REKLAMI GEÇ

“ÜMMÜ KIZIN TAŞI ARTIK YOK!”

28 Ağustos 2014 Perşembe

denizli-menderes-olmeye-yatan-nahir-bekilli-ummu-kiz-h

Büyük Menderes üzerine yaptığımız gezilerin bizi giderek büyüleyici bir etkiyle sarmaya başladığını söyleyebiliriz. Belki de alışkanlık ya da tutku demek daha doğru. Nasıl tarif edersek edelim, gezdikçe ve yazdıkça başlangıçta tasavvur ettiğimiz nehir boyu gezilerinden daha fazla keyif almaya başladık.
Yapmak istediğimiz çalışmanın içi giderek dolup zenginleşiyor. Her gezi ve kaleme aldığımız her satır, bizim nehir duyarlığımıza ruh katıyor. Kendimizi giderek suyolunun daha fazla içinde hissediyoruz.
Geçen hafta iki gün boyunca yayımladığımız Banaz Çayı-Dokuzsele Deresi-Adıgüzel barajı suyolları gezimiz, aslında bir yolculuğun duraklarından birisiydi. Aynı bölgeyi iki haftada iki kez tavaf ettik. Toplam beş günlük bir mesai harcadık ve Bekilli ile bağlı coğrafyanın Büyük Menderes nehri çerçevesinde nasıl bir değişime uğratıldığını gözlemledik. Bu değişimin en önemli göstergesi, neredeyse toplam 15 km.lik bir alanda yer alan, eskisini de sayarsak 4 ayrı HES’in kurulmuş ya da kuruluyor olmasıydı. Bu konudaki yolculuk ve gezmelerimizin sonuçlarını haftaya bırakalım. Bu hafta Bekilli gezimiz boyunca yaptığımız bazı farklı görüşmelere ait notlarımızı paylaşalım.

0

4 HES’Lİ COĞRAFYA
Büyük Menderesin suları Çal bölgesinden Bekilli topraklarına evrildiğinde uzun bir kanallar dizisi ile karşılanır. Çal Kısık kanyonundan çıkıp dingin biçimde akan ırmak, Hançalar köprüsünü geçer ve Akköy sınırlarını dolaşarak, bir süre sonra sarp kayalıklar tarafından sıkıştırılmış Bekilli kanyonlarına ulaşır. Burada ırmak suyu neredeyse sulamada hiç kullanılmaz. Topoğrafya engebelidir ve suyun akış yönü giderek derinleşir. Derinleştikçe de dar kanyonlar ortaya çıkar.

1

Suyolu bu kadar sorunsuz değildir. Henüz Çal çıkışında sulama kanallarıyla mevcut su oranı parçalanır. Bu kanallar çok fazla bölgeyi sulamaz zaten. Nitekim aynı kanallar Bekilli’ye ulaştığında suyu hidroelektrik santrali kullanır. Bu arada, geçen haftalarda yayınladığımız söyleşide Çal Belediye Başkanı Fethi Akcan’ın söylediği gibi tüm yerleşim birimleri ve işletmelerin atıkları nehir yoluna bağlıdır. Gerilerden zaten çok temiz gelmeyen su, giderek daha fazla kirlenerek yol almaya başlar. Buna rağmen doğa o kadar cömerttir ki, Bekilli-Akkent arasındaki eski yoldaki Menderes’i aşan köprü altında bile su kendini kısmen arıtmak için çabalamıştır ve bazı orta boy balıkları aynı suyun içinde yüzerken görmek mümkündür. Ama artık o suya girmek mümkün değildir. O nedenle olsa gerek yer yer nehir boyuna kurulmuş çay bahçesi – piknik alanı türü dinlenme yerlerinin özel yüzme havuzlarına sahip olduğu görülür.

2

KANYONLAR BÖLGESİ BEKİLLİ
Bekilli’de Menderes suyolu engebeli bir arazide yol alıyor. Arazi giderek yükselmiyor ama nehir yolu giderek derinleşiyor. Nitekim Adıgüzel barajına ulaştığında çıktığı vadinin kullanılabilir arazileri neredeyse yüz metreyi bulan bir yükseklikten başlıyor.

Kanyonlar cennetini oluşturan bölge burası.Ümmü Kız adıyla bilinen türkünün geçtiği yer de bu kanyonlar içinde. Biz yol arkadaşım Tuncer Mankır’la Bekilli sahilini (artık sahil demenin sakıncası yok. Nasılsa buralarda yaşayanlar nehre ‘deniz’ demiyor mu?) iki gün boyunca gezip dolaştık. Kanyonlara inip çıktık, tehlikeli sayılabilir bölgelerde fotoğraf çekip gözlem yaptık. Zaman zaman adına ilgili pek çoğumuzun aşina olduğu Mahmut Divarcı’ya rastladık. İkinci yolculuğumuzun son günü Bekilli Belediyesi eski başkan yardımcısı Mahmut Divarcı ile yeniden karşılaştığımızda, “Menderes’i ne zaman oturup konuşacağız” dedi. Doğrusu zamanı kestiremiyorduk ama onunla konuşmamız gerektiğini biliyorduk. “Ayarlayıp konuşalım” dedik, ayrıldık.

EMEKLİ ÖĞRETMEN İBRAHİM KOÇBERBER
Tuncer emekli bir öğretmenden söz ediyordu iki gündür. “Bekilli ile ilgili eski bilgileri derli toplu ondan alabilirsin, bu konuda epeyce eski bilgiler ondadır. Onunla mutlaka görüşelim” diye ısrar ediyordu. MankırKısığı’nı fotoğraflarken, Ümmü Kız türküsünün hikayesini konuşurken söz dönüp dolaşıp ona geliyordu.

Son günün son görüşmesini hocaya ayıralım dedik. Önce telefonla ulaşıp görüşme isteğimizi belirttik, çarşıdaymış. Merkez kahvehanelerden birinde bizi bekleyecekmiş.

3

Aşağıda görüşme notlarını verdiğimiz emekli öğretmen İbrahim Koçberber, 1941 Bekilli doğumlu. Denizli Lisesi mezunu.Öğretmen okulunu dışarıdan bitirip ilkokul öğretmeni olmuş. Daha sonra Çapa Eğitim Enstitüsü Fen grubu sertifikasıyla fen bilgisi öğretmenliği yapmaya başlamış. Ardından Eskişehir İTİA işletme-muhasebe bölümünü bitirmiş. Bölgedeki yerleşimlerin çeşitli okullarında her düzeyde görevlerle süren eğitimciliği, 5 yıllık Bekilli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden sonra emekliliği ile son bulmuş. Arkeolojiye meraklı. T.DrewBear’a refakat edip 1973 yılında arkeolojik bölge incelemelerine katılmış.
Hocayla tanışma faslımız kısa sürdü. Ne yaptığımızı kısaca belirttik, “hadi kahvede bir masaya oturup konuşalım” dedi.

Çaylar geldi, biz ses kayıt cihazını ortaya koyduk, sözü Hoca’ya bıraktık. Anlaşılan o, bu güne kadar pek çok görüşmede Ümmü Kız türküsünün hikayesini anlatmış, aynı alışkanlıkla bize de anlatmaya başladı.

ÜMMÜ KIZ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ
“Anadolu türküleri birbirine benzer hikayelerle anlatılır. Bir bölgede bazen bir olay olur, türkü yakılır. Sonra başka bir bölgede benzer bir olay olur, aynı türkünün sözleri değiştirilerek o olaya uyarlanır. Bu nedenle bazı türkülere Anadolu’nun birden çok bölgesi sahip çıkabiliyor.

Şimdi bizim Bekilli’de de Ümmüm türküsü var. Türküye sahip çıkan yer çok. Ama içindeki sözlere bakılırsa, Büyük Menderes vadisine daha iyi uyar. Eskiden, Osmanlı Devleti zamanında buralara Afyonkarahisar sahip. Menderes’in karşı tarafı ise merkezi İzmir’de bulunan Aydın Vilayeti sancağına ait. O zamanlar her sancağın kendine ait kanunları var. Bir vilayette suçlu sayılan ve cezalandırılan kişi, başka bir vilayet topraklarında suçlu sayılmıyor. Büyük Menderes sınır sayıldığından, nehrin karşı yakasına geçen kişi de bu taraftaki suçlarından kurtulmuş oluyor.

___________________________________________________

Bahar_imaj_450x150

___________________________________________________

Bizim burada o zamanlar Kavukçular ve Alacanoğulları adında iki aile var.Kavukçular’ın Ümmü, Alacanoğulları’nın oğlu Ali ile sözleşir. Babası buna razı olmaz, kızı başkası ile evlendirmek ister. Ümmü kız, düğün günü bir fırsatını bulur ve Ali ile kaçar. Birlikte Menderes’in öbür tarafına geçerlerse kurtulacaklar. Büyük Menderes’in orada, Mankır Kısığı dediğimiz kanyonunu önünde üç tane taş vardır. Aslında iki taş var. İlk taştan atladığında ikinci taşa, ondan atladığında ise üçüncü büyük kayaya varılıyor.
O zamanlar şimdiki gibi barajlar yok. Bazı mevsimlerde, özellikle ilkbahar aylarında suyun debisi yağmurlarla birlikte fazlalaşıyor. Ümmü ile Ali taşın başına varıyor. Ali karşıya atlayıp geçiyor. Ümmü kızın ise ayağı kayıp düşüyor. Tam taşın önünde derin bir girdap var. Su içine düşen her şeyi yutuyor, kurtulmak imkansız. Neticede kızda kurtulamıyor ve orada ölüyor. Gelinin kaybolduğunu gören düğün evindekiler aramaya çıkıyorlar ve Ümmü kızın sevdiği oğlan Ali’yi yakalıyorlar. Yetkili makamlara teslim edilen Ali Afyon cezaevine atılıyor. Ali cezaevinde, sel sularına kapılıp ölen Ümmü kız için uzun, yanık bir türkü tutturur. Türkü önce gardiyan, sonra cezaevi müdürü, sonra da savcının dikkatini çeker. Bir rivayete göre de o zamanlar vali olan Kamil Paşa’nın kulağına kadar gider. Kamil Paşa Ali’nin türküsünü dinler ve onun suçsuz olduğuna karar vererek salıverir. Türkünün kısa hikayesi böyle.”

4

“İLÇEMİZ BEKİLLİ TARİHİ”
Hoca ara vermeden devam ediyor, “ben size bir kitap vereceğim, orada da bu olay aynen anlatılır.”
Kitabı merak ediyoruz, “ben de var, size vereceğim ama bana geri gelmesi lazım” diyerek, çekincesini belirtiyor. “Biz size Tuncer arkadaşımızla ulaştırırız” dediğimizde ikna oluyor. Meğer kitabı 1998 yılında Nail Suna isimli başka bir öğretmen arkadaşı ile birlikte kendisi yazmış. Ses kaydımızı tamamlayıp kısa bir sohbetten sonra Hoca yerinden kalkıyor ve arka sokaktaki evinden alıp geliyor. Kitap 212 sayfalık hacimde. Bir tür Bekilli tarihi de diyebiliriz. Toplam, kaynakça hariç 6 bölümde ele almış Bekilli’yi. Tarihi, coğrafi yapısı, idari yapısı, toplumsal hayat ve folklor, ekonomik yapısı ve kasaba-köyleri. Basımı Bekilliler Kalkınma ve Dayanışma Derneği üstlenmiş. İlçe hakkında daha farklı kaynaklar okumadığım için önemli gördüğüm bir çalışma. Okurken bu gün pek çoğu bilinen ve tezlere konu olan özelliklerini o dönemde derli toplu sunmuş bir yapıt. Belli ki (dizgi hataları-yanlışları dışında) özenle hazırlanmış, titizlikle araştırılmış bir eser. Fotoğraflarla görsel bir zenginlik kazandırılmış. Özellikle tarihi ve folkloruna genişçe bölümler ayrılmış. Çal bölgesini de kapsayan antik mimari ve yazıtların o günün koşullarında ortalama bir dökümünü yapmış. Yazıtlara ait çözümlemelere yer vermiş. Yararlanılan kaynak kişi ve eserlerin listesi kitabın sonuna eklenmiş.

5

“ÜMMÜ KIZ HİKAYESİ BİZİMDİR”
Ümmü kız hikayesinin devamını emekli öğretmen İbrahim Koçberber kitabında şöyle özetlemiş:
“Bu türküye sahip çıkan başka yerlerde vardır.Türkülerin sözleri biraz değiştirilerek, başka olaylara da uygulanabilir.Ancak türkünün esası ve ilk çıkışı Bekilli ile ilgilidir. Afyon, Baklan, Aydın bizim der, bir bakıma haklıdır.Çünkü Menderes oralardan da geçmektedir.Türküde geçen olaylara uyan arazi parçası ise Bekilli’den başka yerde yoktur. Bu yer kaya dibi ile yan yolağı ile atlama taşları ile ve girdabı ile kı¬sa yoldan başka bir vilayetin toprağına geçip cezadan kurtulma imkanı vermesi ile olaya tam uymaktadır. Hatta Kavukçulardan birisi Banka müdürü olmuş, Baklanlı Ahmet Akşit ile gelerek ‘eskilerden bizden biri burada suda ölmüş, türküsü var’ diye olay yerini 1950’li yıllarda ziyaret etmişlerdir.Türküde “davulcusu kaya dibi dolaşır” denilmektedir.Bunların o istikamette kaçtıklarını gören birisi haber veriyor, düğün alayıda aramaya geliyor. Suyun Bekilli yakasında Mankırlar’ın yerinde kayalarda ma¬ğaralar vardır. O mağaralarda arıyorlar. Mağaraları ararken kızın cesedi bulunup, acı haber düğün yapmakta olan yavuklusuna duyuruluyor.Bu türkü için Bekilli’nin haricinde bizim di¬yenler, gelsinler, biz onlara yerimizi gösterelim.Türkü sözleri ile karşılaştıralım.Onlarda bize kendi yerlerini göstersinler, türkü sözleri ile onların yerlerini de karşılaştıralım. O zaman bizim haklı olduğumuz anlaşılacaktır.”

6

“ÜMMÜ KIZIN TAŞI ARTIK YOK”
Hoca kitabın satırlarından da anlaşılacağı üzere hem kendisi, hem de öğrencileri ile yöreyi epey dolaşmış. Olayın geçtiği varsayılan Büyük Menderes üzerindeki atlama taşlarını aramış bulmuş. Ama o taşlar şimdi yerinde değillermiş. “ O zamanlar fotoğraf çekmenin imkanı yok. o nedenle ispatı zor. Taşlar neden yerinde yok? Oraya baraj yapmak için Devlet Su İşleri santral etüt yaparken taşın birinioynatmışlar. O taşların biri şimdi yok. ama yerinin çukuru belli. Ben ortaokulda çalışırken öğrencileri götürüp gösterdim orayı. Taşlardan atlayıp karşıya geçtik. Yani ortaokul çocukları bile geçebilirdi taşlardan.”

7

Türküye konu olan geçidin bulunduğu Mankır kısığı, adını, bana rehberlik yapan arkadaşım Tuncer Mankır’ın dedesinden alıyor. Hikayesini Tuncer’in kısaca anlattığı kadarıyla, Kanyon bölgesinde kuş avına çıkan dedesi, kayalara tutunamayıp aşağıya düşüyor. Nehrin iki yakasında düz duvar gibi yer alan kayaların yüksekliği yer yer 50-60 metreyi buluyor. Kanyon fotoğraflarını çekmek üzere bir kayabaşına tünediğimde, aşağı düşme korkusuyla adeta toprağa yapışmıştım. İşin içine bir de bendeki yükseklik korkusu girince adeta panikledim.

8

YÖRE TARİHİ ÇOK ZENGİN VE KÖKLÜ
İbrahim Hoca anlatırken, nehir kenarına ilişkin tarih gözlemlerine de yer veriyor. “Orada başka şeyler de var. Frigyalılar dönemine ait kaya mezarları, doğal oluşmuş mağaralar bolca bulunur. Zamanında oralarda kaçak çok kazı yapıldı. Millet altın değil diye kandilleri, cam eşyaları kırıp attı hep. Tahribata çok uğradı oralar.” Sonra sohbetimiz doğal olarak ApollonLairbenos tapınağına kayıyor. Orası bölgede ayakta kalmış çok özel yerlerin başında geliyor. Haliyle tarihe meraklı herkesin ilk uğrak yerlerinden birisi oluyor. Hoca da az gezmemiş, hatta bir ara yabancı tarihçilerin refakatini üstlenmiş, onları alanda gezdirmiş.
Not olarak iliştirelim: ApollonLairbenos adı son yazılarımızda sıkça geçmeye başladı. Roma döneminin bölgedeki çok önemli iki tapınağından biri olan ApollonLairbenos tapınağına birkaç hafta sonraki yazılarımızda genişçe yer vereceğiz. (Diğer tapınak ise ‘yanık arazi’ adıyla bilinen Manisa’nın Kula ilçe yerleşiminin arkalarında, eski yanardağın eteklerinde yer alıyor.)

9

Emekli öğretmen İbrahim Koçberber, yöresel tarih konusunda epeyce birikime sahip. Çeşitli belgelerde yayınlanan bilgiler, bölgenin eski söylenceleri, gözlemlerinden edindiği sonuçlar, izlenimleri onun dağarcığını zenginleştiren unsurlar. Kayı pazarını anlatıyor, haftanın iki günü, Perşembe ve Cuma günleri kurulurmuş. “Cuma öğleye kadar Kayı pazarı, öğleden sonra ise ayı pazarı denirmiş” diyerek bir de mizahi bölüm ekliyor anlatımına. “Sonra bu Kayı Pazarı gelirini Lale devri zamanında Sadrazam İbrahim Paşa, damadı Kaymak Mustafa Paşa’ya vermiş. Kaymak Mustafa Paşa oradaki camiyi yıktırıp yenisini yaptırmış. Yani şu andaki minareyi yaptıran kaptan-ı derya Kaymak Mustafa Paşa. Gelirini vakfa bırakmış. Oranın yapılış tarihi 1720-21 tarihleri. Avşar beyleri türküsü de o zamana ait. Prof. Dr.Tuncer Baykara’nın kitabında yazılıdır bu.”

MANKIR KISIĞI (KANYONU)
İbrahim Hoca’dan ayrılıyoruz. Bu gün akşamdan önce gitmemiz gereken başka bir yer daha var. Mankır kısığı adıyla bilinen uzun kanyonların olduğu Menderes üzerindeki vadi. Tuncer de en az benim kadar meraklı, şimdiye kadar gidip bölgeyi etraflıca gezmemiş. Az buçuk bildiği yöre olmasına karşın, nehir boyu, efsaneler, hikayeler ve doğal zenginliklerle oluşturduğumuz çerçeve, ona başka bir açıyla görünüyor olmalı, kaç zamandır merakı artmış.

10

Gün epey sıcakladı. Havada biraz esinti yok değil ama sıcağın bunaltıcı etkisini azaltmıyor. En yakın büfeden su alıp araca yöneliyoruz. Hedef Mankır Kısığı. Bir hafta önce girdiğimiz toprak yola giriyoruz. Batıya doğru, nehrin yüksek kayaların içine sıkıştığını gördüğüm bölgeye yeniden yollanıyoruz. Arazi neredeyse kurak. Su arasan yok. Zaten yol boyundaki arazilerin çoğu cılız bağlarla dolu. Arazi sulaması olmadığından verimli değil. Bodur ağaçlar dışında gölgesine sığınabileceğiniz ağaç çok az. Kıraç değil ama yoksul bir arazi. Karşı dağların yeşilinden pek nasiplenmediği çok belli oluyor. Oysa bu taraf yerleşim bölgesine birkaç kilometre uzaklıkta. Daha bakımlı ve verimli olması gerekiyor.

11

Arazide yaklaşık beş kilometreyi yarım saatte alıyoruz. Sonra yol bitiyor. Yolun bittiği yere aracı bırakıyor, çantalarımızı sırtlayıp yaya olarak Menderes’in derin kanyonların dibinden çağıldadığı yöne doğru yollanıyoruz.

(Devam edecek)

 

Yorumlar

Yusuf Altintas   -  Bağlantı 9 Eylül 2014, 21:48

Sevgili Yasar:
Nefis bir yazi olmus. Bekilli adina sonsuz tesekkurler. Yusuf Altintas

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı