphane gibi, bir toplumun kalkınmasının bilimsel anahtarını elinde bulunduran yerlerin ikincil görülmesinin sonuçları bu gün ortada!

Kütüphane işliyor mu, bilmiyorum. Şakir Hoca’ya danıştığımda, o da tam olarak bilmediğini ifade etti. Konuyu bir de Acıpayam İlçe Halk Kütüphanesine soruyorum. Kütüphane Müdiresi Aysun Özkan, orasının şube olduğunu ve Bakanlığa bağlı olarak kütüphane hizmeti vermeye devam ettiğini belirtiyor.

Kafamda bu düşüncelerle kalkıp kütüphane levhasını fotoğrafını çekiyorum. Benimle birlikte çaylarını içen ekibimiz de kalkıyor.

2

“BÜYÜKŞEHİR ÇALIŞIYOR!”
Şakir Hoca Kelekçi de bir iki yer göstermek istiyor. Tamam diyor, geziyoruz. Bizi önceki kasaba belediye başkanının seçim yatırımı olarak başladığı bir garabet yapının önüne götürüyor. Küçük sanayi olarak öngörülmüş bir düzenleme. Birkaç küçük kulübenin yan yana sıralanıp bırakılıverdiği yer şimdi atıl ve işlevsiz. Mahalle insanı kendi ihtiyacı için kullanıyor. Kimisi traktörünü çekmiş, kimisi kasasını. Önündeki boş alan da kum yığını, parke taşları ve bolca toz toprakla yeniden ele alınmayı bekliyor.

Fazla oyalanmıyor, aracımıza yöneliyoruz. Günler kısalıyor. Ayrıca saat 18.00 civarında başka bir randevuya yetişmek için Denizli’de olmalıyız. Elimizi çabuk tutmakta yarar var.

Ayrılırken, miadını doldurduğu düşünülüp terk edilmiş eski yapılar çarpıyor gözüme. Birkaçını fotoğraflıyorum.

3

Denizli Büyükşehir Belediyesinin çalışmaları nedeniyle yollar tek şeride indirilmiş. Kanalizasyon çalışması olduğu belli. “Büyükşehir Çalışıyor” yazan ayaklı seyyar levhalarla yol şerit kullanımı yönlendirilmesi yapılmış. Sanki Büyükşehir’in çalışıyor olması bir lüks, bir ayrıcalık, bahşedilmiş bir ödül gibi! Elbette çalışacak. Ne için seçildi ki? Bunu göze sokmanın manası ne?

ÇÖPTEN DERELER DALAMAN’A!

Kelekçi’den çıkıp Akşar köyü yönüne devam ediyoruz. Bir süre sonra Dalaman Çayına yönelip, köprüden karşıya geçiyor ve sağa, Değirmenderesine dönüyoruz.

Şakir Hoca nereye gittiğimizi o zaman açıklıyor. “Burada” diyor “Dalaman Çayının kirletilmesine göz yumuyoruz. Bunu kendi atıklarımızla yapıyoruz. Sadece Acıpayam Kurudere’den gelen kirleticiler değil söz konusu olan.” Kelekçi kanalizasyonu da bu kirleticilerdenmiş. Ayrıca Acıpayam İlçe Belediyesi, yerleşim katı atıklarını Dalaman Çayına bağlanan bir dere yatağına döküyormuş. Şimdi bizi götürdüğü yer de orasıymış.

Bir süre toprak yolda gidiyoruz. Sonra köy yoluna giden köprü altındaki dere yatağına inip yatak boyunca ilerliyoruz. Burasının adı Ören Deresi, adını yakındaki köyden alıyor. Genişçe dere yatağından anlaşılan o ki, kışın dağın kar suyunu, yağmur suyunu yüklenip dalamana taşıyor.  O nedenle olsa gerek hayli geniş bir yatak. Zaten birazdan daha geniş bir noktada Belediye katı atıklarından oluşan yükseltilerle karşılaşıyoruz. Daha fazla devam etmeyip aracı durduruyoruz. İnip çevreyi fotoğraflıyorum. Hayli ilginç bir yer. Yatağın iki yanı, suyun sürükleyip bıraktığı çöp yığınlarınca kuşatılmış. Ortada oldukça yüksek tümseklerden oluşan küçük çöp dağları var. Dere boyunca çöpler dağılarak gidiyor. Mevsim yaz sonu olduğundan yağmur yağmamış henüz. O nedenle çöpler yığılmış. Yağmur yağarsa bu çöp yığınları doğruca Dalaman Çayına gidecek. Başka akarı yok. İnanılmaz bir plastik ve ağır çöp kokusunda fazla kalamıyor, yeniden aracımıza doluşup ayrılıyoruz.

4

SU… GÖL… DENİZ…”

Hani bize güzelliklerden söz etmişti ya Şakir Hoca, şimdi de oraya gideceğiz. Geldiğimiz yoldan dönüp Dalaman çayı üzerinden geçtiğimiz köprüye varıyor, yeniden sağa dönüp yamaçlara, Benlik yoluna sarıyoruz. Belli ki Hoca da uzun zamandır bu bölgeye pek uğramamış, önce yolu şaşırıp epey gidiyor, tepelerdeki Benlik Köyüne varıyoruz. Sonra fark edip geri dönüyor ve yolun doğrusunu buluyoruz. Benlik yolu üstünde şelaleye geldik.

5

Burası oldukça yüksek bir bölge, hayli tırmanarak ulaşılıyor. Ama değer mi derseniz, değer! Hem manzarası, hem doğal haliyle korunuyor olması ve hem de suyun temizliği ile bu suda yetişen alabalıkların lezzeti müthiş bir doğallık içeriyor.

Önce şelaleyi geziyoruz. Mustafa Hocayla oturup bir süre sohbet ediyor, fotoğraf çekiyoruz. Bu sırada Gürçay Hoca elinde ölçüm aletleri ile şelalenin aktığı noktada, bir de alabalık yetiştirme bölgesine yakın noktalardan birinde su ölçümleri yapıyor.

Bir süre sonra Şakir Hoca’nın yemek teklifi ile şelale akarının tam üzerine inşa edilmiş küçük restorana oturuyoruz. Balıkları beklerken Şakir Hocaya dönüp, “Hocam boş durmayalım, bu günkü geziyi bize özetleyiverin” diyorum, “tamam” diyor. Ses kaydını açıyorum:

“Kelekçi’den çıkıp Ören yoluna girdik. Oradan Acıpayam Belediyesinin çöplüğünü gördük. Çöpler yağmur ve sel sularıyla Dalaman Çayına taşınıyor. Taşkınların önlenmesi ve ovanın sulanması şart. Şimdi Benlik tarafında, şelalede, alabalıktayız. Suyu Benlik tarafından geliyor, o nedenle Benlik şelalesi de diyoruz.”

O an ilginç bir şey duyuyorum. Şakir Hoca restoran sorumlusu gence “burasının önceki adı neydi” diye sorduğunda “Deniz mevkii” cevabını alıyor. İrkiliyorum. Dahası, buraya gelirken Gölcük kasabasından geçiliyor. Su… Göl… Deniz!

Burada kısa bir açıklamaya ihtiyaç var. Birkaç yıl önce Büyük Menderes Nehri üzerinde geziler yapıyor, yazılar yazıyordum. Gezinin ilk aylarında Çivril-Çal arasındaki yol üzerinde, Kavak köyü sakinleriyle konuşurken, nehrin kirliliğinden şikayet ederek, “hayvan ölülerini denize atıyorlar, kirleniyor, onun için hayvanımızı denizde sulayamıyoruz” demişlerdi. Ben de bunu “Denizli adı nereden geliyor” tartışmalarını mutlaka Orta Asya göç kültürüne bağlama heveslisi “prof”lara karşı bir gün gerekir diye notlamıştım. Daha sonra bir-iki kez daha aynı güzergah üzerinde bunu duydum. Şimdi burada, Deniz seviyesinden hayli yüksekte ve yüzlerce kilometre uzakta yine aynı sözcüğü duymak beni gerçekten irkiltti. Hala merak ediyorum, bu deyim suya ilişkin olmasına karşın sadece Denizli coğrafyasına özgü bir anlamlandırma mı acaba? Bir gün umarım doyurucu bir yanıta ulaşırım.

6

ALABALIK: HEM KIZARTMA HEM FIRIN

Şakir Hoca devam ediyor:

“Buranın kendine özgü bir bitki örtüsü var. Havası ve iklimi de geldiğiniz yerden kısmen farklıdır. Tüm bu güzelliklere karşın hala buradan iç göç var. Sebebi vadideki ovanın taşkın önleme ve sulama sistemlerinin kurulmayışıdır. İnsanların burada ikamet etmeleri için cazibe yaratılamayışıdır. Dalaman Çayı ıslahı sağlanarak beraberinde yöre turizm bölgesi ilan edilmeli. Göç ancak böyle önlenir. 1800’lerde buraları eşkıyaların yaşadığı yerlermiş. Şimdi ise Kelekçi 25 yerleşim yerinin ortasında. Bölgeyi verimli kılmak istiyorsanız Kelekçi’nin ilçe olması gerekiyordu ama ne yazık ki bunun yerine mahalleye dönüştü.”

7

Hoca ile sohbetimiz başka minvalde devam ediyor. Şelale önündeki çınar ağacı gövdesine kazınmış aşk feryatları bize edebiyatı hatırlatıyor. Mustafa Duran ve Gürçay Akyıldız’da sohbete katılıyor, biraz edebiyat, biraz kültür, kitaplar, yazılar, araştırmalar… üzerine laflıyoruz. Şakir Erez’in bir kitabı var. Kelekçi üzerine hazırladığı bir tür yöresel kültür araştırması yayını. Yıllar önce hazırlamış. Şimdiki Kelekçi biraz daha farklı görünse de, temelde pek bir şeyin değişmediği söylenebilir.

Bu arada yemekler geldi. Taze alabalığı hem kızartma hem de fırın, bir arada deneyelim demiştik, lezzeti yerli yerinde. Yemek uzun sürmüyor. Çabuk acıkma sebebimiz dağ havası olmalı. Ardından yeni demlenmiş çayları keyifle yudumluyoruz.

ÇAKIR’DAN KURUDERE’YE

Artık kalkma zamanı. Zaman akıyor. Daha yapacak işlerimiz var.

Dalaman çayı üzerine yollanacağız. Mustafa Duran ve Gürçay Hocalar bazı noktalarda ölçümler yapıp, numuneler alacak, suyun biyolojik kirliliğine ilişkin bir çalışma yapacaklar.

Şakir Hoca, Dalaman üzerine indiğimizde köprü üstünde durup numuneyi buradan alabileceğimizi söylüyor. Kelekçi yerleşiminin atıkları gerideymiş ve bu nokta atıklardan sonra geliyormuş. Duruyor, kıyıya iniyoruz. Kurumuş dalların arasından yol açıp suya ulaştığımızda, suyun biraz bulanık aktığı görülüyor. Yakınlarda yağan yağmurdan kalma olmalı.

8

Bir süre ölçüm aletleriyle suyun oksijen vb. değerleri ölçülüyor, ince eleyici süzgeçlere alınan kıyı çamurundaki mikro canlı (fauna) numuneleri alkol içerikli tüplere alınıyor, bu işlem hem Mustafa Hoca, hem Gürçay Hoca tarafından birkaç kez yineleniyor.

Suyun oksijen değeri olarak göstergede beliren rakamların neyi ifade ettiğini bilmiyorum. Sormuyorum da. Çünkü sonradan yapacağımız değerlendirme konuşmasına keyifli birkaç konu kalsın istiyorum. Benim için sürpriz bilgi olsun.

Sonrasında Şakir Hoca Kelekçi atıklarının atıldığı noktadan da numune alamaz mıyız diye soruyor Mustafa Hocaya. O da gerek yok diye yanıtlıyor. Ben sonradan niçin gerek duymadığını sorduğumda, tam atık noktasının suyun gerçek kirliliğine gösterge sağlamayacağını, akış bir süre devam ettikten sonra alınan örneklerin daha doğru sonuçlar vereceğini açıklıyor. O nedenle örneklediğimiz köprü altı noktasının veri elde etmek için şimdilik yeterli olduğunu belirtiyor.

Kelekçi’ye geri dönüyor ve Şakir Hocaya rehberliği, verdiği bilgiler ve yemek için teşekkür edip vedalaşıyoruz.

BİZİM PLASTİK SÜZGEÇ 5 LİRA!

Kafamda baştan beri belirlediğim birkaç nokta var. Oralardan örnekler almak üzere yol arkadaşlarımı yönlendiriyorum. İlk nokta Çakır Köyü köprüsü. Köprü altından aynı biçimde numuneler alıyoruz. Yapılan ölçümlerde elde edilen ilk verilerle ilgili olarak Gürçay Hoca, olumsuz biçimde kafa sallıyor. Oksijen beklediğinden düşükmüş. Bulguladığı canlı örneklerine göre de burada organik karışım varmış. Yani yerleşme atığı ya da organik atık üreten bir işletme atığı olasılıkla nehir suyuna karışıyor olabilirmiş.

İşimizi bitirip diğer noktaya geçiyoruz. Köke köprüsü ikinci durağımız oluyor. Burayı seçiş nedenimiz, ovadan gelen kirliliğin ana taşıyıcısı olan Kurudere ile Dalaman Çayının birleşme noktasının yaklaşık üç kilometre uzağında olması. İşimiz çok sürmüyor. Ancak kirlilik Çakır köprüsü altındaki ölçüm sonuçlarından daha yoğunmuş.

9

Köprü üstünden çıkıyor ve Bedirbey köyü girişine varıyoruz. Bir de temiz sayılır bir noktadan, Gölhisar yönünden gelen kesimden örnek alalım istiyoruz. Önce Jandarma durduruyor ne aradığımızı soruyor. Onun merakını gideriyoruz. Sonra Bedirbey’e girmeden sağa sapıyor, Dalaman Çayının geliş yönüne doğru sağdan takip ediyoruz. Bir-iki kilometre sonra en uygun noktaya varıp iniyoruz. Çay suyu burada geniş bir yataktan akıyor. Temiz görünüyor. Yine ölçüm aletleri çıkıyor, yine numune alımı için plastik süzgeçlerle çamur eleniyor, yine ayıklanan canlılar alkol dolu tüplere alınıyor.

Dikkatimi çekiyor, Mustafa Hocaya soruyorum: “Hocam bu eleme süzgeçlerinin ucuz plastikten olmasının anlamı var mı?” Hoca biraz kalender, biraz muzip biçimde yanıtlıyor, “ne kadar para o kadar teknoloji” diyor, sonra açıklıyor; “aslında bu işi yapan Amerikan tip aletler var, değeri yüzlerce doları buluyor. Ama yaptığı iş aynı! Ek hiçbir özelliği yok. Çöpe atacak parası yok bu üniversitenin. Biz aynı işi 5 liralık plastikle de yapabiliyorsak neden yüzlerce dolar verip Amerikan işi kullanalım? Yazık değil mi bu halkın parasına?” Susuyorum.

İşimiz bitti. Güzel sayılır fotoğraflar çekiyorum bu arada. Şimdi en önemli noktalardan birine doğru gidiyoruz. Dalaman Çayına, Acıpayam ovası işletmeleri, yerleşmeleri, kaynakları, atıkları vs… ne varsa hepsini getirip taşıyan Kurudere ana kanalı ile birleşme noktasına!

Burayı daha önce de defalarca yazdık, yinelemeye gerek yok. Örnekleri alıyor, ölçümleri yapıyor bilim adamlarımız. Ardından son ölçüm noktasına yollanıyoruz. Önce Acıpayam’a varıyor, Gedikli köprüsüne yöneliyor, Kurudere’nin ortalarında, tüm yaz boyunca kirlilik tartışmalarının odağında yer alan Atasancak Tarım İşletmeleri su pompa istasyonunun bulunduğu yere ulaşıyoruz.

Son ölçümler burada yapılıyor, numuneler buradan alınıyor. Su yaz günlerinden daha gür ve nispeten temiz sayılır. Belli ki yakınlarda yağan yağmur suları kanalı doldurmuş.

İşimiz bu günlük bitti. ‘tası-tarağı’ toplayıp Denizli’ye doğru yola çıkıyoruz. Gürçay Hoca’nın kızına verdiği sözü yerine getirmesi için istediği saatte dönüşümüz tamamlanıyor.

Önümüzdeki haftanın yazısı bu günün devamı olacak. Ama artık bir hikaye anlatmayacağız. Oldukça teknik ama baştan beri merakımızı toplayan bir konuya; Çay suyunun kirlilik oranına ve ova atık sularını taşıyan Kurudere’nin kirlilik unsuru ile ilgili rolüne odaklanacağız. Yani bu gezide nehrin muhtelif noktalarından alınan numuneler ve yapılan ölçüm sonuçları ile birlikte diğer sonuçları haftaya bizzat Prof. Dr. Mustafa Duran’ın değerlendirmeleri ile birlikte paylaşacağız.

Devam Edecek

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı