REKLAMI GEÇ

Yıkılan Berlin Duvarı yolunu açtı

1 Aralık 2015 Salı

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-hh

Babasının yanında çalışmak için Akşam Lisesi’ne gitti. Üniversite eğitimine gazeteci olmak için başladı. Ama iş tarafı ağır basınca Denizli’ye dönüp tekstilci olan Hüseyin Memişoğlu, bugün ihracat yapan Makroteks Tekstil Sanayi Ticaret Limitet Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı koltuğunda oturuyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ikiye bölündü. Biri Batı, diğeri Doğu Almanya adını aldı. Batı Almanya (Federal Almanya) NATO, Doğu Almanya (Alman Demokratik Cumhuriyeti)  Varşova Paktı üyesiydi. Aynı ulus, iki devlet ve ortada Doğu’dan Batı’ya kaçışları önlemek için 1961’de bir gecede inşa edilen 46 kilometrelik Berlin Duvarı. O duvar 13 Haziran 1990’da da yıkıldı. Yıkılan duvar iki ulusu birleştirirken, ihracat hamlesi başlatan Türkiye için Almanya daha da büyük pazar haline gelmiş, birçok Denizlili işadamına fırsat kapısı açmıştı. İşte o kapıdan geçip, fırsatı değerlendirenler arasında Celal ve Hüseyin Memişoğlu da bulunuyordu.

Kaleiçi Çarşısı’nda dokuma ürünleri satan, Suudi Arabistan’a namaz örtüsü ihraç eden baba-oğul, yıkılan duvarı altın fırsat olarak değerlendirip Almanya pazarına nevresimle adım attı. 1993 yılında da Makroteks Tekstil Sanayi Ticaret Limitet Şirketi’ni kurdular. Akhan Mahallesi’ndeki fabrikada bugün havlu, bornoz, ev tekstili, otel tekstili ve fantezi kumaş üretimi yapılıyor.

Şirketin başında da gazeteci olma hayaliyle Ege Üniversitesi’ne giren, ancak daha sonra tercihini ailenin işinden yana kullanıp eğitimini tamamlamadan Denizli’ye dönen Hüseyin Memişoğlu bulunuyor. Bir yandan kahvemizi yudumladık, bir yandan sohbetimizi yaptık. İşte küçük yaşlarda başlayan iş hayatının öyküsü.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-5

İLKOKULDAN İTİBAREN ÇALIŞMAYA BAŞLADI
Hüseyin Bey, sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım. Bize kendinizden söz eder misiniz biraz?

1964 Denizli doğumluyum. Anne ve babam Babadağlı. Doğal olarak ben de yüzde 100 Babadağlıyım. Gazi İlkokulu’nun ardından Pamukkale Ortaokulu’nu bitirdim. Akşam Lisesi mezuniyetimden sonra Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’ne girdim. Ancak aile işi nedeniyle bir tercihle karşı karşıya kaldım. Ya okula devam edecektim ya da aile işini tercih edecektim. Aile işini tercih ederek, üniversite eğitimimi bıraktım.

Bırakmasanız meslektaş olacakmışız…

Ben şöyle baktım konuya… Üniversite diploması iş garantisi değil. Tamam; üniversite insana bir vizyon katıyor, dünya görüşünü farklılaştırıyor, olaylara bakış yeteneği kazandırıyor, çevre kazandırıyor. Ama o gün bir karar vermem gerekiyordu, verdiğim karardan pişman değilim.

Denizli’ye baba işini sürdürmek üzere döndünüz. Ne iş yapıyordu babanız?

Biz aileden tekstilciyiz. Dedem, Babadağ’da bakkaldı. Her evde bir dokuma tezgahı mutlaka vardı Babadağ’da. Babam da askerlik sonrası Babadağ’dan çıkmış ve Denizli’de amcasının yanında çalışmaya başlamış. 1969’dan sonra da kendi işyeri açmış. Biz gözümüzü açtığımızda Kaleiçi’nde bir dükkanımız vardı. Çocukluğum Kaleiçi’nde geçti. İşyerimiz bugünkü adıyla ev tekstili ürünleri satıyordu. O dönemdeki ismi “Yerli Dokuma Ticarethanesi”ydi. Hatta o levha hala durur, “Celal Memişoğlu Yerli Dokuma Ticarethanesi” diye yazar üzerinde.

Çalışmaya küçük yaşlarda başladınız bu durumda…

İlkokuldayken sabahçı olduğumda öğleden sonraları, öğleci olduğumda ise sabahları Kaleiçi’ndeydim. Benim yaşamımda ticaret ile tahsil aynı gitti. Akşam lisesi okumamın sebebi de gündüz dükkanda çalışabilmek içindi.

Hep işi düşünmenize bakarsak ailenin tek erkek çocuğu musunuz?

Ben, bizim ailenin tek oğluyum.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-2

ÜRETİM YAPACAĞI MAKİNEYİ GÖRMEK İÇİN İŞE GİRDİ

Yani “işi benim düşünmem” diyerek hareket ettiniz hep?

Öyle oldu… 1980’lerde ihracat gündeme geldi. Biz de Suudi Arabistan’a namaz örtüsü satmaya başladık. Sonra Berlin Duvarı yıkıldı, Almanya’ya nevresim satmaya başladık. İhracatla tanışmamız böyle oldu. O zaman ki işimiz imalattan çok fason üretimle satıştı.

İlginç bir anımı paylaşayım sizinle. Namaz örtüsünü pres ütü tarzında bir şeyle basıyoruz. Bunun bir yerde rotatif şeklinde basıldığını duyduk. Ama kimseye göstermiyorlar makineyi. Ne yapacağız? Çalışmak üzere başvuru yaptım, kabul edildi. Orada bir gün çalıştım. Gün boyu makineyi inceledim, nasıl bir şey olduğunu kafamda not ettim. Ertesi gün de istifa edip sanayinin yolunu tuttum ve makineyi kendimiz yaptık.

Ancak kullanımda bir takım sıkıntılarla karşılaştık. Bu kez “daha kullanışlı hale nasıl getirebiliriz?” sorusunun cevabını bulabilmek için İstanbul’a gittim. Bazı sistemlerini değiştirerek makineyi yeniledik. Üretimimizde 2,5 katına çıktı. Elektrik tasarrufu sağladık, arızalar azaldı.

Bu makineyi biraz daha detaylı anlatır mısınız?

Kağıttaki desenler, yaklaşık 200 derecelik bir ısıda kumaşa transfer olur. Böylece kumaşa baskı yapmış olursunuz. İhracata bu üretimle başlamış olduk. İki yıl sürdü ve bir anda bitti namaz örtüsü işi. Bir yandan ne yapalım diye düşünürken, dükkanda da nevresim satıyoruz. Sovyetler Birliği’nin başındaki Gorbaçov’un “glasnost” söylemi konuşuluyor. Berlin Duvarı yıkılıp, Batı ve Doğu Almanya birleşiyor. Böyle bir rüzgar esiyor dünyada. Almanya’da bir anda nevresim satışı arttı. Ayda bir Almanya’ya gidip gelmeye başladık. İhracatımız böylece yoğunlaştı.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic

İŞ HAYATINDA KALFALIĞA DEVAM

O zaman “İhracatta Suudi Arabistan çıraklık, Almanya kalfalık, sonrası ise ustalık dönemi” diyelim mi?

Hayat bir okul, sürekli bir şeyler öğreniyorsunuz. İnsan “Tamam, ben oldum” dememeli. “Oldum” dediğinde işiniz bitmiştir. O nedenle daima öğrenmek lazım. Ben de öyle yapıyorum. Usta değil de kalfa olarak yola devam ediyoruz.

Babadağlılar hep dokumacı mıdır?

Babadağ’ın coğrafi yapısı malum. Babadağ’da birinin evi, komşunun balkonudur. Alan olmadığından evler üst üstedir. Tarım ve hayvancılık yapamazsınız. Doğal olarak dokuma kültürü gelişmiş. Zaten Çürüksu Vadisi’nde bu kültür var yüzyıllar öncesine giden. Laodikya’daki kazılarda Roma’ya 36 defa kumaş satmaya giden tüccara dair bilgiler ortaya çıktı.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-1

TEKSTİLDE HAREKET GÜNEŞİN TERSİNE

Denizli’de tekstil var ama eski karlılık marjları yok. Tekstil ne sıkıntı yaşadı da böyle oldu?

Bana göre tekstil güneşin tersine hareket ediyor, batıdan doğuya doğru gidiyor. Dünyanın her yerinde insan örtünmek zorunda. Ancak normal, günlük ihtiyaç ile bir şeyin sinai haline gelmesini birbirinden ayırmak gerek. Afrika’nın herhangi bir ülkesinde de kumaş ya da halı dokunuyor, Kafkaslar’da dokunuyor, ABD’de, Brezilya’da dokunuyor. Ama sınai anlamda üretilip diğer ülkelere pazarlanması İngiltere’den başlıyor. Sonra yavaş yavaş Avrupa’nın doğusuna, sonra bize geldi. Bizden de daha doğudaki ülkelere gidiyor.

Tekstil emek yoğun bir sektör olduğu için işçiliğin ucuz olduğu yerlerde en kolay istihdam kaynağı. Geçenlerde ABD’de bir mağazayı gezerken gözüme tişört ilişti. Baktım made in Lesotho yazıyor üzerinde. İsmini ilk defa duyduğumdan merak edip internetten araştırdım, Afrika’da bir ülke. Adam Afrika’nın bir ülkesinde tişört üretip, üzerine etiketini koyup ABD’de satışa sunmuş. Bunu neyle yapıyor? Ucuz işgücüyle yapıyor. Aynısını Bengladeş’de, Vietnam’da, Endonazya’da görüyorsunuz.

Türkiye’de de 1980’li yılların sonları, 19990’lı yılların başlarında bir fırsat yakalandı. Avrupa artan maliyetler karşısında dokumacılık kültürü olan ve dünyaya açılan Türkiye, ortaya çıkıp yakaladığı fırsatı değerlendirdi. Devletin de ihracat teşvikleriyle gelişti. Almanya’ya gittiğinizde sıkıntı çekmiyordunuz, size yardımcı olan Türkler vardı.

Avrupa’da 25 marklık bir bornozu burada 18 marka satmaya başladık. Biz o günlere yetişemedik ama maliyetinin 10-12 mark olduğu söyleniyordu. Yüksek kar şehirde bahar havası estirdi. Havlu alıp satan Denizli’yi biliyor. Denizli havlu ve bornozu dünyada bilinen bir ürün artık.

Buna bir örnek vereyim: Solingen sizin için ne ifade ediyor? Çatal ve bıçak… Denizli’de tekstili ifade ediyor. Artık kullanıcılarda bu hissi uyandırmamız lazım. Onun için İhracatçılar Birliği yoğun bir şekilde “Türkish Towels” için çalışma yürütüyor, marka haline getirmeye çalışıyor. Mesela şu anda ABD’de Türk havlusu diye bir trend var. Daha önce Türk havlusu satmayan firmalar artık bu satışı yapmak istiyor.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-4

TEKSTİLDE DENİZLİ MARKASI NEDEN OLMADI

Madem buraya geldik, şunu sormak istiyorum: Söylediniz Denizli bir marka diye. Denizli’de böyle bir markaya üretim yapıp, bu isimle dış pazara yönelseniz olmaz mı?

Şöyle bir şey var. Bir anıyla anlatayım. 1992 ya da 1993’te Almanya’ya gittim. Orada yaşayan dayım var yanımda. Otoyolda ilerliyoruz ve sürekli Solingen levhaları görüyorum. “Ne büyük fabrikaymış, otoyolda bile çıkışlar var” dedim. Dayım da “fabrika değil şehir adı o” cevabını verdi. Bu şehrin çelik endüstrisiyle meşhur olduğunu, çatal-bıçak ve mutfak eşyaları üretildiği, ancak herkesin ürün üzerine “Solingen” yazdığını anlattı. Siz de “havlu üretilsin, üzerinde marka olarak Denizli yazsın” diyorsunuz. Bu güzel, fakat bu biraz da ölçek ekonomisiyle ilgili. Standardı belirlemeniz lazım. Kim kullanacak? Hangi standartlarda üretim yapılacak? Havlunun gramaj ve özellikleri ne olacak?

Denizli’nin tekstilde ana ihracat kalemi havlu, bornoz, nevresim değil midir? Bu üç üründe Denizli markası kullanılamaz mı? Zaten bur kente herkes Denizli havlusu, bornozu, nevresimi almak için gelmiyor mu?

Ben sizin ne demek istediğinizi anlıyorum. Biz bunları daha önce kendi aramızda konuştuk. Yine bir örnekle ifade etmeye çalışayım. Babadağ’da dokumacı kooperatifleri vardır. Üretim yapanlar oraya malını götürür, eni-boyu tam mı kontrol edilir ve mühür vurulurdu. Bunlar kare, yuvarlak ve oval olurdu. Babadağ’a geldiniz, mal alacaksınız; üzerindeki mühre göre hangi kalite skalasında olduğunu anlarsınız.

Bu örnekte olduğu gibi, İhtacatçılar Birliği bünyesinde bir komisyon oluşturalım gibi bir şeyler düşündük. Fakat uygulanabilirliği çok kolay gelmedi bize. Ama bunun da mutlaka yapılması lazım. Denizli markasını kullanmak istiyorsam malı getirip heyete sunmalıyım. Heyet o mala bakıp kaliteyi teyit ederse o markayı kullanabilmeliyim. Ancak şehri buna çok hazır hissetmiyorum şu anda. Ama bu uygulama birgün olacaktır. Fikir doğru ama uygulama esaslarının iyi belirlenmesi lazım.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-3

SİYASET ÖNCELİĞİ Mİ?

Aynı zaman siyasetin içindesiniz. Siyasette bir hedef var mı?

Ben sivil toplumda çalışmayı seven birisiyim. Zafer Gökşin ile beraber MÜSİAD’ın kurulması için İstanbul’a gidip temas yapan ilk kişilerdenim. 2003’te Şahin Tin’in davetiyle siyasete girdik. 2007’de bıraktım. İl Başkanlığına yeniden gelince bizi bir kere daha davet etti, gene geldik. Ticaret Odası Başkan Yardımcılığı var, üç dönemdir devam eden meclis üyeliği var. İhracatçılar Birliği’nde Başkan Yardımcılığı ve rahmetli Raşit Güntaş’ın istifasıyla 4-5 ay başkanlık görevini sürdürdüm. Beş yıl BASİAD Başkanlığı yaptım. Şunu söyleyebilirim. Sivil toplum yoluyla insanlara hizmetten hoşlanıyorum. Ama aktif siyasetin içinde olmaktan çok zevk almıyorum. Çünkü o zaman bir yere kategorize oluyorsunuz, belli bir grupla hizmet etme şansınız oluyor.

Bir büyüğüm bana cemiyet işi üç şöyle olur; 1- heves, 2- zaman, 3- para harcayarak olur demişti. Biz de bugüne kadar çok şükür cemiyet işlerinde bulunduk. Para kaybettik, para harcadık, hizmet ettik. Hevesimiz var. Sevdalısıyız bu ülke ve şehrin. Bugüne kadar 47 ülkeye gittim. Soruyorlar bana en çok nereyi beğendin diye. İnanın bizim ülkemiz gibisi yok.

Denizli, deniz kıyısında değil ama denize uzak da değil. 160-170 kilometre gittiniz mi deniz kıyısındasınız. Çok sayıda arkadaşımızın teknesi var. 60-70 kilometre mesafede kayak yapabileceğiniz Bozdağ var. Uçakla her yere gidebilirsiniz. Son olarak şunu söyleyebilirim sorunuzla ilgili. İnsanların yarın bizi nerede görmek isterse, ne görev verirse; o günkü şartlarda, kendi pozisyonumuza ve faydalı olup olamayacağımıza bakar, ona göre karar veririz. Ama şunu net söyleyebilirim, siyaset benim çok önceliğim değil.

 

 

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı