REKLAMI GEÇ

TABAE: KARİA SINIRINDA BİR KAL’A!

15 Ocak 2013 Salı

YOL KÜLTÜRÜ ÜZERİNE KISA MESEL

Yazar Jack Kerouack’ın 1950’li yılların çağdaş Amerikan edebiyatında yer etmiş kült romanı ‘On The Road(Yolda), en çok etkilendiğim eserlerden biridir. Ailesi 1940’lı yılların ikinci büyük savaş yıllarında dağılmaya yüz tutmuş bir kuşağın gençlik yılları ürünü. Kimisinin babası, kimisinin yakın akrabası savaşta ölmüş ya da kaybolmuş, aile bağlarına ait sosyal hayat mefhumundan geriye pek bir şey kalmamış, kendini yollara, başka hayat biçimlerinde alan açmak için uzun ve sonu gelmeyen yolculuklara vuran sorunlu bir kuşağın hikayesi. Diğer adıyla Beat kuşağı edebiyatı. Sonraları aynı edebiyat kuşağında yer alan pek çok yazarın yapıtıyla tanıştım, hikayelerine düşlerimde ortak oldum. İşte o hikayelerin yol imgesi beni de daha ilk gençliğimde derinden etkilemişti. Sonraki yıllarda(ve otuzbeş yıldan fazla devam eden) yolculuklarımı bu etkilenmeye borçluyum. Amerikan gençliğinin yol kültürü, içmek, sevişmek, uyuşturucuyla tanışmak ve her durakta bir hikaye yaratmak için kavgalı, uykusuz, parasız ve arkadaşlık dayanışmasına olan tutkuyla oluşmuştu.O etkilenmenin bendeki evrimi ise, biraz tarihe, biraz doğaya, ama en fazla antik tarihe olan ilgiyle seyretti. Kentlerin bu günkü çirkin yapılaşmasına baktıkça eskiye merakım arttı. Öğrendikçe de hayranlığım. Yol merakımın temelinde yatan gerekçe bu işte. Durduğum her durakta, kapısından girdiğim her eski kentte merakım daha da serpildi, başka yolculukların fırsatlarına kapı araladım. Hala doymadığım, her fırsatta tozunu toprağını terli ensemde taşıya taşıya yürümeyi pek sevdiğim sonu olmayan serseri yolculuklar…

GİRİŞ

Tabae antik kentinin tarihsel geçmişini kısaca özetleyerek başlayalım.

Şimdiki Kale İlçesinin eski adı olan Tabae, İsa’dan önce 2.yüzyıla kadar tarihlenebilen bir kent.

Tabae’de Roma döneminin başlangıcını İ.Ö 189 olarak saptıyor kronolojiler. Aynı kronolojik bilgiler Bizans döneminde bir Piskoposluk merkezi olduğunu belirtiyor.

Kolayca sonuç alınabilecek bir kazı bölgesi değil Tabae.

Çünkü en eski çağlarından bu güne devamlı olarak yaşamış bir kent. 1950’li yılların sonlarına kadar, yani Cumhuriyet döneminde bile hala hayatın sürdüğü bir antik yerleşme olagelmiş.

Antik dediğimiz Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinden sonra gelen Türk döneminde Tabae asıl görkemli dönemine ulaşmış. Moğol istilasının yaşandığı dönemde yaklaşık 200 bin kişilik Türkmen nüfusunu çadırlarda barındırmış.

Sonra beylikler dönemi gelmiş. Tavas Beyliği, Menteşe Beyliği, Osmanlı Beyliği bölgeyi sırasıyla yöneten beylikleri oluşturmuşlar. İ.S 1400’lü yıllarda yaşanan Timur istilasının hemen ardından Osmanlı hakimiyetine girmiş. Cumhuriyet’e kadar böyle kalan yerleşme alanı, 16.yüzyıl başlarında nahiye, sonraları ise kaza olarak tescillenmiş. Ardından Tavas kazasının merkezi olmuş ve adını Kale-i Tavas olarak kaydettirmiş.

19.yüzyılda Denizli’ye bağlanırken, Yarengüme, yani bu günkü Tavas İlçesi, hem adını elinden almış, hem de bağımsız kaza statüsünü. Bu durum 1950’li yıllarda yeniden kaza olarak tanınana kadar devam etmiş.

Eski tarihin gezginleri tarafından tutulan kayıtlarda zaman zaman kentle ilgili notlara rastlıyoruz. İbni Batuta 1330’lu yıllarda kentin kalesinden bahsetmiş, Evliya Çelebi ise 1670’li yıllarda gezdiği kentin 50 ev ve bir cami içeren bir iç kale ile 300 ev, 5 mahalle, 5 cami, 1 han, 1 hamam, 3 mektep, 3 sebil, 2 tekke ve 6 zaviyesi olan bir dış kaleden oluştuğunu anlatmış.

Cumhuriyet döneminin başlarından itibaren bu kent terk edilmeye başlanmış, bunun sonucunda bugün birkaç yapı dışında kentin neredeyse tamamı toprak altında kalmış. Kentten sadece iki cami, bir hamam, bir çeşme, bir sebil ve birkaç ev kalıntısı günümüze ulaşabilmiş.

YAŞLI BİR KARTAL GİBİ!

İç Ege’den sahile başlıca üç yol vardır.

Bu yollardan biri Denizli-Aydın-İzmir karayoludur. Didim, Kuşadası, Çeşme aksına gidişleri bu yol kontrol eder.

İkincisi Denizli Burdur Antalya güzergahıdır, bu yoldan gidişiniz sizi Egeden çıkarıp doğrudan Akdeniz’e ulaştırır.

Üçüncüsü ise, son yıllarda karayolu yapım ve onarımlarının tamamlanmaya yüz tutmasıyla popülerleşmeye başlayan, Denizli’den çıkıp Tavas-Kale ilçeleri üzerinden aşarak Muğla ve oradan da sahillere dağılan yoldur.

Bizim hikayemiz bu yol üzerinde bir antik kenti anlatmakta. Biz çağdaşların kadrine henüz çokça vakıf olmadığımız, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlıyı aşıp Cumhuriyetin 1950’li yıllarına kadar varlığını sürdürmüş bir ‘çağdaş antik kent’ olan Tabae’nin hikayesini!

TABAE’NİN ‘KEŞFİ’

2006 Yılında, Denizli ören yerlerinden sadece ikisinde; 1956 yılından beri İtalyan ekibin başında olduğu Hierapolis(Pamukkale) ve 2000’li yılların başında Denizli Müze Müdürlüğü başkanlığında ilk kazma vurulan Laodikeia kazıları devam etmekteydi.

O yıl Kültür Bakanlığının izniyle üç ayrı bölgede daha kazı ekipleri işbaşı yaptı. Tümü de Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümleri tarafından resmi olarak üstlenildi. Çivril-Beycesultan Doç.Dr.Eşref Abay’ın başkanlığında, Tripolis antik kenti Denizli Müze Müdürlüğü uhdesinde ve Yard.Doç.Dr.Aytekin Erdoğan’ın bilimsel danışmanlığında, Kale-Tabae antik kenti ise Ege Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr.Bozkurt Ersoy başkanlığında ekiplere emanet edildi.

Bildiğimiz kadarıyla o güne değin zaman zaman yapılan kısmi koruma çalışmaları ve belki sondaj girişimleri dışında kayda değer bir ilgiden yoksun kalmıştı Tabae. Ama her zaman olduğu gibi, mezar hırsızları böyle bir kentin değerini devletin kültür kurumlarından çok önce keşfetmiş, olasılıkla belki bir daha güneş yüzü görmeyecek değerde tarihsel buluntuları talan etmişlerdi. Nitekim son ziyaretlerimden birinde Kazı başkanı Bozkurt Ersoy hocanın böyle bir yakınması olduğunu hatırlıyorum.

____________________________________________________________

____________________________________________________________

 

EKİPTE BİR DENİZLİLİ!

Benim antik kentlere ilişkin “Tarihin Peşinde” başlığı altında toplamayı düşündüğüm araştırma projesinin ilk ziyaretleri, sanırım 2007 yaz başında yaptığım Tripolis gezisi ile başladı. İkincisi ise Tabae antik kentine oldu. O projeyi TV kanalı için hazırlarken büyük desteğini esirgemeden sürdüren Prof.Dr.Bülent Topuz çoğu zaman olduğu gibi, ilk Tabae ziyaretinin de ortağıydı.

İlk gidişimiz kör bir gidişti diyebilirim. Bir ön randevu, görüşme ve sözleşme olmadan gidiş. Kimseyi tanımadan, nereye gideceğimiz ve neyi araştıracağımız hakkında fikir oluşturmadan.

Bu tür gidişlerde yapılacak en doğru iş, belde, ilçe ya da mevcut yerleşim alanı neresiyse, oranın belediye başkanını ziyaret olmalı. Size kapıyı en kolay o açabilir, ulaşmak istediğiniz hedefinizin zahmetli yollarını en çabuk o kısaltabilir. Biz de öyle yaptık. O dönem Kale Belediye Başkanlığı yapan Abdullah Karaayvaz’ı makamında ziyaret ederek işe başladık. Bizi kendi aracıyla kazı alanına götürüp ekiple tanıştırdı.

Ekibin kazı başkanı yoktu. Ara sınav ya da yönetim toplantısı türü bir iş için Ege Üniversitesine gitmişti ve birkaç gün sonra dönecekti. Ekibin başındaki akademisyenlerden ilk tanıştığımız Doç.Dr.Şakir Çakmak bize rehberlik edebileceğini belirtince sevindik. Şakir bey Denizlili idi. Ailesi Sarayköy’de oturuyordu, kendisi Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde öğretim görevlisiydi. Bizim çalışma projesini o ilk günlerde çok sevmişti, bu gün de aynı duyguları taşıdığını sanıyorum çünkü görüşmelerimiz hala aynı düzeyli duyarlıkta devam ediyor.

KALENİN ‘BEDENLERİ’

Alışılmış bir ara başlık oldu. Ama doğru bir başlık olduğunu düşünüyorum, açıklamak için burada durup ilk kez zirvesine çıktığım antik kentin bende bıraktığı o ilk izlenimden söz etmek istiyorum.

İlçenin şimdiki adı Kale. Tabae antik kentinin kuzeyine düşen vadinin yamaçlarından ovaya doğru kurulmuş. Neredeyse eski kent ile iç içe. Dolayısıyla ‘Kale’ adını almasında Tabae’nin kurulduğu kartal yuvası yüksekliğindeki yerleşimi çepeçevre saran doğal kayaçtan kale duvarlarının rolü olmalı. Ya da eski kentin devamı olmak anlamında bu ad verilmiş.

Kale’den Muğla yönüne doğru çıkışta, eski kentin nekropolünü oluşturan tümseği aştığınızda sarı Tabae levhasını görürsünüz. Levhanın bitişiğindeki taş köprüden girer girmez yokuşa sarar, döne döne zirveye çıkarsınız. Zirvede sizi önce bir belediye çeşmesi, sonra kazı ekibinin günlük ihtiyaçlarını korumak ve giriş çıkışı kontrol etmek üzere yerleştirilmiş kulübe karşılar.

Devam edersiniz, 20 metre sonra eski pazaryeri camisinin minare ve etrafındaki ağaçların gölgesinde soluklanırsınız. Cami yoktur ortada. Ama minaresi sağlam kalmıştır. O ilk yıl konservasyon çalışmasıyla temelleri ayağa kaldırılan cami, şimdilerde epey farklı bir görünümde. Sonra kısmen zamanla düzleşmiş bir dereyi aşar, eski kentin içlerine doğru ilerlersiniz.

İleride bir başka cami görürsünüz. O cami sağlam ve ayakta kalmıştır. Adı Cevherpaşa Camii’dir.  Güneye döndüğünüzde eski kentin yerleşme katlarındaki kazı ekiplerini görürsünüz. Osmanlı, Bizans, Roma’ya kadar giden katları bir bir açarak ortaya çıkarmaktadırlar. Ve iç kale duvarlarının dışında devasa uçurumlara dönüşen doğal kayaçtan dış kale duvarları karşılar sizi. Aslında tüm kenti yarım ay biçiminde çevrelemektedir bu oluşum. Yer yer özellikle Güneybatıda mağaralara rastlarsınız. Bu oyukların zaman içinde bazen tapım alanı, bazen mezar, bazen de sarnıç ya da başka türden korunak olarak kullanıldığı bilgisini alırsınız. Güneyden Kuzeye uzanan Batı duvarları, kuzaydaki vadiye kadar uzanır. Doğu kısmını da neredeyse aynı çizgide bir kayaç duvar oluşumu keser. Tam antik dönem yerleşme kentlerine özgü yüksek, korunaklı, ulaşılması güç, savunmaya elverişli bir yerleşim birimi.

Bizim ilk şaşkınlık ve hayranlığımız bu yüksek kayaların oluşturduğu düz ve tırmanılamaz duvarları gördüğümüzde oluşmuştu. Bu gün, hala o yoldan her geçişimde, kaleyi uzaktan gören Muğla doğru çıkıştaki derme çatma ‘restaurant’ların önünde durur, fotoğraf çeker, uzaktaki görkemli oluşumun estetik duruşuna uzun uzun bakmaktan kendimi alamam.

Şakir Çakmak ile ilk tanışma ve Tabae’yi ilk tanımanın anıları hala canlı. Ancak, sonraları yaptığım yolculukların hakkını yememek için faslı burada noktalamak gerekiyor. Nihayetinde anı değil, gezi yazısı yazdığımızı unutmayalım.

TABAE’NİN HEYKELLERİ

Kente ilk vardığımda en çok merak ettiğim heykel yontularla ilgili sorularımın cevabını birkaç yıl sonra aldım. O günlerde “burada pek heykel bulunmaz sanırım” diye düşünüyordum. Ne de olsa kent 1960’ların ortalarına kadar yaşamıştı. Eski yerleşmelerin izleri, ilk bakışta neredeyse hiç yoktu. Sadece bir roma hamamı olduğu varsayılan kaya oyma kalıntılar, kuzey batıda, vadiye inişte Selçuklu döneminden kalma bir hamam yapı kalıntısı, çeşmeler, sarnıçlar ve geç dönemde yapılmış Osmanlı mimarisi, ahşap ağırlıklı Cevher Paşa Camii.

Ama sonraki yıllarda gidişlerimde bu fikrim çok değişti. Beni cezbeden pek çok buluntu, kazı ekibinin yıllar içindeki çabaları sonucu ortaya çıktı.

BRONZ ROMALI

Tabae’de gördüğüm en etkileyici heykel buluntusu 2010 yılında, Pazaryeri cami kalıntısından Cevherpaşa Camisine giden yolun ortasında keşfedilen büyük sarnıçta ortaya çıktı. Sonraları tanıştıkça bize güveni artan ve görüşmelerimizi dostluk çerçevesinde sürdürdüğümüz kazı başkanı Bozkurt Ersoy Hoca Roma heykeli olarak tanımladığı bronz buluntunun özelliklerini basın olarak belki de ilk kez bize açıkladı.

Gölgeye çekilmiş koltuklara oturuyoruz, az sonra çaylarımız geliyor. Küçük merhaba faslı geçiyor, başlıyor Bozkurt hoca anlatmaya: “Biz ekibimizin çalışmalarının reklamını yapmıyoruz. Çalışmamıza bakıyoruz. Örneğin son günlerde sizin de bildiğiniz Roma sarnıcından çıkan bir bronz heykel var. Roma dönemine tarihlediğimiz. Zemin temizliği esnasında elde ettik.”

Bu haberi duyar duymaz ilgimiz toplanıyor, haberi koklamaya çalışıyoruz. “Hocam Roma dönemi olması onu önemli kılmıyor mu? Bizim bildiğimiz Anadolu’da bronz heykellerin Roma dönemi örneklerine çok rastlanmadığı.” “Doğrudur” diyor Hoca. “Roma döneminde pek bulunmaz. Oysa biz bu heykeli Roma dönemine tarihliyoruz. Aslında iki ayrı heykelin parçaları var. Anadolu’da Bronz heykel çok nadir olarak ortaya çıkıyor. Bu güne kadar bir-iki yerde, birkaç bronz heykel parçası elde edildiği ve onların da çalındığı haberlerini duyuyoruz. Bizim heykelimiz bulunabilecek nadir eserlerden birisi. Bizdeki heykelin değeri üniktir. Ele geçen nadir eserlerden biridir. Vücudun çeşitli bölümleri yanı sıra, baş, el, kol, bacak kısımları elde edilmiş durumda. Şimdilik konservasyonu sürüyor. Temizlik çalışmaları tamamlandıktan sonra parçalar birleştirilecek ve ne olduğunu o zaman tam olarak görebileceğiz. Heykel, büyük ihtimal bir çocuk elini tutarken betimleniyor. Zaten buluntular arasında o çocuk elini tutuş pozisyonunu görebilirsiniz”

Bu notları alalı çok oluyor. Ama, sonraki buluşmalarımızda konuya değinmedik ya da hocanın heykele ilişkin kanısını değiştiren bir varsayım oluşmamış olmalı ki, aksine bir görüş ortaya atılmadı.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı