REKLAMI GEÇ

25 KİLOMETREYE 4 HES

5 Eylül 2014 Cuma

denizli-olmeye-yatan-nahir-menderes-hes-kirlilik-yasar-tok-h

Büyük Menderes, aktığı topraklar üzerindeki tarihin en önemli tanığı. Bu tanıklık, suyolu üzerindeki insan yerleşmelerinden başlayarak şimdiye kadar kesintisiz bir sürekliliğe sahip olmuş. Dolayısıyla Batı Anadolu insanlık tarihinin en önemli verileri nehir boyu insanlık kültürünce günümüze kadar taşınagelmiş.
İnsan yerleşmeleri kültürel mirası çok boyutlu bir kavramsal içeriğe sahip. Tarihsel boyutun yanında, üretim kültürü, inanç kültürü ve sosyal yaşam kültürü olarak bölümleyebileceğimiz alt kategoriler de en az tarih bilgisi kadar önemli.

Büyük Menderes’e yaptığımız gezilerin ve kaleme aldığımız yazıların muhtevası, yukarıda belirlediğimiz çerçeveye uygun olarak ister istemez suyolunda bulunan doğal hayatın üzerindeki etkiler ve sonuçlarına uzanıyor.

Hayat formları dediğimizde bunu çeşitli kategorilerle sınıflamak zorunda kalıyoruz. İnsan yaşamı sürekliliğinden sudaki fauna ve doğadaki floraya kadar çeşitli unsurlar bu tanımlama içinde sayılıyor. Özellikle yerleşmelerin üretim kültürü tarafından sürdürülen tüketimler ve bu süreçlerin yol açtığı değişimler, söz konusu nehir boyunca yaşanan sorunların en temel kaynağına dönüşüyor.
Daha açık ifade edelim. Gezilerimiz boyunca hep bir genelleme olarak ifade edilen Büyük Menderes’in kirliliği meselesini giderek somut göstergelerle acı biçimde görüp yaşıyoruz. Nehir her gün sayısız kayıplarla zaman direnmeye çalışıyor. İlk paragrafta sözünü ettiğimiz tarihsel mirasın sürekliliğindeki rolü bir yana, günümüz insanının devam eden vefasızlığı, tahammül sınırlarını aşıyor. Bir tür “kültürel etkilenme zinciri” olarak tarif edilebilir bu durum. Bir alanda ortaya çıkan olumsuz kullanım, başka alanlar için giderek meşruiyet, daha kötüsü alışkanlığa dönüşüyor.

01

KİRLETME MEŞRUİYETİ!
Önce bireysel atıklar nehre zarar veriyordu. Nehir suyu bu zararı karşılayacak eliminasyon yeterliğinde olduğundan çok önemsenmedi. Ardından topluca atıklar için bir tür kanalizasyon görevi gördü, yine suyolunun doğal arıtım fonksiyonları sayesinde kirlilik pek dikkati çekmedi. Ardından teknoloji devreye girip olağandışı bir çeşitlilikle kirlilik unsurlarını çoğalttı. Kimyasallar hızla arttı, sanayi atıkları ortalama günlük kirlilik miktarını saatler, dakikalar içinde salmaya başladı. Su kendi mecrasından alınıp sulama vb. nedenlerle miktarı düşürüldüğünde ise kirlilik oranı ölümün başlangıcına dönüştü. Ardından meşruiyet kazanan kirletme ‘yetkisi’ bumerang etkisiyle ilk kullanıcıların kirlenmelerine yol açtı. Önceleri fosseptik, kanalizasyon türüyle sınırlı insani atıklar giderek yerini tarım kimyasallarına bıraktı. Tarım alanlarının ilaçlama teknolojisi en geri ve en zararlı yöntemlere sahip olduğundan, üretenlerin kendileri doğrudan zarar görenlere dönüştü. Bu durumu, biyoloji uzmanı Prof.Dr.Mustafa Duran, “Yediği içtiği ekmek ve sudan, tükettiği sebze ve hayvansal gıdalara kadar olumsuz etkiler kendisine de geri dönüyor. Ama bunu idrak edemiyorlar” diyerek teyit etmişti.

Bu zarar sadece tarımsal atıklarla sınırlı değil. Bildiğimiz sanayi kimyasallarının salgıladığı kirlilik, tarımsal atıkları neredeyse masum bir zararlıya dönüştürüyor. Bir-iki haftadan beri Menderes nehrine dökülen Banaz çayı ile ilgili görüp yazdıklarımız, iddia değil, gerçek. Uşak sanayisinin (şeker fabrikası, tekstil ve deri sanayi atıkları) dışkıladığı kirlilik inanılmaz boyutlarda. Üstelik bu henüz işin başlangıcı. Büyük Menderes’in sonraki güzergahında kim bilir nelere tanık olacağız.

02

BAKAN’IN İRONİSİ
Henüz geçen haftalarda şimdinin Ekonomi Bakanı, eskinin Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, Lycus(Çürüksu)’daki kirliliğe Çevre Bakanlığı tarafından tahlil yapılmasını istemiş. Yerel gazetelerde yer alan habere göre suyun analizi sonrası yaptığı açıklamada “sudaki beyaz köpük oluşumunun suyun arıtılması sonrasındaki basınçla oluştuğunun tespit edildiğini” açıklamış. Neresinden tutsanız elinizde kalan bir haber. Su kirliliğinin belirlenmesi meselesi ne zaman Ekonomi Bakanı’nın görevi oldu? Böylesi bir duyarlılık için geç de olsa olumlu bakmaya çalışalım. Peki ama yıllardır aynı bölgede sanayici olan, işadamları derneklerinde yöneticilik, başkanlık yapanların mevcut durum bilgisine çoktandır hakim olması gerekirken, Çürüksu vadisinin sanki ilk kez böyle bir olaya şahit olunuyormuş gibi haberlere konu olmasıironik değil mi? Vadideki şimdi atık deşarj deresine dönüşmüş en uzun, en eski, en geniş nehrin beyaz köpüklerle akan suyunun ne önemi var? Asıl önemlisi gerçekten kirlilik olgusunu gözlemleyecek noktalardan örneklerle o suyun tahlilini yapmak ve gereğini yerine getirmek değil midir? Örneğin, Çürüksu ile Menderes nehrinin birleştiği Sarayköy’deki noktadan su alıp tahlil edilse nasıl bir sonuç çıkar acaba? Ya da Laodikeia’nın altlarına, eski göl yatağının bulunduğu yerdeki çökelti bölümlerine bir bakılıp örnek alınsa? Sorular çoğalacak aslında. Biz henüz o noktalarda gezilere başlamadık. Sadece geçerken görüp izlediklerimizle bu soruları soruyoruz. Dolayısıyla sanayi atıkları konusu gündemimize girecek. Özellikle Denizli sanayisinin çevre tahribatındaki rolünü biz sadece gezip görmeyecek, bunu bilimsel çalışmaları da izleyerek yazacağız.

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

ZÜLFÜYARE DOKUNDUK
Bu günkü yazı başlığımıza konu olan ise çevrede açtığı yaralarla tahribatı başka bir düzeyde sürdüren HES (Hidro Elektrik Santrali)’ler. Suyun kullanımı, enerji kaynağı olarak değerlendirilmesi, katma değer üretmesi, yerel ekonomiye nispi katkısı, vb. gibi açıklamaların illüzyonundan uzak bir bakış açısıyla, HES’ lerle ilgili gördüklerimizi analiz etmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla zülfüyarine dokunanların biraz daha ekolojist bakmaya çalışmalarını, sonuçları bu bakış açısıyla tartıp ölçmelerini dilerim. Çünkü amacımız birilerini karalayıp, başkalarına yaranmak değil. Yapmaya çalıştığımız şey, mevcut haliyle Büyük Menderes nehrinin devam eden kirlilik sürecini gözler önüne sermek. Nehir boyunca yapılan tarım, kurulan işletmeler, doğrudan suyla çalışan HES’ler ve deşarj edilen katı atıkların; yani tümüyle kirlilik unsurlarının toplamını belirlemek.

03

KARAPINAR’DA ARTIK PINAR YOK
Bekilli gezi notlarımız Ağustos ortalarında bir Cuma günü, öğle saatlerinde başladı. Gezinin ilk hedefi Mankır kısığı ve devamındaki işletme faaliyetleri.
Karapınar mevkiine iniyoruz. Rehberliği üstlenen Tuncer, burasının çok önceleri Bekilli’nin mesirelik alanı olduğunu söylüyor. Şimdilerde Hidro Elektrik Santral işletmesi nedeniyle kullanılamadığını, arazi sahipleri dışında bölgeye gelip giden olmadığını açıklıyor. Karapınar’a dik bir yamaçtan iniyoruz. Yol bozuk bir zemine sahip. Yolun başında çevreye bakıyoruz. Bu noktada Bekilli Belediyesi’ne çok önceleri Menderes’ten içme suyu basılırmış. Pompa binası hala ayakta. Menderesten dik bir biçimde yüksen ormanın ortalarında bir mermer ocağı işletmesi görülüyor. Yemyeşil doğanın ortasına saplanmış bir bıçak gibi beyaz renkli bir kan akıyor adeta.

Sağımızdaki derenin karşısındaki yükseltilerin tepelerindede üç adet mermer-traverten görülüyor. Fotoğraflayıp devam ediyoruz Karapınar’a doğru.Faal olup olmadıkları bulunduğumuz uzaklıktan pek anlaşılmıyor.
Mankır kısığı, Menderes üzerinde rastladığımız ikinci kanyon. Düz ve sert çizgilerle yükselip, nehri adeta iki kaya bloğu arasına sıkıştırmış gibi duruyor. Uzaktan fotoğrafını çekerken suyun neredeyse olmadığını fark ediyoruz. Az sonra inişe geçiyor, Nehir kenarındakiKarapınar’a ulaşıyoruz. Karapınar dedikleri bir yer altı kaynak suyu. “Eskiden” diyor Tuncer, “burada bir havuz vardı. Yeraltından çıkan su siyah renktedir. Havuzdaki biriken su da siyah olurdu.” Ama şimdi havuz falan yok, ya da şimdi kanala bağlanmış olan bölüme havuz diyorlardı.

04

KURU SU YATAĞINDA YÜRÜYÜŞ
Kaynak suyunun çıktığı yere Bekilli Belediyesi’nin yapmış olduğu depo yerinde duruyor. Deponun hemen başında demir parmaklıklarla yol kapatılmış. Bizim gittiğimiz zaman kapının iki kanadı açıktı. İçeri giriptoprak yola aracı park ediyoruz.Geriye nehir boyuna yürüyelim diyor Tuncer. Ayakkabıları falan çıkarmaya gerek yok, çünkü nehirde su yok. Orta boy nehir taşları üzerinde biraz ilerliyoruz, nehir yatağındaki su sanki yeraltına çekilmiş. Elli metre kadar ötemizde suyoluna bir biriktirme havuzu yapılmış. Gelen su orada birikiyor. Ama geriden gelen su epey gür akıyor. O küçücük havuzda kısa sürede birikip basınçla akması gerekir ki, yeraltına aldıkları aktarma borularıyla Karapınar başındaki pompadan kanala aktarılsın, oradan da santrale.

Havuz civarındaki toprak yamaçtan ilerleyip yüz metre kadar daha devam ediyoruz. Kıyıda bakımsız bir bağ, yıkılmış bir bağ evi kalıntısı, nehir kenarında salkım söğütler ve mevsimi geçmiş meyve ağaçları daha fazla ilerlememizi engelliyor. Biraz daha ilerleyip geri dönüyor, aracı park ettiğimiz noktadan ileri, nehrin akışına doğru yürüyoruz. Yaklaşık 80 metre sonra neden suyun bir yok olup bir çoğaldığını anlıyoruz. Meğer biriktirme havuzundan Karapınar kaynağının ilerisine yapılan kanala bağlanmış. Su neredeyse yer yer kanaldan taşacak kadar yoğun. Ama kanala aktarıldığı için nehrin kendi doğal yatağı kurumaya yüz tutmuş. 250-300 metre kadar daha ilerliyoruz, yol bir yapı ile son buluyor. Orada santral binası var. Sonra geri dönüp araca ulaşıyor ve Karapınar mevkiinden ayrılıyoruz.

05

MENDERES’TE YÜZME HAVUZU
Bunlar ilk günün gezisi sonrası gördüklerimize ait notlar. O ilk gün Bekilli’ye dönüp, eski Çal yoluna kırdık direksiyonu. Nehir üstündeki köprüden suyu gözleyelim dedik. Köprüye varıp geri döndük ve hemen sağdaki tali yoldan nehir kenarına indik. Paralel devam eden toprak yolda biraz ilerleyip, mesirelik-çay bahçesi olarak düzenlenmiş bir alana geldik. “Burada yüzme havuzu var” dedi Tuncer. Gerçekten de nehir suyuna 10 metre uzaklık ya var, ya yok. Genişçe sayılır bir havuz, içinde kızlı erkekli yüzen gençler serinlemeye çalışıyorlar. Merak edip sordum, neden havuza gereksinim duymuşlar? “Ben” dedi Tuncer, “çocukken buralarda suya girip yüzmeye, balık tutmaya çalışırdım. Pek çok arkadaşım da yüzmeyi Menderes’te öğrendi. Ama artık suya girmek imkansız. Ya su olmuyor, ya su kirli oluyor, ya da çok gür akıp tehlikeli oluyor. Eskisi gibi standart bir akışı yok. O nedenle havuzda yüzmek, insanları nehrin tehlikelerinden koyuyor.” Bazen söyleyecek söz, düşünecek fikir, soracak soru bulunmaz, ben o halde onu dinlemekten başka bir şey yapamadım. Birkaç aydır gezip gördüğüm nehrin farklı bölgeleri tam da tarif ettiği gibiydi. Kim bilir, belki de haklıydı. Bu dengesizlik haline karşı nehir suyuna girmemek en doğrusuydu belki de. Henüz birkaç hafta önce Botan vadisinde açılan baraj kapaklarından sonra nehirde kaybolan insanları hatırlayınca bu tür olasılıkların gerçekliğe dönüşmesinin her an mümkün olabileceğine kolayca kanaat getiriyor insan.

O gün mesirelik alanında biraz soluklanıp dinlendik. İşletme sahibi ile ayaküstü biraz sohbet ettik. Nehir kenarında gezindik, çimenlere oturup temiz havayı içimize çektik.
Gün devrildi, nehrin karşı yakasından yükselen dağın gölgesi koyulaşmaya başladı, terleten sıcak hava yerini terimizi kurutacak esintili bir serinliğe bıraktı. Kalktık, Bekilli’ye döndük.

06

İkinci gün, Uşak Karahallı’dan başlayarak Clandras köprüsü ve Banaz çay yolunda uzun bir geziye çıktık. Geçtiğimiz haftalarda notlarını yazıya döktüğümüz o gezinin son gün akşamüstü Adıgüzel barajından çıkıp, Medele üzerinden Bekilli’ye geri döndük. Medele katı atıklarının döküldüğü yol kenarındaki çöp alanından Menderes ve Adıgüzel Barajının birleşme noktasını fotoğraflayıp akşamı ettik.

HEM GEZİ HEM SEÇİM!
Günlerden 9 Ağustos Cumartesi. Ertesi günü Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Denizli’ye dönecek ve seçim için oy kullanacağız. Elimizi çabuk tutmalı, Pazar günü için optimum bir gezi planı yapmalıyız. Seçimi kaçırmak isteniyorum. Tercih ettiğim bir aday var ve aday seçilsin ya da seçilmesin, ona olan desteğimi oy vererek göstermek niyetindeyim.

011

Akşamı, bir gün önce olduğu gibi Asım Altıntaş (Küp şarapları)’ın bağ evinin serinliğinde geçiriyoruz. Asım Altıntaş, Tuncer Mankır ve onların çevresinden birkaç arkadaş. Gece boyunca birkaç Cumhurbaşkanı seçip memleket ahvalini masaya yatırıyoruz. Sohbet gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam ediyor.
Ertesi sabah gerçekten erken bir kalkış yapıyoruz. Önce geçtiğimiz hafta röportaj notlarını yayınladığımız İbrahim Koçberber ile görüşüyor, ardından yeniden nehir kenarına yollanıyoruz. “Bu kez farklı bir yere gideceğiz” diyor Tuncer. 1950’li yıllarda yapılmış, Bekilli Belediyesi’ne ait elektrik santralini göreceğiz.
Bir gün önce akşama doğru uğradığımız mesirelik alanın yanından geçiyor yolumuz. İlk gün gittiğimiz Karapınar mevkiinin epeyce gerisinden takibe başladık.

Yine toprak yollardan başlıyor yolculuk. İlk durağımıza gelmeden yolun sağındaki yüksekçe tepeden aşağı paralel iki su tahliye borusu görünüyor. Az gerimizde kalan, tepelerin hemen üstünde yer aldığı için dikkatli bakmadıkça görülmeyen bir santralin suyunu nehrin bu bölgesine tahliye ediyor. Fotoğraflıyoruz.

07

1954 TARİHLİ BELEDİYE SANTRALİ
Nihayet ilk durağımız olan nehir kenarındaki Belediyeye ait eski santral binasına ulaştık. Adeta nehrin içine kurulmuş. Zamanın teknolojisine uygunluktan olsa gerek neredeyse nehir yatağında. Suyun geriden gelen basıncını sağlamak için bu yakınlıkta yapılmış olmalı diye düşünüyorum. Şimdi çalışmıyor. Her yerini ağaçlar ve otlar bürümüş. Tel örgüyle çevrili bahçe kapısının bir kanadı açılmış, sallanıyor. Ama yemyeşil, doğaya dokunmadan varlığını sürdüren bir yapı. Hemen sağında genişleyen su yatağı adeta küçük bir gölcük yapmış kendine. Derin olduğu anlaşılıyor. Suyun, bir önceki santralin su tahliyesi nedeniyle gür aktığı bir noktadayız. Ben etrafa bakıp anlamaya çalışırken, Tuncer ilk gençlik anılarını anlatıyor. “Burada çok zaman geçirirdik. Arkadaşlarla gelir, suya girer, balık tutardık. Ben balık tutamazdım, biraz korkardım, ama arkadaşlarım iri sazan balıkları tutardı buralardan.”

08

Yürüyüp araca bindik ve yolun devamına ilerledik. İleride yine bir HES var, onu göreceğiz. Bir-iki kilometre sonra yine bir su biriktirme havuzuna ulaştık. Nehir yolunun sağındayız, karşı taraftan hemen dağ yükselmeye başlıyor. Su toplama havuzunun solundaki bölge kazılmış, biriken su bir tünele bağlanmış. Su bu tünel vasıtasıyla santrale kadar gidiyor. Sanırım 500 metre civarında bir uzunluğa sahip. Toplama havuzundan sonra ise yine nehir yatağı çoraklaşıyor. Çok az bir su bırakılmış, ancak ayakkabılarla bile nehir üzerinde taştan taşa atlayarak gezilebilir. Havuzu geçer geçmez yolun sol tarafındaki alan genişletilmiş, tünelden artan, insan boyunda genişliğe sahip devasa dairesel beton künkler buraya sıralanmış. Fotoğraf çekmek için birinin üzerine çıkmaya çalıştığımda epeyce zorlandığımı hatırlıyorum. Suyolunun üzeri tünel çalışmasında yukarıdan kaymış büyük taşlarla dolu.

Biraz daha ilerlemek istiyoruz ama ne mümkün. Yol ikiyüz metre kadar sonra özel bir arazide bitiyor. İlerlemek imkansız. Az ileride bir santrale ait olduğu belli olan yapılar var. Onlar kendilerine yukarıdan başka bir ulaşım yolu açmışlar.

09

YILLIK KİRA 30 BİN EURO!
Geri dönüp Bekilli yoluna girdik. Artık geziye son vereceğiz. Bu arada Çal Kısık kanyonundan çıkan suyun kanallarla ulaştığı ilk girişteki elektrik santralinin yüksekçe yerde olması ve yol üzerinde su kanalı göremeyişimiz bizi meraklandırıyor. Acaba su hangi yoldan ulaşıyor? Bir süre sonra anlıyoruz ki, araziler içinden gelen su kanalı, eski Çal yolu(Akkent yolu) civarında yer altına alınıp, sonradan yer üstüne çıkıyor. Bir süre oyalanıp ilçeye dönüyoruz. İlçe girişinde önceki dönem Bekilli belediye başkan yardımcılığı yapan Mamut Divarcı’yı bahçe ve inşaat işleri ile ilgilenirken görüp selam vermek üzere duraklıyoruz. İlk santrale gelen suyun ölçeği, hangi güzergahı takip ettiği bilgisini ondan alıyoruz. Bu arada ilçe belediyesinin çalışmayan santrali ile ilgili bilgileri de ayaküstü bize anlatıveriyor. Santral sanırım 2007 (tarihte yanılabilirim) yılında o dönemin belediye yönetimince özel şahıslara kiralanıyor. Ancak, kiralayanlar yapılan sözleşmeye dayanarak elektrik üretimini kesiyorlar. Başka projelerle gelince sonraki belediye yönetimi buna izin vermiyor, belediyenin geri almak için açtığı davayı kaybetmesiyle iş sürüncemede kalıyor. Hala yıllık 30 bin Euro kira ödeniyor ama santral çalışmıyor vs. Bu bilgileri başka kaynaklar da doğruluyor.

010

Gün epeyce ilerledi. Denizli’ye dönme zamanı geldi. Oy kullanımı saat 17.00’de tamamlanacak, ona yetişmeliyiz. Hazırlanıp yola çıkıyor ve zamanında kente geri dönüyoruz.

KANYONDA BİRKAÇ SAAT
Bekilli’ye aynı amaçla on gün sonra bir kez daha gittim. O gün hedef Mankır kısığını gidip görmek, mümkünse Ümmü kıza mezar olan bölgeyi keşfetmekti. Geçtiğimiz hafta yazımızı “Arazide yaklaşık beş kilometreyi yarım saatte alıyoruz. Sonra yol bitiyor. Yolun bittiği yere aracı bırakıyor, çantalarımızı sırtlayıp yaya olarak Menderes’in derin kanyonların dibinden çağıldadığı yöne doğru yollanıyoruz” diyerek bitirmiştik.

Emekli öğretmen İbrahim Koçberber ile yaptığımız röportajdan sonraki yolculuktu bu. O gün aradığımızı bulamadık elbette. Tek neden, bölgeyi bilmediğim için hazırlıklı olmayışımızdı. Ancak kanyon kıyılarında dolaşıp gördüklerimizi fotoğraflamakla yetindik. Zaten o civarı bilenler anlaşılan sadece az sayıdaki meraklıydı ve onlar da genellikle o yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlanmışlardı. Dolayısıyla bize rehberlik edebilecekleri oldukça kuşkuluydu.
Biz o gezilerimizin ortak değerlendirmesini yaparak Bekilli gezi notlarımıza şimdilik nokta koyalım.

012

10-15 KİLOMETREYE 4 HES
Çal’dan Adıgüzel barajına uzaklık kuş uçuşu belki onbeş kilometre, nehir yolundan 20-25 kilometreyi geçmez. Bu güzergahta, 1950’li yıllarda inşa edilmiş belediye santrali ile birlikte 4 ayrı santral var. Üstelik bunların tümü de neredeyse 10-15 kilometrelik bir alanda yer alıyorlar. Diyebiliriz ki, Bekilli kanyonları tümüyle HES’lerce istila edilmiş ve çoğu noktada nehir civarına inmek ya da gezinmek mümkün değil. Tehlikeli, sakıncalı ve yasak. Bunun kolaylaştıran, kanyonların tarım arazileri ile nehir arasına mesafe koymaları ve sulu tarım için nehirden neredeyse teknik ve fiziki nedenlerle yararlanmanın olanaksız oluşu.Nehrin suyolu çoktandır hızlı bir değişim yaşıyor. Çoğu yer kazılıyor, bazı yerlerde su yatağı değişiyor, bazen taşkın ölçüsünde, bazen de çoraklık düzeyinde akıntılarla nehir Adıgüzel’e ulaşıyor. Ama bu kadar kısa bir mesafeye sıkıştırılan söz konusu işletmeler, kesin olarak doğal yapıyı bozup dağıtıyor, sonrasında ıslah etme gereği duyulmuyor. Bu sistematik bozulmaya başka atıklar da eklenince fauna yok olurken, floranın zenginliği yerini beton yapılar ve genişletilmiş yollara bırakıyor.

013

HER ŞEY VAR SU YOK
Bir de bu konuda yönetimlerce yapılması mümkün çalışmaların savsaklanması veya gevşek tutulması sayılabilir. Doğal sonuç ne derseniz, üzümü, bağı, şarabı ile tüm Türkiye’nin tanıdığı Bekilli ilçe nüfusu 3000’ler civarında. Nüfus sürekli kan kaybediyor. Tarım arazilerini kullanmak rasyonel değil. Sulu tarım imkansız ölçeğinde. İnsanları ekonomik olarak bağlayacak, geçindirecek üretim çeşitliliği yok. İlçenin eski tarihi, dolayısıyla miras olarak devralınan kültürel gelişmişliği neredeyse olağandışı. Ama yoksullukta öyle. Müthiş bir çelişki. Buna rağmen saymaya kalksanız en az 8-10 tane şarap fabrikası sayarsınız. Türkiye şarapçılığına neredeyse %30 oranında üzüm üreten bir coğrafyanın parçası. Sayısız uygarlığa ev sahipliği yapmış. Büyük Menderes nehrinin azımsanmayacak bir bölümü topraklarından geçiyor, ama ondan hiç yararlanamıyor…Sözün kısası toprak var, çalışkan insanları var, işletme-üretim kültürü var ama su yok!

014

Bekilli ve Menderes üzerine ilerleyen zamanda başka gözlem, görüşme ve geziler için umarım imkanımız olur. Böylece hem burada öne sürdüğümüz izlenim sonuçlarını bir kez daha gözden geçirme olanağı elde etmiş oluruz, hem de çalışmamıza daha sağlam verilerle destekleriz.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı