REKLAMI GEÇ

“LYCOS DENİZLİ’NİN DENİZ YOLUDUR”

16 Ekim 2014 Perşembe

denizli-olmeye-yatan-nehir-menderes-lycus-vadisi-prof.-dr.-celal-simsek-yasar-tok-h

Lycus(Çürüksu) Ovasını anlatmaya gerek var mı?
Denizli arkeolojisi ve tarihinin son 20 yılında yapılan çalışmalarla büyük aşamalar kaydettiği aşikar. Bu yükselişte ilkin Hierapolis önemli bir rol oynamış. Ancak sadece turizm faydası çerçevesine hapsedilen bakış açıları, Hierapolis’in yapabileceği etkiyi sınırlamış. Bu sınırlamada İtalyan kazı heyetinin önceleri Roma odaklı antik kent kültürü bakışının ne ölçüde etkili olduğu bilinmez ama 2000’lerin başından itibaren sistematik olarak ele alınan Laodikeia kazıları bu bakış açısını değiştiren bir rol oynadı demek yanlış olmaz. 

Lycos vadisine ve vadinin geçmişten günümüze taşınan yaşam kültürlerine çok boyutlu bir değerlendirme yapılması gerektiği düşüncesi giderek yerleşik bir anlayışa dönüşüyor diyebiliriz. Bu düşüncemizi Laodikeia kazılarının ilk gününden beri kazı başkanlığını yürüten Prof.Dr. Celal Şimşek ile yaptığımız röportajda gördük. Hoca sadece kent odaklı bir arkeoloji çalışması anlayışında değildi. Sözünü ettiğimiz başka boyutlara da bilimsel tanı ve değerlendirmeler üretilebileceğini gösterdi. Dolayısıyla Menderes bağlantılı suyollarının en önemli kollarından olan Lycos konusunda yol gösterici bir haritayı adeta gözlerimiz önüne serdi. Geçmişi bu güne taşıyan, bu günü anlamamıza yardımcı olan izleri, belirtileri, söylence ve anlatıları kendi araştırmaları çerçevesinde özetledi.
Biz Hocayla birkaç gün önce yaptığımız bu görüşmeyi bir gezi yazısı değil, röportaj formatında vermeyi uygun bulduk. Hem daha iyi anlaşılması, hem de Lycos vadisi gezilerimizin henüz başında olmamızdan dolayı bunu seçtik. Virgülüne dokunmadan…

9

LYCOS BEREKET HAVZASIDIR

Prof.Dr. Celal Şimşek: Büyük Menderes antik dönem uygarlıklarının oluşmasında en büyük katkısı olan nehirlerden birisidir diyebiliriz. Menderes nehrinin iki yanındaki yerleşimlere ve topraklara binlerce yıl hayat verdiği düşünülecek olursa bu sadece bolluk ve bereket olagelmiştir. Çivril bölgesindeki arkeolojik yüzey araştırmaları Menderes nehrinin kollarının geçtiği bölümlere ve Laodikeia’ya kadar indi. Bu araştırmalarda da görüyoruz, nehir iki yanına hep bolluk bereket dağıtarak akmış. 

Y.Tok: Sözünü ettiğiniz yüzey araştırmasını PAÜ mü yapıyor? 

Yard.Doç.Dr. Erim Konakçı: Ege Üniversitesi yapıyor.

Prof.Dr. C.Şimşek: Fulya(Dedeoğlu) hanımın eşi olur Erim Konakçı.

Y.Tok: Fulya Hanımı Beycesultan kazılarından tanırım. Beycesultan kazıları ile ilgili ilk röportajı Fulya Hanım ile yapmıştık.

Prof.Dr. C.Şimşek: Az önce dediğimiz gibi en eski tarihi kaynak olarak, Herodot Tarihi’ne bakarsanız, “Kelenaililer, Apollon ile Marsiyas arasındaki müzik yarışmasına ev sahipliği yapmakla övünürler” diye başlar. Kültüre ve sanata büyük ilham veren bu yarışma içinde yaşadığımız coğrafyada geçmiştir.

Yard.Doç.Dr. E.Konakçı: Çivril-Çal-Baklan yöresinde 300 kadar höyük yerleşim var. Bu kadar çok höyük yerleşimi Anadolu’nun birçok coğrafyasında yok. Biraz kapalı bir havza, bereketli olduğu için yoğunluk var.

Y.Tok: Tavas bölgesinde de yoğun olduğu söylenir ama?

Yard.Doç.Dr. E.Konakçı: Tavas’ta yoğun ama orası da bir geçiş bölgesi. Benim algıladığım kadarıyla Çivril Çal Baklan havzasında biraz daha farklı.

Prof.Dr. C.Şimşek: Dinar’dan itibaren Acıgöl-Çardak Ovası, sonra Lycos ovası, Lycos ovasından Söke ovası ve denize kadar bir hat görürsünüz, ana hatlardan birisi bu… Çünkü insanlar özellikle bu güzergahı çok kullanmışlar. Çünkü bu güzergah batı ile doğu, yani iç Anadolu ve batı Anadolu arasında bağlantıları kurmuş, yani bağlantı noktası. Asıl olarak bir ticari bağlantı noktası.

1

BİR MİLYON YILLIK DENİZLİ

Y.Tok: Sonraki ipek yolu ticaretine de…

Prof.Dr. C.Şimşek: Tabi tabi en önemli noktalarından birisi. Burada biliyorsunuz 5-6 yıl önce Kocabaş insanı diye anıldı, bizim Cihat Hoca bir kafatası bulmuştu, Homo Erektus, Denizli adamı. 550 bin yıllarına tarihlendirildi. Şimdi bu 550 bine tarihlendirilen kafatası, bize bu coğrafyada, bu tarihe kadar eskiden beri kesintisiz insan yaşadığını gösteriyor. Şimdi yine Honaz’da yüzey araştırması yapıldı. Yüzey araştırması ekibi Doç. Kadriye hocanın, dil tarih coğrafya fakültesinden geldi, Prehistoryacı kendisi. Hemen Honaz’ın karşısında şimdiki çimento fabrikasının yan taraflarında bulduğu çakmak taşları benim dudağımı uçuklattı. Hoca 700 bin yıldan itibaren kronolojik bir sürü çakmak taşı, el baltası bulmuş yüzey araştırmasında. 250 bin yıllarına kadar bir süreci içine alıyor. Bir milyon yıldan beri şu coğrafyada kesintisiz insan yaşıyor anlamına gelir bu bilgi. Bu bambaşka bir şey, hayalin ötesinde bir şey! Hoca burada yüzey araştırması yaptığı için çok mutlu oldum. Bu yüzey araştırmasında bizim de katkımız olduğu için mutlu oldum. Çünkü gerçekte antik dönemde insanın var olabilmesi için, kültür sanatı sürdürebilmesi için, başlangıçta avcılık ve toplayıcılıkla geçinebilmesi için olmazsa olmazlardan birisi su. Yerleşim su kenarında olacak. Birincisi bu. İkincisi orman olacak. Çünkü ormanda yenebilecek, toplanabilecek değişik meyveler olacak. Dolayısıyla orman olursa hayvan da olacak. Avlanma için bu ikisi önemli. Buna bağlı sığınak bileceğiniz mağara olacak. Dördüncüyü ekleyelim, iklim hoş ise… Bu dördü önemli. İşte bu dört koşulun dördü de bu ovada var. Sonuç olarak şimdi bir milyon yıla gidiyoruz ovada.

2

VADİ KENTLERİ VE SU

Şimdi Denizli Lycos ovasına gelelim. Baktığınızda hiçbir yerde olmadığı kadar antik kentleri var ovanın. Sıralayacak olursak, Colassea var Honaz da, Hierapolis var, Laodikya var, Tihunta var (mermerleriyle ünlü, çok önemli), Tripolis var, ovanın oluşturduğu çanağın etrafında dolaşıyoruz, Karura var, biraz daha Güneydoğu’ya doğru gelelim, Attuda var(Hisarköy), Trapezapolis var… Merkezde Laodikeia var, ticaret, sanat, kültür, spor merkezi ve onun etrafında kentler var.

Burada ovanın ortasında bir göl var. Burası hem Honaz’dan gelen kaynakla, yani Çürüksu ile besleniyor, hem Başpınar’dan gelen kaynaklarca besleniyor, hem de Gökpınar’dan gelen kaynaklarla biraz besleniyor. Yani Honaz dağı ve Babadağ’dan gelen pek çok kaynak bu gölü besliyor. Türkiye’de bu gün 500 bini aşan nüfusa sahip olup sadece kaynak suyu içen başka il var mı ben bilmiyorum. Olduğunu da düşünmüyorum. Antik kaynaklarda, bu bölgeye gelenler diyorlar ki, “bu bölgede çok deprem var. Lycos nehri yerüstü ve yeraltından akıyor, yeraltında boşluklar meydana getiriyor ve bu büyük depremlere yol açıyor” diyerek analiz yapıyorlar. Bu göl çok enteresan bir göl.

Y.Tok: Bu gölün sınırları nerede başlıyor ve bitiyormuş hocam? Menderes’le doğrudan bağlantısı var mıymış?

Prof.Dr. C.Şimşek: Goncalı köyünden Pamukkale’nin altına kadar uzanıyor. Bir ucu da, şimdiki Pamukkale yol aksından hemen hemen Çeltikçi ve Aşağı Şamlı arasındaki bölümde yer alıyor.

5

TEKSTİL TARIM MERMER VE BALIK

Bundan beş-altı yıl önce Hierapolis’te bir yazıt bulundu, Hierapolis tiyatrosuna dikilmiş bu yazıt. Antik dönemde çok önemli emirler, direktifler mermer üzerine yazılıyordu. Bu çok özel bir emir. İmparator Hadrian’ın emri. Yazıtta diyor ki, “Laodikeia’lılar balık tutma işinde Hierapolislilerden para almayacaktır.” Emrin analizini yaptığımızda burada bir göl olduğu ve o gölde balık tutulduğu sonucuna varıyoruz.
Burada müthiş bir doğa var, gerçekten dört mevsim yeşil kalan bir ova varsa, o Lycos ovasıdır. Bolluk ve bereketi simgeler bu durum. Bu ovada tarımsal faaliyetler çok önemli. Su bol, bereketli ve verimli topraklar var. Sonuçta su hayattır sözünün galiba en geçerli olduğu topraklar oluyor Lycos coğrafyasının toprakları.
Laoidkeia’da gelirlerin en önemli kalemi tekstil gelirleri. Ardından mermer ticareti gelirleri, tarım ürünleri gelirleri, hayvan ticaretine dayalı gelirler sıralanıyor. Hayvan yetiştiriciliği konusunda antik kaynaklar ne diyor, “kuzguni renkli yünleri olan hayvanlar…”

Y.Tok: Strabon’un trimita dediği kumaşın dokunduğu yünler… (Not: Strabon’un Antik Anadolu Coğrafyası adıyla Türkçeleştirilen eserinin Arkeoloji ve Sanat Yayınlarınca 2005 yılında Adnan Pekman çevirisinden yinelenen baskısının 85. sayfasındaki tam ifade şöyle: “Laodikeia dolaylarındaki ülkede bir koyun türü yetiştirilir. Bunlar sadece Miletoslularınkinden üstün olan yünlerinin yumuşaklığıyla değil, fakat aynı zamanda kuzguni siyah renkleriyle de mükemmeldir.”)

Prof.Dr. C.Şimşek: Bizim son on yıllık kazı çalışmalarımızda gerçekten bu coğrafyanın en önemli mermer ticaretine sahip olduğunu görüyoruz. Bu ticaretin Laodikeia’da yapıldığını tespit ettik. Mesela antik dönemde Dokimeion’da (şimdiki Afyon İscehisar) çok ince gözenekli ve değerli mermer türü çıkarılırdı.

Y.Tok: İscehisar mermeri hala çok önemli galiba.

4

ACIGÖL TAŞIMACILIK YOLU OLMUŞTUR

Prof.Dr. C.Şimşek: Tabi, tabi önemli. Ama İscehisar’dan sonra bakarsanız çok büyük ve ticareti olan kent yerleşimi yok. Oysa bu mermerler bir biliyoruz ki, Roma’ya kadar gidiyor. Örnek Titus takı. Bu tak Roma’da anıtsal bir kapı, üzeri kabartmalarla süslü. İşte bu tak Dokimeion mermerinden yapılmıştır. İscehisar mermeri İtalya’ya nasıl gitti diye düşünürseniz; camız arabalarıyla Acıgöl’e getirildiğini, buradan sallarla taşındığını, sonra yine camız arabalarına yüklenip ovanın ortasındaki Lycos gölüne getirildiğini, burada Menderes suyoluyla Milet’e kadar gittiğini görürsünüz. Antik dönede karasal taşıma çok zor. Bir de tonlarca ağırlıkta mermer taşıyorsanız bu daha da zor. İşte bu nedenle göl ve bağlantılı Çürüksu(Lycos) size denizle bağlantılı bir rota sağlıyor.

 

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

Ben Menderes nehrini tümüyle gezdim. Özellikle mermer gibi ağır yüklerin hangi rotayı izlediğini anlamak istedim. Çal tarafından itibaren biliyorsunuz çok büyük kanyonlar var. Su derin uçurumlardan geçiyor. O nedenle bu taraftan sal taşımacılığı yapılamayacağı net. Ancak Tripolisten itibaren başlayan aşağı Menderes havzasında yapılabilir. Ama biraz önce anlattığım Lycos bağlantılı coğrafi güzergah, yukarı havzadan yapılamayacak olan sal taşımacılığına alternatif olarak daha uygun. Bu görüşümü eski fotoğraflarla bağdaştırdım. 50-60 yıl öncesine kadar Büyük Menderes nehrinden sal taşımacılığı yapılıyormuş. Aydın Koruma Kurulu’nda Meandros diye bir dergi elime geçti, hala saklarım. Orada yazıyor, Söke’nin en eski nakliye firması sahibi (90 yaşlarında) meslek geçmişini anlatmış. Bu mesleğin babasından, babasına da dedesinden kaldığını söylüyor. Çok güzel bilgiler var orada. Diyor ki, “1940’lı yıllardan itibaren, biz köklü bir nakliyeci olduğumuz için kamyon aldık” diyor. O zamanlar biliyorsunuz Magirus’lar vardı bu işleri gören, onlardan almışlar. Devam ediyor, “özellikle ilkbaharda Büyük Menderes o kadar su taşıyordu ki, her yer su içinde kalıyor, her yer bataklık oluyordu” diyor. “İşte o zaman baktık bizim kamyon bataklıkta, suda taşıma işine yaramıyor, biz de tekrar sal taşımacılığına döndük” diye anlatmaya devam ediyor. Yaşayan arkeoloji için işte bu bağlantılar çok önemli. Elbette Büyük Menderes nehrinin eski çağlardan beri üzerine kurulu yaşam kültürlerine etki eden fonksiyonları açısından da önemli bir bilgi. Anlaşılıyor ki Yaşar Bey, binlerce yıl öncesinde oluşan gelenekler daha 40-50’li yıllara kadar devam ediyormuş. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra modernleşmenin 40-50’li yıllarda hız kazandığını da düşünürseniz, olayın önemi daha fazla ortaya çıkar. O dergide nakliyeci anlatmaya devam ediyor; “bizim” diyor, “ana duraklarımız vardı. Bu duraklarda deve kervanlarımız beklerdi. Bunlar bizim yan kollarımızdı. Çünkü bir deve bir katırın taşıdığı yükün beş katını taşırdı, develer çok uzun yol güzergahı kat etmeye elverişli ve dayanıklı yük hayvanıdır” diyor. Anlattığına göre deve kervanları yükü belli noktalara ulaştırır, o noktalardan da katırla dağıtımı yapılırmış. Yani şöyle düşünün, bir limana yanaşıyorsunuz, yükü getirip boşaltıyorsunuz, oradan da çeşitli araçlarda dağıtımını gerçekleştiriyorsunuz.

3

DENİZLİ ADI ‘DENİZ’DEN GELİR

Ben bunu çeşitli programlarda ve 10.yıl kitabında da yazdım. Denizli’nin tam Türkleşme tarihi 1206’dır. Daha öncesinde öncü birlikler falan gelir ama tam tarih 1206’dır.

Y.Tok: İlbadı mezarlığında da 1240 tarihli mezar taşlarından söz etmişti kazı Başkanı Kadir Pektaş.

Prof.Dr. C.Şimşek: Evet, evet doğru. Dün de ben orada Kadir Hoca ile birlikteydim. Şimdi Türklerin göllere “deniz” dediği bilinmektedir. Mesela Hazar Denizi gibi.

Y.Tok: İnsanlar hala Menderes’e de “deniz” diyorlar.

Prof.Dr. C.Şimşek: Bir gün ben televizyonda program yaparken Aşağı Dağdere köyünden bir vatandaş beni aradı. “Ya Hocam ne kadar doğru söylüyorsunuz, bizim bu çaya ‘denize ulaşan çay derler” dedi adam. Deniz neresi, göl! Laodikeia, özellikle Hierapolis kazıları kentin geçmişiyle ilişki kurmamızı sağlamıştır. Daha önce biliyorsunuz dengizli, tonguzlu, domuzlu diyerek herkes Denizli adının nereden geldiğine dair pek çok farklı fikir yürüttü.
Özetlersek, göl hem gidiş, hem de geliş olarak çok kullanılmış bir taşıma yoludur. Lycos ovasının ortasındaki Lycos gölü de Laodikeia ve Hierapolis’in denizle, dolayısıyla batı ile bağlantısını sağlayan çok önemli bir ulaşım yolu olmuştur.

Y.Tok: Hocam suyun önemini vurguladınız. Suyun taşıma ve kullanımı ile bunun kentlerle, yerleşmelerle ilişkisini çok güzel açıkladınız. Şimdi başka bir boyutta bakalım konuya.
Antik dönemde bu derece önemli ve verimli olan bu göl ve bağlantılı nehir yollarının şimdiki durumunu konuşalım. Nehir çok kirli. Eski verimi yok. Su kaynakları azaldı. Büyük Menderes üzerindeki kirlilikte Uşak sanayi atıkları önemli bir yük oluşturuyor. Denizli sanayisi de tam Çürüksu’nun üzerinde. Buradan gidenler de Sarayköy ovasında Menderes’e karışıyor. Siz ovada Lycos nehrinin şimdiki halini nasıl yorumluyorsunuz?

6

İNSANLAR ÇOĞALIYOR DÜNYA BÜYÜMÜYOR

Prof.Dr. C.Şimşek: Çok açık, antik dönemde kimyasal atıklar yoktu Yaşar Bey. Her şey doğaldı. Ekoloji kendini yeniliyordu, yolda elma yeriz, kesini atarız, o üç gün sonra toprak olur. Bu her şeyde böyleydi.
Ben 23 yıldan beri bu ovayı biliyorum. Bilim insanı gözüyle bu tarihten beri coğrafyaya bakmaya başladım. Çok uzağa gitmeye gerek yok, 20 yıl önce Çürüksu nehrinde çok balık vardı. O balıkları ben de tuttum. İnsanlar su içiyordu. Benim kayınpederim anlatırdı, “Biz bu ovada hayvan otlatmaya gittiğimizde su kabı taşımazdık, su içilecek kadar temizdi.” Demek ki biz kabaca belirtelim, son 25 yılda kimyasal yönden doğaya çok fazla müdahale etmeye başlamışız. Antik dönemde insanoğlunun bu coğrafyada neden bu kadar kent kurduğunu anlayabiliyoruz. Çünkü su bereket dağıtıyordu. Şimdi ise insan çoğalıyor dünyada ama dünya büyümüyor. Aynı yüzölçümünde varlığını sürdürüyor. Toprak büyümüyor. Hiçbir dönemde verimli topraklar üzerine kent kurulmamıştır. İnsanlığın o dönem çok mu ihtiyacı vardı doğaya?

Y.Tok: Sonuç olarak buradan o çağlarda insanların daha korumacı olduğu mu çıkarılmalı?

Prof.Dr. C.Şimşek: Değil elbette. Korumacı davranmak değil de, ihtiyaç ne kadarsa o kadar tüketiyorlarmış. Zaten korumacı davranmasına da gerek yok. Çünkü doğaya zarar verecek şimdiki gibi kimyasallar yok. Tek kimyasal var o da sirke. Ormanların kullanımında da aynı şey geçerli. Ne kadar ihtiyaç varsa o kadar ağaç kesiliyormuş, bu da şimdiki faydalı budama işleminin yerine geçiyormuş. Doğanın canlıları da öyle değil mi? İhtiyacı kadar tüketiyor. Fazlasına zarar vermiyor. Netice olarak doğayı biz en azından aldığımız gibi çocuklarımıza teslim etmek zorundayız.

Y.Tok: Peki aldığımız gibi gelecek kuşaklara teslim edebiliyor muyuz?

Prof.Dr. C.Şimşek: Elbette teslim edemiyoruz. Ama üretenin de suçu yok ki! Esasen suç kirletende. Kime sorsanız size aynı cevabı verir. İklim değişiklikleri, hastalık türlerinin çoğalıp yaygınlaşması boşuna değil. Denizli’ye kaç yıldan beri kar yağmıyor?

Y.Tok: Benim hatırladığım 2000’lerin başındaki yoğun kar yağışı var. Yaklaşık 50-60 santimlik bir yağıştı. 10 yılı geçti.

Prof.Dr. C.Şimşek: Ben geçen yıl ve bir önceki yıl Kasım, Aralık, Ocak aylarında yağmurlu havada hiç tatil yapmamışım. Şubat, Mart, Nisan’a kaymış mevsim. Bir yerde terslik var.

Y.Tok: Lycus’taki göl nasıl yok olmuş?

10

CUMHURİYETİN İLK SULAMA SİSTEMİ

Prof.Dr. C.Şimşek: Ben buraların yaşlıları ile çok haşır neşir olur, onlarla eskileri konuşurum. Buradaki isimlere dikkat edin, Ada vardır, Gölet Kırı vardır. Ada dediği, bildiğimiz ada. Etrafı gölle çevrili. Bunlar o gölün kalıntıları. Ne olmuş göl derseniz, Cumhuriyetin ilk modern sulama sistemi bu ovada kurulmuş. DSİ kanalları falan 1940’lı yıllara tekabül ediyor. İlk proje burada uygulanmış ve bağlı olarak ovada drenaj kanalları açılmış. Drenaj kanalları gölün sistematiğini bozmuş. Uydu fotoğrafından baktığınızda hala gölün bir kısmını görebiliyorsunuz. Buradan, Goncalı ile Karakovan arasından Hierapolis’e yol devam ediyor. Mercan köprüsü var, onun yanında da Roma köprüsü var. Bu köprü Gölün bitip Lycos nehrinin Menderes’e doğru devam ettiği aksta yer alıyor. Son gittiğimde ben orada köprünün sadece bir kısım kemerini görebildim. İş makinesi gelmiş tüm köprüyü yıkıp gitmiş. O dönemde bu köprü ile Laodikeia’dan Hierapolis bağlantısı sağlanıyormuş.

Y.Tok: Yukarı havza nehir boyunda Roma dönemi köprüsüne pek çok noktada rastlıyorsunuz.

Prof.Dr. C.Şimşek: Nehir antik dönemde o kadar önemli ki, Meander kıvrımlarına ilham veriyor. İki tarafı birbirine bağlayan köprüler vardır. Ahmetli köprüsünden başlayarak Çıtak köprüsü, Hançalar köprüsü, Dayılardaki köprü, Kavak köprüsü, Peltai köprüsü… Köprüler böyle sıralanıyor. Nehir boyunda coğrafya birbirine böyle bağlanıyor.

7

MODERN ÇAĞLARDA SU KÜLTÜRÜ

Bir de şunu belirtelim, pamuk tarımının iç kesimlerde, en uç noktada yapıldığı yer bu Lycos ovasıdır. 1850’li yıllarda Osmanlı ülkesinde ilk demiryolu yapımı başlıyor. İzmir-Denizli hattı. Goncalı ve İstasyon garlarının açılış tarihi 13 Ekim 1889’dur. Yapımını İngilizler üstleniyor. İngilizler yapım aşamasında kilometre üzerinden pazarlık ediyorlar ve tüm demiryolu hattını antik kentlerden geçiriyorlar. Dikkatli bakın tüm güzergah antik kentler üzerinden geçer. Laodikeia’nın stadyumu var, Anadolu’nun en büyük stadyumudur. 285 metre uzunluğunda. Stadyum çevre duvarlarının (analemna) hepsini kırıp traverslerin altında kullanmışlar. Sonra da trenle buradaki antik buluntuları denize ulaştırıp oradan gemilerle ülkelerine taşımışlar. Bunların belgeleri mevcuttur. O dönemde Amerikalılarla İngilizler arasında pamuk ticareti sürtüşmesi olmuş. İngilizler bakmışlar ki bu ovada pamuk yetiştirilebilir, demiryolu inşası için Afrika’dan getirilerek çalıştırılan kölelerle pamuk tarımına başlamışlar. Şimdi yakın köylerde hala lakaplarıyla anılan insanlar var; Arap Salih, Arap Mehmet, Arap Hasan… Hatta şimdi tam tarihini bilmiyorum basına düştü, buradan, Goncalı’dan bir genç, “ben köklerime ve anayurduma gidiyorum” diye Afrika’ya gitti.

Özetlemek gerekirse, bu ovanın su ve suya dayalı kültürlerle ilişkisi antik dönemden bu yana her aşamada kesintisiz olarak süregelmiş. Tarım kültürü, taşımacılık kültürü, su ürünleri kültürü ovanın zenginliğinin başlıca göstergeleri olagelmiş. Tabi buradan da Büyük Menderes’e bağlanarak her zaman dünyaya açılan bir kapısı olmuş. Daha Cumhuriyetin 50’li yıllarına kadar da bu yaşam tarzının gelenek ve izleri varlığını sürdürmüş.

***

Tarihin bir yüzüne bakıp övünüyoruz. Ama diğer yüzüne baktığımızda yüzümüz buruşuyor. Geç kazanılan arkeoloji bilincinin kayıplarına iç geçirip hayıflanıyoruz. Tıpkı arkeolojinin bu günkü kayıp halkaları gibi doğada da kayıp halkalar oluşturmuşuz. Bir zamanların en verimli ovalarında çölleşmeye tanık olacağımız günlerin endişesini şimdiden konuşmaya başladık bile. İşte bu iz ve işaretleri bize anlatan, birikim ve araştırmalarından süzülen sonuçları bizlerle paylaşan Celal Şimşek Hoca’ya teşekkür ediyoruz.

Yorumlar

Mümtaz Başkaya   -  Bağlantı 29 Aralık 2017, 01:28

değil. O yüzden sadece tek merkeze bağlanıp incelenmesi pek mümkün değil. Örneğin bu coğrafyada görülen Frig etkisi var. Henüz bu konuda çok şeyler yapılmış değil. O yönden de üzerine gidilemiyor. Eumeneia (Işıklı)’da Frig etkileri çok önceleri blnyr

Mümtaz Başkaya   -  Bağlantı 29 Aralık 2017, 01:23

Büyük Menderes nehri (Meandros) Büyük Menderes Havzası içinde üç kısma ayrılır. Yukarı Menderes Havzası, Orta Menderes Havzası ve Aşağı Menderes Havzası. Her bir havzanın bir bütünlük içinde olsa da farklı kültür etkileri var, Yani kültür olarak tek

Mümtaz Başkaya   -  Bağlantı 29 Aralık 2017, 01:02

Örnek verecek olursak, yine Denizli’nin bir ilçesi olan Denizler var. Kayıtlarda Erzurum’un bir köyünün adı Denizli imiş, şimdi başka adla biliniyor. Bu örneklerden kitabımda çok. Şimdi çok eskilerde göl varmış diye adı buradan geliyor diyemeyiz.

Mümtaz Başkaya   -  Bağlantı 29 Aralık 2017, 00:51

Denizli adı ile deniz veya göl olmasıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Anadolu’da başka yerlerde de bu Denizli adı ve benzerleri var. Bu konuyu yer adlarıyla ilgili kitabımda yazmıştım halbuki.

İBRAHİM YILDIZ   -  Bağlantı 16 Ekim 2014, 17:11

CELAL ŞİMŞEK, KAZI BAŞKANI OLARAK,ARKEOLOJİ BÖLÜM BAŞKANI OLARAK,BİR ARKEOLOJİ PROFESÖRÜ OLARAK DENİZLİ’NİN BU KADAR ZENGİN OLMASINA KARŞIN ,BİLİNÇLENDİRME OLARAK,ARKEOLOJİ SEVGİSİNİ SAĞLAMAK,ANADOLU ARKEOLOJİSİNİ TANITMAK VB. İÇİN NELER YAPMIŞ Kİ?

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı