REKLAMI GEÇ

Esnafın piri Ahi Sinan

16 Haziran 2016 Perşembe

denizli-ibrahim-afatoglu-turbe-esnafin-piri-ahi-sinan-turbesi-h

Ahi Sinan, Denizli’de Ahiliğin kurucusu ve debbağ (dericilik) mesleğinin ustalarından biri olarak bilinmektedir. 1289’da İnançoğulları (Lâdik) Beyliği’nin başına geçen ve 1336 yılından sonra öldüğü bilinen İnanç Bey zamanında yaşamıştır. Kaleiçi’nin batısındaki Büyük mezarlığa (İlbadı Mezarlığı’na) doğru uzanan arazide kurulu kendi adı ile bilinen tekkesinde hizmet vermiş olduğu ve yaşadığı bilinmektedir.

Ahî Sinan’ın kabri, Denizli merkez Deretekke Mevkii’nde, şimdiki Ahî Sinan Caddesi üzerinde, İlbadı Mezarlığı’na giderken sol tarafta, yol üzerinde, mezara yüz metre mesafede, bugün faaliyette olan “Çengel Yapı Elemanları” adındaki ticarethanenin bulunduğu yerde olduğu söylenmektedir.

Ancak, 1930’lu yıllarda Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu kapsamında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce, Ahi Sinan’ın Türbesi’nin de bulunduğu 1.000 metre kare büyüklüğündeki tekke arazisi, özel şahıslara satılmıştır. 1970’li yıllarda da Faytoncu Osman adında bir cahil, define arama bahanesi ile türbeyi talan etmiştir. Yer sahibi de türbeyi tamir ettirmesi halinde ticaret yapamayacağı düşüncesiyle enkazı taşıyarak işyeri kurmuştur.

Ahi Sinan hakkında şöyle bir menkıbe anlatılmaktadır: Uzun yıllar önce, Denizli’de kapısına gelenleri, önünde el açanları boş çevirmeyen bir ağa varmış. Bu ağanın çok güvendiği Sinan adında bir kölesi varmış. Sinan, çalışkan, dürüst ve uysal biriymiş. Bu yüzden de bey tarafından evin ikinci başı sayılmaktaymış. Ağa bir gün hacca gitmeye karar vermiş ve Sinan’ı yanına çağırarak, kendisi hacca gidince evinin harcını onu görmesini tembih etmiş.

Sinan dindar bir adammış. Gür ve tatlı bir sesi varmış. Çilengirler Camii minaresinden ezan okuyunca Dokuzkavaklar’dan, İncilipınar’dan, Kediboğan Çayı’ndan duyulurmuş. Ağasının hacca gitmesinden altı ay sonra Sinan bir gün namazını kılmış, duasını yapmış düşünürken aklına ağası gelmiş. Onun helvayı çok sevdiğini hatırlamış. Hemen evin büyük hanımına gidip helva yapmasını söylemiş.

Bir müddet sonra evin hanımı bir lenger içinde, buğuları tüten, gül kokulu helvayı yapıp getirmiş. Sinan bunu bir çevre içine sarıp çıkın yapmış ve koltuğuna almış. Arkasından da gözlerini kapamış ve kendini doğruca kızgın kumlar diyarı Mekke’de bulmuş. Ağası büyük bir meydanda binlerce hacı arasında ikindi namazının farzını kılıyormuş. Sinan arkasından ona doğru yaklaşarak çıkını sol tarafına bırakmış ve bir gölge gibi ortadan kaybolmuş. Ağa, namazı bitirip selamı verdiği zaman burnuna sıcak gül suyu kokusu gelmiş. Yanındaki çevreyi ve üzerindeki işlemeyi görünce bunun memleketinin malı olduğunu bilmiş. Çıkını açıp lengerin kenarındaki yazıları görünce bu lengerin kendi lengeri olduğunu anlamış. Bunu ancak Sinan’ın getirebileceğini düşünmüş ve çok duygulanmış.

Aylar sonra ağa Denizli’ye dönünce Sinan, kendisini şehir dışında karşılamış. Birbirlerine sarılmış, hasret gidermişler. Sinan ağasının atının kantarmasından tutmuş eve doğru giderlerken ağanın yüzü bakır rengindeymiş. Şehir girişinden davul zurna sesleri geliyormuş. Şehre girince herkes ağaya hayranlıkla bakıyor ama ağa bu bakışlardan eziliyormuş. Sinan’ın ermişliğinin yanında, bir hacı olmak ona az geliyormuş. O doğruluk önünde eğilmesini bilen biriymiş. Dayanamamış ve sonunda etrafındakilere: “Bana bakmayın, Sinan’ıma bakın” demiş. Bunu söylerken gerçek hacının Sinan olduğunu söylemek istemiş. Sinan atın arkasından geliyormuş. Mahzun bir yüzle efendisine bakmış, ondan hakkını helal etmesini istemiş ve oracıkta ruhunu teslim etmiştir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı