REKLAMI GEÇ

BÜYÜK MENDERES VE DENİZ

7 Mayıs 2015 Perşembe

denizli-yasar-tok-yazi-dizisi-ölmeye-yatan-nehir-menderes-buyuk-menderes-deniz-hHeyecanlıydım… Bir yıldan beri devam edegelen gezilerimizin noktalanması gereken yerdeydik. Binlerce asrın yükünü 548 km. boyunca taşıyan Büyük Menderes’in nihayetine ulaşıyorduk. Üzerinden gelip geçtiğimiz köprülerin altından sessizce akan ama tarihsel, kültürel ve doğal misyonu çok görkemli olan o sessiz suyun denizle buluştuğu ana tanık olmaya gidiyorduk.
***
Ama önce güncel bir çevre haberiyle devam edelim.

Son günlerde garip bir reklam filmi sıkça dönüyor ekranlarda. “Daha, daha, daha…” diye başlayıp devam eden her satır başında, ülke insanının en duyarlı olduğu, kendini en hassas hissettiği noktalar vurgulanıyor. Üzerine milli duygular sosu dökülüyor, sonra megalo-idea cinsi gelecekte büyük ve güçlü olma kompleksi kaşınıyor. Bu reklam Akkuyu Nükleer Santrali temel atma töreninin hemen ertesinde dönmeye başladı, hala devam ediyor. Anlaşılan o ki, kamuoyunda epeyce kuşkuyla karşılanan bu yatırım, devam eden yürütmeyi durdurma davalarının etkisiyle moral bozukluğu yaratmış. Kurumlarda güven zedelenmiş, kimyada bozulma belirtileri baş göstermiş. Acil çare olarak uzunca bir reklam filmine başvurulmuş. Bu bir iddia değil gözlem. Nitekim Akkuyu Nükleer Santrali üzerine gelen son haberler bu gözlemin doğru olabileceği fikrini güçlendiriyor.

Haber “Bakanlık Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı(UAEA)’nın raporunu mahkemeye vermeyi reddetmiş” başlığını taşıyor. Mahkemeye verilmesi reddedilen, Akkuyu Nükleer Santrali için UAEA tarafından hazırlanan ve 24 tavsiye ile 15 öneriden oluşan rapor metni.

Haberin içeriği “Mersin’de 1. İdare Mahkemesi, Enerji Bakanlığı’ndan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın, Akkuyu’daki nükleer santral projesi için Türk Hükümeti’ne Şubat 2014’te teslim ettiği misyon raporunu istedi. Bakanlık şimdiye kadar halktan gizlediği, ilk defa Hürriyet’in gündeme getirdiği raporu mahkemeye vermeyi de reddetti. Projeyle ilgili eleştirilerin sıralandığı rapor, Türkiye’nin nükleer sırrına dönüştü” açıklamasıyla devam ediyor.

Özetleyelim, Mersin’de 1.İdare Mahkemesi’ne İçel Tabipler Odası, Ekoloji Kolektifi Derneği, Mersin Barosu Başkanlığı’nın da içlerinde bulunduğu 86 tüzel ve gerçek kişi, Akkuyu Nükleer Güç Santralı projesi için 1 Aralık 2014’te verilen ÇED Olumlu Kararı aleyhine yürütmeyi durdurma talebiyle dava açıyor. Davacı tarafın avukatları, dosyaya konulmak üzere mahkemeden Enerji Bakanlığı’nın gizlediği INIR raporunu temin etmesini istiyorlar. Mersin 1. İdare Mahkemesi, talebi olumlu bulup 23 Mart 2015 tarihli bir ara kararla, Enerji Bakanlığı’ndan bu raporu göndermesini istiyor. Ancak Enerji Bakanlığı’nın Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi’nden Başkan Vekili Sibel Gezer imzalı 27 Nisan 2015’te hazırlanıp Bakanlığın Hukuk Müşavirliği tarafından Mersin’deki mahkemeye 4 Mayıs 2015’te ulaştırılan cevapta ise mahkemenin talebi reddediliyor. Gezer’in mahkemenin isteğini reddeden yazısı “Bakan Oluru çerçevesinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından hazırlanan ve Bakanlığımıza sunulan Entegre Nükleer Altyapı Gözden Geçirme Raporu’nun (INIR Raporu) 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20’nci maddesi uyarınca mahkemelerle paylaşılmaması hususunda gereğini arz ederim” şeklinde gerekçelendiriliyor.

İlgili yasa maddesi “İstenen bilgi ve belgeler Devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan veya ilgili bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir” diyor. Yani içeriğini bilmediğimiz ama bizi ilgilendiren hayati pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Devlet kurumları saklama, gizleme hakkını kendiliğinden meşrulaştırıyor.

Bilgi edinme üzerine geçtiğimiz hafta yazdığımız satıları hatırlayın! O satırları bir de halkın genel bilgi edinme hakkıyla birleştirip öyle düşünün… Çernobil ve Fukuşima’dan sonra hala böyle bir devlet sırrı olup olamayacağının muhakemesini varın kendiniz yapın.
***
DENİZE DOĞRU
Evet heyecanlıydım… Bir yıldan beri devam edegelen gezilerimizin noktalanması gereken yerdeydik. Binlerce asrın yükünü 548 km. boyunca taşıyan Büyük Menderes’in nihayetine ulaşıyorduk. Üzerinden gelip geçtiğimiz köprülerin altından sessizce akan ama tarihsel, kültürel ve doğal misyonu çok görkemli olan o sessiz suyun denizle buluştuğu ana tanık olmaya gidiyorduk.
***
Yol boyu sohbetlerimiz sona ermişti.
Mustafa Duran ve Gürçay Akyıldız, daha önceleri bu bölgede gezmişler. Nehrin kanallarında dolaşmış, denize ulaşmışlar. Ama yıllardır onlar da uğramamış.
Benim için bu geziler biraz macera, biraz tutku, biraz merak, çokça öğrenme yolculuğu. Bu tutkunun ‘zaaf’ düzeyinde olduğunu söylüyorsam, öyle olduğundandır. Yol merakımın temelinde yatan çeşitli gerekçelerden biri bu işte. Mola verdiğim her durakta, kapısından girdiğim her eski kentte ya da doğal mekanda merakım daha da serpiliyor, başka yolculukların fırsatlarına kapı aralıyorum. Hala doymadığım, her fırsatta tozunu toprağını terli ensemde taşıya taşıya yürümeyi pek sevdiğim sonu olmayan serseri yolculuklar…
Acaba yol arkadaşlarım da böyle hisler taşıyor mu? Tanışalı az zaman olmadı. Zaten tanışıklığımızın ilk günü çıktığımız gezide birbirimize ısınmış, bu sıcaklığı bir yıl boyunca devam ettirmiştik. Az buçuk birbirimizi tanımıştık. Öyle hissetmemiş olsalar, bunca zaman aynı mecrada süren küçük maceralardan bunca keyif almazdık.

1MENDERES DEĞİŞMİYOR
Söke Güllübahçe’yi geçip Doğanbey Mahallesi’ni aştık. Yol ayrımından Didim’e döndük. Son gelişimde burada gün batımını izlemiştim. Güneşin denizin üzerinden önce sarı ışıklarını, sonra kırmızı-mora dönüşen siluetini ve en son akşam alacasında yok oluşunu izlemiştim.

Şimdi öğle sıcağındayız. Henüz kavurucu yaz sıcakları yok ama yine de Ege insanı için çok tanıdık bir sıcaklık havada kol geziyor. Biraz terleyip, denizden esen yelde serinliyoruz.
Büyük Menderes’ten Ova da ayrılıp denize yönelen ilk kanalın üzerinden geçiyoruz. Az sonra ikinci kanal üzerindeki köprü ayaklarındayız.

Mustafa Duran, köprünün nehir üzerindeki ayaklarının iki yanında tarlalar içinden deniz yönüne açılan toprak yollardan birini işaret ediyor. “Buradan gireceğiz.” Kanal suyu bulanık. Kirlilik mi, yoksa yakın zamandaki yağışların taşıdığı bulanıklık mı kestirmesi zor. Yüksek olmayan muhtelif cins ağaçların çevrelediği suyolu salına salına yol alıyor. Deniz henüz ufukta yok. dümdüz bir kara parçasına bakıyoruz.

Toprak yola girdik. Sarsıla sarsıla giden aracımızı çukurlar ve tümseklerden uzak tutmak için epey çaba gösteriyoruz. Zemin kumsal, bazı bölümlerde ise engebeli. Sonunda Mustafa Duran’ın “biz son gelişimizde çamura saplanmıştık” dediği noktayı aşıp rahatlıyoruz. Yolun bundan sonrasında pek çamura rastlamıyoruz. Hatta aracın sarsıntısı da son buldu. Dümdüz sertleşmiş kumda devam ediyoruz.

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

Biz köprü ayaklarını geçmeden, denize doğru sağdan devam ediyoruz. Nehir boyuna birbirine yaslanan çeşitli kulübeler sıralanmış. Tümünün ortak özelliği sazdan ve tenekeden yapılmış olması. Çatıları derme çatma malzeme ile kaplanmış. Bir de klasik yerleşim atıkları; plastikler, eskimiş tekstil malzemesi, ahşap atıklar ve günlük tüketilen yiyecek içecek kutuları vs. Nehir suyu üzerinde dolaşan küçük ahşap kayıklara rastlanıyor ara ara. 3.5 metrelik balıkçı tekneleri. Ya da nehri karşıdan karşıya geçmek için kullanılan ulaşım araçları.
Nehir denize doğru inerken kısmen genişliyor. Suyun akışı yavaşlıyor ve akıntı tehlikesi azalıyor. Bu durum kayıkların nehir üzerinde rahatça gezmelerini elverişli kılıyor olmalı. Bazen kulübelerden çıkan insanlar görüyoruz. Kadınlar ve çocuklar var içlerinde.

6Aslında ilerlediğimiz yol zemini, yüzyıllar içinde B.Menderes alüvyonlarının doldurduğu eski deniz kıyısı. O nedenle dümdüz ve kumsal bir alan. Bizim sağımızda kalan düzlük alanda insanlar bir şeyler topluyor. Ne olduğu bilmiyorum. Yerden topladıkları bu bitkileri torbalara, çuvallara doldurup yükleniyorlar. “Sen deniz börülcesinden söz etmiştin ya” diyor Mustafa Hoca, “işte sana deniz börülcesi tarlası. Bu insanlar deniz börülcesi toplayıp satıyorlar.” Geniş arazi gerçekten de neredeyse tek bir bitki çeşidinden oluşan dönümlerce ekili bir tarlayı andırıyor. Küçük, sivri, yumuşak, açık-parlak yeşil, çubuk gibi, en uzunluğu 15 cm’yi geçmeyen yemyeşil bir bitki örtüsü. Ortalıkta börülce toplayan birkaç kişi dışında sadece kuşlar ve kulübelerin civarındaki köpekler göze çarpıyor.

8Yolumuzun sonuna yaklaştık. Kulübeler seyrekleşip kayık sayısı arttı. Denize yaklaştıkça iyice durgunlaşan akıntıda balık tutanlara rastlıyoruz. Bazıları da kayıklarıyla denizden doğru geliyor.
Deniz kıyısına, B.Menderes’in denizle buluştuğu noktaya ulaştığımızda öğle saatlerini henüz geçmişti. Esinti öğle sıcağını bunaltıcı olmaktan kurtarıyordu. Çevreyi gözlediğimizde, yerleşim kulübelerinin etrafının çok pis ve düzensiz biçimde tutulduğunu gördük. Keza balıkçı kayıklarından kıyıya öbek öbek atılmış renkli ağlar kirlilik duygusunu arttırıyordu.

Kıyıdan deniz ve nehir çıkışını fotoğrafladık, çevreyi gözleyip merakla seyrettik. İleride sadece deniz ve denize ulaşan Büyük Menderes’in bulanık suyu vardı. Bir de kuşlar. Beslenmek için denize dalıp çıkanı, kulübe çatılarına konanı, atıklar içinde yiyecek arayanlarıyla çeşit çeşitti. Nehir ağzına tüm kayıklar adeta kamp kurmuştu.

5Son kulübeden çıkan genç yanımıza gelip merakla bizi süzdü. Sonra yaklaşıp sohbet etmeye başladı. Ben meraklarımı gidermek için ona doğru yönelip sormaya başladım.
“Burada mı yaşıyorsunuz?” evet burada yaşıyormuş. Kulübe kendilerine aitmiş. Bazen balığa çıkıyormuş ama şimdi av yasağı varmış. Gazeteci olduğumu öğrenince kısa bir tereddütle çekinceli davranıyor. Ama bu bölgeden olmadığımı öğrenince bir oh çekmiş olmalı.

Av yasağı dönemi olması onlar için bir sıkıntı. Çünkü görünen o, balık avlıyorlar ve bunları satarak geçiniyorlar. Kendi itirafını açıklama gereği duyuyor, “ama” diyor, “biz derin avlanmıyoruz. Bizim kullandığımız ağlar balıklara zarar vermiyor.” “Peki” diyorum “denetleme yapmıyorlar mı?” yapılıyormuş. Arada bir jandarma ve ormancı gelip etrafı kolaçan ediyor, uyarıyormuş. Ama anlaşılan o ki böylesi denetlemeler pratikte pek işe yaramıyor. Çünkü Jandarma ya da ormancı bir vukuat olmadıkça sık sık gelmez. Periyodik gelişleri ise sıkıntı yaratmaz.

7Mustafa ve Gürçay Hocaların “gidelim mi” teklifine evet demeden önce “deniz börülcesi?” diyorum. “Evet unuttuk, biraz hasat yapalım” diyor Mustafa Hoca.
Gürçay, Mustafa Hoca ve ben börülce tarlasına dalıyoruz. Az önce sohbet ettiğimiz genç de bizimle tarlaya dalıyor. “Burada deniz börülcesi toplamak serbest mi” diyorum gence, değilmiş. Aslında deniz börülcesi toplayıp satmak işiyle haşır neşir oldukları belli ama sakınarak “bizim topladıklarımızı satmamız yasak” diyor. “Biz satarsak cezası var.” Ancak biz daha birer tutam toplamadan o neredeyse bir torba toplayıp kenara koyuyor, ardından yine toplamaya devam ediyor.

9Topladığımız deniz börülcelerini aracın bagajına koyup gerisin geri dönüyoruz. Yolda coğrafyayı izlemek hoş bir duygu. Denizden ayrılıp içlere doğru birkaç yüz metre kat ettiğimizde, yandaki mini koyda pelikanlar görüyoruz. Suyun üzerinde avlanıyorlar. Çıkıp fotoğraflarını çekmek için börülce tarlasını aşıyor ve kıyıdan birkaç kare çekiyorum. İnsana alışkın olmalılar, kaçmıyorlar.
Gürçay topladığı deniz börülcelerine burada da biraz daha takviye yapıyor ve yeniden aracımıza binip geldiğimiz yöne doğru yola çıkıyoruz.

Deniz geride kalıyor, yeniden B.Menderes ile baş başayız. O akıyor, biz ters yönde su yolunu izliyoruz. Birkaç noktada daha durup çeşitli açılardan ve manzaralardan çektiğimiz fotoğraflarla buluşma noktasından iyice uzaklaşıyoruz. Ana yola kadar kat ettiğimiz mesafenin sandığımdan da küçük olduğunu hesaplıyorum. 3-5 km olarak öngördüğümüz mesafe gerçekte 2 km çıkıyor.
Anayola çıktığımızda yaklaşık 2 saat orada kaldığımızı anlıyoruz. Saat ilerlemeye başladı, gün giderek kısalıyor. Oysa bizim yolumuzun henüz başlangıç aşaması yeni tamamlanmış ve daha gidecek epey bir yol, gezecek epeyce güzergah var.

Köprüden geçip karar veriyoruz. Geldiğimiz yöne değil, ileriye, Didim yoluna devam edeceğiz. Orada Bafa gölünden gelen kanal ile B.Menderes ana suyolunun birleşmesini görüp fotoğraflayacağız, sonrasında Çine Çayı’na yollanacağız.

10Yolumuzun üzerinde Miletos antik kenti var. Girip girmeme karasızlığını “girmeyelim zaman yok” diyerek karara bağlayıp devam ediyoruz. Ben bu arada geçen sonbaharda uğradığım Miletos üzerine ansiklopedik bilgilerimi aktarıyorum yol arkadaşlarıma.

Miletos Eski bir Helen kenti. Roma döneminde de önemli bir kent olma özelliğini koruyor. Gerçekte bir liman kenti olmasına karşın, şimdi Denizle arasındaki mesafe yaklaşık 10 km’yi buluyor. Zaman içinde deniz dolmuş ve kent kara içlerinde kalmış. Büyük Menderes ana suyolunun hemen yanına inşa edilmiş. Yani B.Menderes’in hayat verdiği kentlerden biri. İhtişamlı dönemlerinden önce su ürünleri ve hayvancılık asıl geçim kaynakları olmuş. Sonraları liman kenti özelliğinden dolayı adalarla ilişkileri pek sıklaşıp bir ticaret kentine dönüşmüş olduğu söylenebilir. Girit kökenli ilk uygarlıklardan Minos göçmenlerince kurulduğu güçlü bir olasılık olarak kabul ediliyor. Antik çağ gezgini Coğrafyacı Strabon’a göre Miletos “bahtsız bir kenttir.” Oysa çok “ünlü kişiler yetişmiştir” diye devam eden Strabon, “Dünyanın yedi bilge kişisinden biri olan Helenler’de Matematik ve doğa felsefesi bilimini başlatan Thales ve öğrencisi Anaksimandros ve bunun öğrencisi Anaksimenes ve Historia yazarı Hekataios ve benim zamanımda yaşayan ve Büyük Pompeius’un önünde aşırı şekilde serbestçe konuştuğundan beri sürgünde kalan hatip Aiskhines de bunlar arasındadır” bilgisini aktarır. (Strabon Antik Anadolu Coğrafyası s.188)

Ben böyle kısa bir özetlemeden sonra çay içelim teklifi ile ‘mola’ istiyorum. Herkes dünden razı. İlk çay servisi yapan bahçede konaklıyoruz. Elimizi yüzümüzü ortadaki kaynak havuzundan akan suda yıkıyor, temiz havayı içimize çekip kaslarımızı rahatlatıyoruz.

Çayları sipariş ediyoruz. Yol kenarına park etmiş bir el arabasında arazi üreticilerinden biri dalından yeni kopmuş çilek satıyor. Gürçay gidip çilek alıyor, buz gibi akan havuz suyunda yıkayıp önümüze koyuyor. Bu arada çaylar geliyor. Böyle bir geziden sonra çay içmenin keyfi bambaşka.

Bundan sonra yolculuğumuzu Bafa-Büyük Menderes bağlantısını görerek sürdüreceğiz. Sonrasında geldiğimiz yola çıkıp Aydına ulaşacağız…
Şimdilik yorgunluğu hafiflettik. Yeniden yola çıkmaya hazırız.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı