REKLAMI GEÇ

MENDERES’İ KİMLER KİRLETİYOR?

17 Temmuz 2014 Perşembe

denizli-menderes-nehri-kurluluk-olmeye-yatan-nahir-yasar-tok-kimler-kirletiyor-h

İlk bölümünü dün yayınladığımız uzun söyleşimizin ikinci bölümündeyiz. Bu bölüm çözümlemesine geçmeden önce birkaç not:

Bu görüşme kırılgan bir görüşme değildi. Çoğunlukla kamu görevlilerinde oluşan bir dizi sakınca vardır. Yapılacak görüşme ya da konuşmanın disiplini bu çekinceler tarafından oluşturulur. Kamuda görevli olmaktan kaynaklanır bu. Söylenecek her söz, verilecek her bilgi önce tartılır, ucu nereye gidiyor hesaplanır, sonra otokontrol içinde kısmen diplomatik bir açıklamayla konu ya geçiştirilir ya da yarım yamalak bilgiye dönüşür.

PAÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.Mustafa Duran’la yaptığımız sohbetin farkı burada belirginleşti. Ne sorduysak açıklıkla yanıt verdi hoca. Zaman zaman ‘sakıncası var mı hocam’ türünden uyarıları biz yapmak zorunda kaldık. Onun tepkisi ‘hayır hiçbir sakıncası yok rahat olabiliriz, problem değil’ şeklinde bizi rahatlatmaya dönük oldu. Sonuçta bizim sorularımıza doyurucu ve net yanıtlar verdi.

Mustafa Hoca Büyük Menderes üzerine yapılacak bu tür çalışmaları önemsediğinin altını çizdi. Hazırlamaya çalıştığımız dizi yazı için ‘süper’ diyerek, bize abartılı bir teşvikte bulundu. Biz de aldığımız bu ‘gazın’ hakkını vermek için sorularımızda sınır tanımadık. Biz sormaya devam ettik, o yanıtlamaya…

12

MENDERES’E BAĞLANAN SULARIN DURUMU

Yaşar Tok: “Menderes üzerinde çeşitli su bağlantıları var, çaylar, dereler ve küçük nehirler. Bunların içinde en önemlilerinden biri de burada, Adıgüzel barajına bağlanan Banaz ve Dokuzsele’den gelen su bağlantısı. Ayrıca Uşak-Eşme tarafından gelen Hamamdere, Kocadere var. Homa ve Işıklı civarında Kufi gibi başka çaylar ve dereler var. Nehre bağlanan bu su kaynakları bir çeşitlilik yaratıyor elbette. Bu suların değerleri neler, Menderes’e ne katıyor?”

Prof.Mustafa Duran: “Suyun kötüsü olur mu hiç? Su hayattır. Adı geçen birçok dere, aslında Menderes’i besleyen değerli sular. Bunun ilk şartı kirlenmemeleri. Kufi’den, Dinar’dan gelen kollar kirlenmediği sürece nehre hayat veren çok önemli sular. Mesela Kufi’de yaşayan endemik bir balık türü var, adını hatırlamıyorum şimdi ama duyduğumda dehşete kapılmıştım. Balığın yaşadığı çevre tahrip edilirse o balık zarar görür. Şimdi Kufi’de bir ıslah çalışması sürüyor, sonuçlarını bir-iki sene sonra görürüz.

13

Gürçay hoca bir kez daha araya giriyor. O bölgeyi yakın zamanda görmüş. “Kufi suyu genelde yerin altından akıyor” diye ekliyor. “Ama bizdeki zihniyet çok kötü. Dozerlerle girip oradaki bitki örtüsü ve canlıları hunhar biçimde yok ediyoruz.”

BARAJLAR DOĞAL HAYATI YOK EDİYOR

Yaşar Tok: “Söz buraya gelmişken, nehir yolu üzerindeki floraya değinelim biraz.”

Prof.Mustafa Duran: “İki yıl önce burada taşkınları engellemek için dolan göl yatağındaki dip çamurunu temizlediler. Ama bu yapılırken vahşi yöntemlere başvuruluyor. O ana kadar orada kurulmuş canlı hayat formunu yok ediyor, yaşayan canlılar, balık larvaları tahrip oluyor. Yaşayan ve taşınan bir sistem olduğu için sizin verdiğiniz tahribata karşı yukarıdan taşınan sistem orada yeniden canlı bir hayat kurar, zamanla kendini restore eder. Buradaki yanlışlık şu, sellerin taşkın sebeplerinden en önemlisi derinlikten çok, genişliğinin daralmasıdır. Yapılan derinleştirme bu nedenle çok yararlı sonuçlar vermeyebiliyor. Genişletme yerine derinleştirmeyi seçme sebebi de sanırım arazi kamulaştırma sorunları olmalı. Yine de daha az zararla bu çalışmalar yapılabilir. Ama taşeronlaştırma sistemi vb. nedeniyle bu sadece iş olarak görenlere kalıyor, olayın farkında olmaması nedeniyle bu sonuçlar doğabiliyor. Barajlar konusu da öyledir. Mesela barajdaki hayatla göldeki hayat birbirinden farklıdır. Nehirlerde yaşayan birçok canlı, önüne set çekilip su biriktirildiğinde adaptasyon sorunu yaşar veya ölür. Mesela burada üç tane baraj oldu. (Adıgüzel 1, Adıgüzel 2, Cindere barajları.) Ne oluyor, Menderes coşkun bir şekilde akarak geliyor, bu akıntıya uygun hayat barajda yok oluyor ve yeni bir hayat kuruluyor.

(Buraya küçük bir not iliştirelim: Cindere baraj çıkışından itibaren yapılan tünele ilerleyen yazılarımızda değineceğiz. Sanırım kış aylarıydı. Vali Demir ve geniş katılımlı bir heyetle gitmiştim o tünele. Sona yaklaşmıştı. Şimdiki durumunu bilmiyorum. Ama çevreye, bitki örtüsüne, suyoluna ve canlı türlerine etkisi ne olmuştur, izleyip gözleyeceğiz. Güney şelalesini, şelalenin çökme sebeplerini yine aynı bağlamda değerlendireceğiz. Sevgili okurdan biraz sabır istiyoruz. Y.Tok)

9

ENDEMİK KAYIT TUTMAK ÇOK ZOR
Bu kez Şengül Boz soruyla söze giriyor. “Menderes üzerinde şimdiye kadar kaç tür yok olmuş?”
Bu soruya Gürçay Kıvanç Akyıldız yanıt veriyor. “Mesela biz farklı üniversitelerle tespit yaptık. Endemik bir bitki vardı. Biz o bitkiyi de içeren yayını henüz yapmadan bitki yok oldu. Bunun gibi çok fazla örnek var. O nedenle bu sayıyı bilip tespit etmemiz mümkün değil. Halihazırda tespit edilmeden üstü kapanmış pek çok bitki de olabilir.”
Mustafa Hoca tamamlıyor, “Biz buna biyolojik monitör, biyolojik izleme diyoruz. Türkiye’de bunun şubesi yeni kuruluyor. Su Çerçeve Direktifi diye bir genel çerçeve var Avrupa Birliği uyum sürecinde, onların dayattığı bir şey. Türkiye’de havza bazında yeni yeni uygulanıyor. Bizler bu projede şu anda görevliyiz. Biyolojik izleme için Bakanlığa üç-beş yıldır dil döküyoruz adeta. Eğitim çalışmaları veriyoruz. İzleme daire başkanlığı kuruldu, yavaş yavaş çalışmaya başlayacak. Henüz taşra teşkilatı yok, o nedenle bu suda gerçekte ne var, ne yok tam olarak henüz bilemiyoruz. Şimdi yeni yeni projeler yapılmaya başlanıyor. Bu sistem oturursa her yıl izlemeye devam eder ve değişen türleri tespit edebilirsin. Gürçay Denizli çevresinde 2005’ten itibaren yüksek lisansını yaptı. Sanırım2008 de bitti bu çalışma. Üç yıl boyunca sürekli bir izleme yaptık, hala da izliyoruz. Bizim ondan öncesine dair bir fikrimiz yok, ama ondan sonrasına ilişkin bir fikrimiz oluşuyor.

Gürçay Kıvanç Akyıldız açıklamayı tamamlıyor: “Biz 2005-2008 arası Denizli bölgesinde 17 lokasyonda başladık, sonra Aydın-Uşak’ı da içeren 43 lokasyona ulaştık. Son olarak 52 tane lokasyonumuz var. Uşak Banaz, Dinar Bölgesi, Denizli, Aydın ve sonra deltaya(Söke) doğru uzanan 52 tane gözlemlediğimiz lokasyonumuz var. Düzenli aralıklarla gidip canlı örnekleri topluyoruz, onlar bize iki gözlem arasındaki süreçte suda yaşanan tüm değişimi anlatıyor.”

19

KİRLİLİKTE İLK SIRA SANAYİ İKİNCİSİ TARIM ATIKLARININ

Yaşar Tok: “Fauna, floranın zarar görmesinde zirai atıklar, sanayi atıkları, yerleşim atıkları, HES’ler vb. gibi pek çok faktör sayılıyor. Özel olarak Menderes’te suya en çok zarar veren ne tür atıklar?”

Prof.Mustafa Duran: “Biz daha çok suya odaklanacak olursak-ki bizim hakim olduğumuz alan su alanı- ilk sırayı tekstil ve mermer sanayisinden kaynaklanan atıklar alıyor. Bunlar daha Uşaktan başlayarak aşağı havzadaki suyun Çürüksu(Lycos) ile birleşme noktasına kadar devam ediyor. Uşak Dokuzsele deresi Ulubey kanyonundan geçiyor ama simsiyah bir dere suyu akıyor. Oraya dünyanın ikinci büyük kanyonu deniliyor, turizme de açmaya çalışıyorlar ama yanına yaklaşamıyorsunuz suyun. Zaten Dokuzsele deresi tahliye kanalı gibidir. Simsiyaha yakın suyu var, kokusu var. Orada biz pek canlı hayvan bulamıyoruz.”

Gürçay hoca araya girip “Banaz’a itibarını iade etmek lazım aslında. Banaz kirli değil. Asıl deşarjı yapan Dokuzsele. Banaz’ın kaynağına gittik biz, oradan temiz geliyor. Fotoğraflarını size gönderirim” diyor.(Gönderdi de. Yazımız içinde bu iki fotoğrafı yayınlıyoruz.)

Yaşar Tok: “Uşak içinden mi geçiyor Dokuzsele.Güzergahı nereden balıyor?”

Prof.Mustafa Duran: “Evet Uşak içinden geçiyor. İlk olarak Uşak şeker fabrikası atıklarından etkileniyor. Sonra tekstil ve dericilerin atıkları ile iyice kirleniyor. Bizim buradaki Çürüksu da Dokuzsele gibi. O da aslında pek çok derenin birleşiminden oluşuyor ama ovada sanayi atıklarını toplaya toplaya Sarayköy civarındaki birleşme noktasına simsiyah bir su olarak geliyor.”

16

HERKES TOPU BİRBİRİNE ATIYOR

Yaşar Tok: “Kirlilik nedenleri ile ilgili çevre insan yerleşmelerinde görüşmeleriniz oldu mu hiç?”

Prof.Mustafa Duran: “Oldu. Genellikle herkes topu birbirine atıyor. Ama hepsinin ortak olarak gösterdiği kirlilik kaynağı sanayi ve tarım. Sıralamada daha sonra evsel atıklar geliyor. Ama taraflardan hiç kimse kendinde bir suç görmüyor. Herkesin şikayetleri farklı. Aynı tutumu il yönetimlerinde de görmek mümkün. Aydın Denizli’yi, Denizli Uşak’ı suçluyor. Kimse üstüne almıyor, almak istemiyor.”

Son iki-üç haftalık dizi yazımız bölümlerinde yer alan Dinar Belediye Başkanı ile Çivril Belediye Başkanı’nın bu yöndeki beyanatlarını hatırlatıyorum Hoca’ya, gülümsüyor.

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

NEDENSE PAZARDAKİ HER ŞEY HONAZ’DA YETİŞİYOR!

Prof.Mustafa Duran: “Aslına bakarsanız sorunun esası şurada: Emtiayı ucuza satarak rekabet etmek için, çevresel atıkların maliyetini fiyatlara yansıtmıyoruz. Fiyatlar içinde öyle bir kalem de yok, düşünce de yok. Biz diyoruz ki, suyu arıtın ve iyi arıtın. Neden? Akarsuya karışan atık sulardaki organik-inorganik maddeler, sulamayla yetiştirdiğimiz ürünlerde birikiyor. Bu bilgi çevre il raporlarında da var. Aydın Bölgesinde portakalda, incirde, zeytinde, Çivril’deki elmada, Yenicekent üzümünde vs. birikiyor ve biz bunu yiyoruz. Tarım ürününde biriken ağır metaller insanlarda sinir rejenerasyonunu etkiliyor, bunun tedavisi de mümkün değil. Bir örnek;gurme programlarıyla televizyondan tanıdığımız Vedat Milor’un titreme rahatsızlığı vardır, sebebi ağır metal zehirlenmesidir, kesin tedavisi yoktur. Vücutta biriken bu metal, giderek kanser vb. gibi hastalıkların yaygınlaşması ile sonuçlanıyor. Bundan kurtulmanın yolunu da bulmuşuz, pazara çıkıyor ve benim malım Honaz’da yetişiyor diye satıyoruz. Nedense bütün mallar Honaz’da yetişiyor. Başka bir yerde hiç mi yetişmez? Ya da Honaz’da hangi biri yetişebilir? Sebep oranın suyunun temiz olması. Böylece malın temiz suda yetiştiği yalanına başvurarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyoruz.

Sanayici diyor ki, ‘benim üretim bedelim zaten çok fazla.’ Çok elektrik ödeyip karşılayamadığından şikayet ediyor. Ama o malı rekabet edeceğim diye satarken gerçek maliyetini yansıtmıyor. O zaman atık maliyetini nasıl karşılayacak? Avrupa Birliği müktesebatı ne diyor, ‘kirleten kirlettiği kadar öder’diyor. Bu durumun yavaş yavaş geleceği son nokta zaten bu. Yapılacak olan, bu maliyeti fiyata yansıtmak. Şimdiki durumdan kendisi fazla zarar görmüyor aslında, asıl zararı halk görüyor. Sanayi bölgesi içindekilerinbir başka itirazı, sanayi bölgesi dışındaki kuruluş atıklarının ne olacağına ilişkin belirsizlik. Doğru. Sanayi bölgesi dışında da pek çok işletme var ve onların atıkları direkt doğaya karışıyor. Onların hiçbir maliyeti de yok.

1

SANAYİDE ÇÖZÜM TOPTAN DEĞİŞİM PROJELERİNDE
Sonuç olarak yapılması gereken toptan bir değişim. Bunları ben bakanlık nezdinde olsun, komisyonda olsun anlatıyorum hep. İşin mutfağında bunları hep konuşuyoruz yani. Çözüm için burada bir devlet stratejisi lazım. Nasıl olabilir, mesela tekstilde kuru boyamaya geçelim diyebiliriz. Tamam, maliyetli ama devlet desteği sağlanacak. Ya da makine üretimini yerli hale getireceğiz. Makine mühendislerimiz bunu üreterek ithalat maliyetini düşürecek.”

Yaşar Tok: “Devlet bu tür bir strateji oluşturuyor mu? Bu tür çalışmalarda bilim insanlarından yeterince yararlanıyor mu sizce?”

ÇED RAPORLARINI UZMANLAR HAZIRLAMALI

Prof.Mustafa Duran: “Yok pek sayılmaz ama Bakanlık şimdilerde işin farkına vardı, ÇED raporları meselesinde işin vehameti anlaşıldı. Yeni mezun biyologlar ucuz ücretle çalıştırılıp ÇED raporları hazırlatılıyor ama onlar da kitabı açıp yazıyorlar. Bakıyorsunuz raporda orada olmayan türler, canlılar yer almış. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Bu konuda güzel bir örnek vereyim size. Eskişehir-Kütahya arasında bir baraj gölü var. (Porsuk baraj göleti.) O baraj gölünde balık üretimini devlet kiraya veriyor. Kira bedelini belirlerken ÇED raporunu esas alıyor. Raporda değerli bir balık türü olan Dip Barbus’tan söz ediliyor,aslında bu gölette öyle bir balık yok. Değerli balık olduğu için birim fiyatı diyelim bin lira. Diğerlerinin 50 kuruş. Maliyet hesaplamasında olmayan balığın yüksek fiyatı ortalamaya eklendiği için senin birim maliyet oluyor 800 lira. Balık üreticileri diyor ki, ‘böyle bir balık tarihinde burada hiç olmamış, bunu çıkarmamız lazım’, ama devlet doğal olarak diyor ki, ‘çıkaramayız’. Neden, çünkü ÇED raporunda var. Bu ve benzeri sebeplere bir de çevrecilerin baskıları eklenince sorunlar içinden çıkılmaz oluyor. ÇED raporu düzgün olunca gereği yerine getiriliyor. Ama diyelim politik sebeplerle ‘bu fabrika buraya açılmalı, istihdam sağlamaya ihtiyaç var’ denildi, o zaman da ÇED raporu falan kalmıyor ortada.”

Yard.Doç.Gürçay Kıvanç Akyıldız: “Şimdi durdurmuşlar o uygulamayı. Bir yerde okudum, yeniden ÇED raporlarına dönülecekmiş.”

Prof.Mustafa Duran: “Şimdi bizim ihale kanunlarımız bilim insanı ile işbirliğine müsaade etmiyor. Bilim insanlarının hiç böyle ticaretle falan işi olmadığı için etkisiz kalıyorlar. Bakanlık bir ihale açıyor, hocanın bu ihaleye girme şansı yok. Duyma şansı da yok, herkes işinde gücünde. İhaleye giren işi kapıyor, bizim ruhumuz duymuyor. Sonra da ihaleyi kazanan işi ucuza kapatmak için 100 liralık raporu 10 liraya yazdırıyor, teslim edip gidiyor. Biz biyolojik izlemede bunu biraz daha sıkıp, işin uzmanı yapsın diye belli kriterler koyduk. Mesela en azından alanında doktora yapmış, yurtdışında yayını olan birinin rapor hazırlaması gibi kriterler koyduk. Bu kriterlere uyulduğu zaman, mecburen o işle ilgili bir hoca işin başında olacak. Şimdilik bu kadar bir ilerleme sağlayabildik.

11

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ TARIMSAL ÜRETİMİ ETKİLİYOR

Yaşar Tok: “Menderes üzerinde yapılan tüm tahribatın sonuçları ortada. Ben bir de iklimsel değişiklik var mı onu öğrenmek istiyorum. Çeşitli su üstü kuruluşlar var, başta barajlar olmak üzere. Bunlar iklimde bir değişiklik yaratıyor mu?”

Prof.Mustafa Duran: “Mutlaka. Mesela Güney bölgesinde biliyorsunuz toprak üzüm yetiştiriciliğine çok uygun. Burada nemlenme vb. artarsa, toprağın verimliliği değişir, yazın hissedilen sıcağın artmasına, kışın da düşmesine neden olur. Göller bu anlamda klimatik bir etkiye sahiptir. Toprağın nemi arttığında ise diyelim üzümün su oranı artıp şekeri düşer, ya da tersi olur, her iki durumda da var olan verimlilik bir şekilde olumsuz etkilenmiş olur.”

Yaşar Tok: “Bu bölgede jeotermal kaynaklar da var. Seracılık gün geçtikçe yaygın biçimde gelişiyor. Bu durumun etkisi ne olabilir?”

JEOTERMAL ETKİ SIKINTISI YOK

Prof.Mustafa Duran: “Seraların değil ama jeotermal kaynakların durumu etki edebilir. Eğer içinde bor varsa bu olumsuz etki eder. Ama sanırım bunun sonucu şimdi öngörüldü. Daha çok elektrik üretiminden korkuluyordu, suyu alıp kullanacak ve atacak şeklinde. Onun için yasal düzenleme yapıldı. İşletmeler reenjeksiyon yapmak zorunda. Kullandığı suyun bir buçuğunu dışarı verebiliyor, gerisini yerin altına göndermek zorunda. Bu anlamda bir sirkülasyon başladı. Eskiden daha fazla etkisi vardı jeotermalin, artık bu etki azaldı. Yoksa özellikle bor konusunda birkaç yayın araştırırsanız, zararını anlarsınız. Zamanında Sarayköy’deki jeotermal bölgesinden sonra Aydın’a doğru binin üzerinde bor tespit edilmiş. Ama artık şimdiki ölçümlerde öyle bir sonuç yok.”
Konuşmamızın sadece kayıtlı bölümü bir saati aşmış. Öğle yemeği zamanı geldi geçiyor. Bulunduğumuz yerde ihtiyaç giderme şansımız az. Henüz gezeceğimiz bir yer var ama ben yine de kısa bir program yapıp tebliğ ediyorum, itiraz yok. Sarayköy köftecisinde final yapmaya karar veriyoruz.

NE OLACAK BU MENDERES’İN HALİ
Teşekkür ediyorum söyleşi için. Bu arada Şengül hatırlatıyor, “Hocam kurduğunuz çevre derneği ile ilgili bilgi verebilir misiniz?”
Ben de araya giriyorum, “zaten benim de son bir sorum vardı, konuştuklarımızdan sonra, ne olacak bu Menderes’in hali?”
Hoca gülüyor. “Önce dernekten söz edelim, sonra Menderes’in haline bağlayalım” diyor. “ Menderes için kaygılanmamak mümkün değil. Çözüm önerileri de bir anda olmayacak gibi. Biraz rasyonel düşünürsek; Isparta’da içinde hocaların bulunduğu bir Menderes izleme projesi daha yapılıyor. Yine TÜBİTAK MAM bir proje yapıyor, özellikle azota hassas kirli bölgelerin belirlenmesi konusunda. Yani yavaş yavaş bir çevre bilinci oluşmaya başladı diyebiliriz. Fakat bu çevre bilinciyle çelişen en büyük alan sanayi. Çevrede çalışan memur arkadaşlar gidiyor, ceza yazıyorlar, bu sefer adam diyor ki, ‘ben burada 500-600 işçi çalıştırıyorum, bunun maliyetini karşılayamam. Sonra ne oluyor, bu kirletme durumu bir şekilde gözardı edilmeye çalışılıyor. Aslında şu olmalı. Taraflar bir araya getirilip farkındalığın sağlanması, bilinç seviyesinin yükselmesi lazım. Sanayi ve tarım atıkları Menderes’i kirleten iki önemli faktör. Fabrika ya da tarla sahibi verim elde ettiği sürece dönüp arkasına bakmıyor. Halbuki hayatın içinde bu var. Yediği içtiği ekmek ve sudan, tükettiği sebze ve hayvana kadar olumsuz etkiler kendisine de geri dönüyor. Ama bunu idrak edemiyorlar.

17

ÇEVRE VE SU ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ
Biz Çevre ve Su Araştırmaları Derneği kurduk. Henüz tam olarak faaliyete geçiremedik ama eğitim çalışmaları burada öne çıkıyor. Dernek olarak bunları anlatmak istiyoruz. Biz on beş aylık bir derneğiz. Bağımsız bir sivil toplum kuruluşuyuz. Amacımız bir STK olarak hem kurumlar, hem de taraflar arasında eğitim çalışmaları vermek. Ya da ağaç yaşken eğilir diyerek anaokulundan başlayarak değişik projelerle çevre bilincini artırmak, onları faaliyetlerin içerisine sokmak ve bu şekilde daha çevreci, duyarlı bireylerin yetişmesini sağlamak. Tüm bu projeler kafamızda ama henüz bunları hazırlamak için zaman bulamadık. Üyelerimiz çoğunlukla kendi yüksek lisans ve lisans öğrencilerim. Bir de aileden var, onlar da yönetim oluşturmak için mecburen derneğe katıldılar.

Şengül Boz: “Dernek üyeleri içinde değişik akademisyen gruplarından temsilci var mı?”
“Var, çoğunluğu biyolog. Tekstil mühendisi var mesela, doktor, fizikçi var. Ama onların şu anda pek katkısı yok. Zaten hemen duyuru derdimiz de yok. Önce projelerimizi hazırlayıp çalışmaya başlayalım istiyoruz.”

Yard.Doç.Gürçay Kıvanç Akyıldız: “Aslında toplum bireylerinde amatör bir çevrecilik olması gerek. Siz hangi işi yaparsanız yapın, mutlaka bir doğasever yanınız vardır, çevreyi koruma güdüsü taşırsınız. Yurtdışında böyledir bu işler. Herkes illaki gidip o okulda okuyup çevreci olmuyor. Biz de ona benzer bir altyapı hedefliyoruz.”

Yaşar Tok: Bu tür bir proje derneği için nasıl kaynak sağlayacaksınız?”
“Proje yazarak. İlgili bakanlığın çalışmalarına proje üreterek bunu sağlayabiliriz.”

***

Söyleşinin bundan sonrası kayıt dışı sürüyor. Kalkıp Cindere yönüne doğru kısa bir gezinti ile bu görüşmeye son veriyoruz. Bir süre nehir kenarında geziniyor, bitki ve su canlıları üzerine konuşuyor, örneklere bakıyoruz. Erken saatte dönüş yolundayız.

Keyifli oluyor Büyük Menderes maceramız. Daha da keyifle devam edecek.

Yorumlar

AHMET BAYER   -  Bağlantı 3 Ağustos 2014, 11:40

YOK OLMAYA AZ KALDI …..

AHMET BAYER   -  Bağlantı 3 Ağustos 2014, 11:39

KURUMLARDAKİ GÖREVLİLERİN GÖREVİNİ YAPMAYARAK VEYA GÖRMEZDEN GELEREK DOĞAYA VERDİKLERİ ZARARIN temel etkileri olarak büyük menderes havzasının max su ile min yüksekliğinin arasındaki kalan kısım doğru dürüst yeşilliğin olmaması ,balıkların ölmesi,kalan balıklarda ağır metal oranın yüksek olması ,genel bazda kuş popülasyonun hemen hemen yok olması gibi kötü sonuçlar doğursada görevlilerin umrunda değil son olarak dikkatimi çeken büyük menderes etrafında yaşayan halkın belirli bir yaşa geldiğinde ortalamanın büyük bir kısmında KANSER VAKALARININ arttığının ve genç yaşta ölümlere sebeb olduğu net olarak gözlemledim. YETİLİLERİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUM . BÜYÜK MENDERESE SANAYİ ATIKLARININ DÖKÜLMESİNİ ÖNLEYİP ESKİ DOĞAL GÜZELLİĞİNİN YENİDEN CANLANMASINI İSTİYORUM ..( İYİ ÇALIŞMALAR )

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı