REKLAMI GEÇ

Prof. D’Andria giderayak Cehennem Kapısı’nı ziyarete açıyor

Prof. D’Andria giderayak Cehennem Kapısı’nı ziyarete açıyor

Denizli Hierapolis (Pamukkale) antik kenti, dünyanın sayılı turizm destinasyonlarından biri. Türkiye’de turistlerin Efes’ten sonra en çok ziyaret ettikleri ören yeri. Beyaz travertenleri, orta ve geç antik Roma dönemi mimari örnekleri, tiyatrosu, antik havuzu ve nekropolü (merzarlık) en çok ilgi gören yerleri. Son on yıl içinde burada yapılan kazı çalışmaları, Hierapolis ören yerini bambaşka bir düzeye taşıdı. Önce 2011 yılında Hz. İsa’nın 12 havarisinden Aziz Philippus kilisesi ve anıt mezarı keşfedildi. Ardından dünyada tek olan Hades’in cehennem kapısı bulundu. Aziz’in mezarı ve kilisesi birkaç yıl önce restore edilip ziyarete açılırken, şimdi de üç yıldan beri restorasyonu devam eden Cehennem Kapısı (Plutonion) ziyarete açılmaya hazırlanıyor. Ayrıca, tam 42 yıldan beri Hierapolis’e adeta bir ömür veren Kazı Başkanı Ord. Prof. Dr. Francesco D’Andria 19 Eylül tarihinde açılmak üzere hazırlıkları sürdürülen Cehennem Kapısı ile antik kent ve Türkiye’ye veda etmeye hazırlanıyor.

Yaşar TOK / DENİZLİHABER / 18 Ağustos 2018 Cumartesi, 17:34

19 Eylül tarihinde açılması planlanan, antik dönem Pagan inancının yeraltı tanrısı Hades’in Cehennem Kapısı için geri sayım başladı. Bu açılış, Denizli arkeolojisine silinmez izler bırakan Kazı Başkanı D’Andria’nın da adeta veda partisi olacak. 2018 yılı kazıları ile yerine gelen Prof. Dr. Grazia Semeraro, kazı başkanlığını devralacak. Böylece Hirapolis kazılarında İtalyan kazı heyetinin dördüncü başkanının dönemi başlayacak.

Francesco D’Andria ile yaklaşık on yıldan beri Hierapolis kazılarını konuşmak üzere çeşitli defalar bir araya geldik. Haber, program ve röportajlar yaptık. Özellikle 2011 yılı Temmuz ayında Aziz Philippus’un mezarının keşfini ilk kez ulusal ve uluslararası medya ve kamuoyuna biz duyurduk.

Bu dostça kişisel hukuku tam da veda günleri gelip çattığında yeniden yapacağımız röportajla taçlandıralım istedik. Öncelikle Hoca bunu hak ediyordu. Neredeyse yarım asra merdiven dayayan Türkiye macerasına nokta koymak üzereyken, kendisine son kez söz hakkı vermeliydik. Bu arada bizim birkaç yıldan beri görüşmüyor oluşumuzdan dolayı merakımız da artmıştı. Turizme açmaya hazırlanılan Cehennem Kapısı mevkiindeki düzenlemeleri uzaktan izliyorduk. Nasıl bir çalışma yapılıyor, bu çalışmaların ortaya çıkardığı başka keşfiler var mı, Hierapolis’te yapılan kazıların bundan sonra nasıl bir perspektife sahip olacağı gibi bir dizi sorumuz birikmişti.

Geçtiğimiz hafta Tripolis Kazı Başkanı Bahadır Duman ile söyleşirken D’Andria’nın bir kaza geçirdiğini konuştuk. Meraklandıran konulardan bir de buydu.

Dünya arkeolojisinin başlıca bilim insanlarından biri kendisi. Onun anlatımıyla Hierapolis’i bilmek, gezip görerek, okuyarak öğrenmekten çok farklıydı. İnanılmaz detaylar öğreniyordunuz. Kentin tarihinin yazılı kaynaklarda yer alış biçimindeki kalıpları çok aşıyordu onun anlattıkları. Örneğin Hades’in bilinen heykeli, Hierapolis tiyatro kabartmalarının sergilendiği bölümde görülebiliyordu. Ama Cehennem Kapısı’nda başka heykel var mıydı? Kült bir figür olan Hades’in üç başlı köpeği Kerberos kazılarda ortaya çıkmış ama sergilenmiyordu. Geziye açılan bölümde Kerberos’u görebilecek miydik? Bu detayları bilmenin tek adresi D’Andria’ydı.

Bir de emekli olmuştu ve artık Hierapolis kazıları ile D’Andria birlikte anılmayacaktı. Gerçekten böyle mi olacaktı? Yoksa kendi öğrencisi olan yeni kazı başkanı ile her zaman istişare içinde, bir yol gösterici, duayen bilim adamı olarak gölgesi Hierapolis üzerinde gezinecek miydi?

Hierapolis ve Pamukkale turizmi üzerine pek çok yazı yazdık. Bunlar çoğunlukla işletme ve turizme yönelik uygulamalardaki aksaklıklar üzerineydi. Ancak yeri geldiğinde D’Andria’yı de eleştirmekten sakınmamış, eleştiri oklarını kendisine yöneltmiştik. Bu eleştirilerde ne ölçüde haklıydık ya da Hoca bunların ne kadarını hak ediyordu? Kendisiyle görüşme arzumuzun başlıca sebepleri işte bunlardı.

Aradan geçen yıllar, her arkeoloğu, kazı yaptığı alana sıkıca bağlar. Bu tanımlanamaz bir aşk ilişkisidir. Yeri gelir, orada yatıp kalkar, yeri gelir ailesini, okulunu, çevresini boşlar ve kazdığı kente daha fazla zaman ayırır. Çoğumuzun bildiği örnek, Aphrodisias Kazı Başkanı Kenan Erim Hoca’nın ölümünden sonra antik kentin en görkemli yapısı Tetraphylon’a gömülmesidir. O otuz yılını vermişti Aphrodisias’a. D’Andria ise 1976 yılından itibaren hiç ayrılmamış. Yani 42 yıldır Hierapolis’te. 1943 doğumlu olduğuna göre tam yetmiş beş yaşında ve ilk kez 31 yaşında (1974) kazı alanına gelmiş. İki yıl sonra yeniden gelmiş ve bir daha gitmemiş.

Bu görüşme şimdilik bir veda röportajı olsun istedik. Hocayı aradık, telefonu ilk çalışta açtı. Görüşme isteğimizi ikiletmedi ve ertesi güne (bugün) randevulaştık. Görüşme sona erip ayrılmadan önce sıkıca sarıldı ve şunu söyledi: “Buradan ayrılmak hüzünlü. Gelip gideceğim tabi ama kazı başkanı değilim artık. Buradan yarın ayrılıyorum. Bu son röportajım olacak. Bunu da seninle yapmış olmaktan dolayı mutluyum. Çok teşekkür ederim.”

Elimize tutuşturduğu son kitabı “Cehennem’den Cennet’e Hierapolis” adını taşıyor. Anlatacağı ve anlatmayacağı bilgilerin pek çoğunu bu kitapta bulacağımdan eminim. En kısa zamanda keyifle okuyacağım.

Denizlihaber yayın editörü Metin Eltaş’la birlikte yaptık görüşmeyi. Keyifliydi. Her soruya yanıt aldık, sormadıklarımızı da hoca kendisi anlatmaktan geri kalmadı. Biz de kendisine bize ayırdığı zaman ve hoş sohbet için teşekkür ettik. Umarız Hierapolis bundan sonra da bir hafriyat değil, bilimsel çalışmayla birlikte kamuoyuna kazandırılan dünya mirası olmaya devam eder.

TİYATRO’DAN CEHENNEM KAPISINA
Sizinle en kapsamlı röportajımızı 2011 yılında yaptık. Aziz Philippus’un mezarının içinde olduğu kiliseyi bulmuştunuz ve bunu birlikte dünyaya duyurmuştuk. Şimdi de siz ayrılmaya hazırlanıyorsunuz, o nedenle son röportajımızı birlikte yapalım istiyorum. Malum Cehennem Kapısını ziyarete açmaya hazırlanıyorsunuz ve hazırlıklar şu anda devam ediyor.

Evet, benim son projem Plutonion. Benden sonra başka bir kazı başkanı gelecek ve görevi benden devralacak. O benim eski öğrencim. Şimdi profesör, adı Grazia Semeraro, kendisi kadın. Onlar Eylül ayında kazıya başlayacaklar. Ben sadece restorasyon projesinin başındayım. Denizli Müzesi ile birlikte yapıyoruz. Bu gün son günüm. Nisan-Ağustos arasında Plutonion restorasyonunda başkanlık ettim. Yarın ayrılıyorum. Sadece 19 Eylül günü burasının açılışı için geleceğim.

Restorasyonu kim finanse etti. Kültür Bakanlığının katkısı var mı?

Hayır. Sadece TOFAŞ ve Koç Vakfı sponsor oldu.

KUŞLAR ÖLÜYORDU
Siz Plutonion olarak bilinen Hades’in Cehennem Kapısını ne zaman buldunuz?

Bu bölgedeki kazılara 2008’de başladık. Ancak 2012 yılında burasının Plutonion olduğundan emin oldum. Benden önceki arkeologlar da aramış ve keşfedememişlerdi. Çiçero, Strabon ve diğer antik dönem yazarları eserlerinde burada çok ünlü bir kutsal alan olduğunu, bir cehennem kapısı bulunduğunu yazıyorlardı. O nedenle herkes burada kutsal alanı aradı. Bu noktada en önemli termal su kaynağı çıkıyordu, 2008 yılında burada olabileceğini düşündüm. Çünkü Strabon kutsal alanda kuşların öldüğünü belirtiyordu. Ben de kuşları takip ediyordum ve burada ölüyorlardı. O nedenle burada olmalı diye düşündüm. Sonra kazı başladı ama yavaş ilerledi. Çünkü üç hektarlık bir alan burası, çok geniş. 2012 yılında kazılar devam ederken, tam cehennem kapısı üzerinde Grekçe bir yazıt buldum. Burasının Plutonion girişi olduğunu belirtiyordu. Kemerli mermer bir girişi vardı. Sonra yaklaşık 3.5 metre yüksekliğinde mermer bir heykel bulduk. Bu cehennem bekçisi Hades’in heykeliydi. Cehennem kapısının hemen üstünde ve orijinal tapınak içindeydi. Mermer blokları kaldırdığımızda iki yılan heykeli ortaya çıktı. Son olarak Hades’in üç başlı köpeği Kerberos’u bulduk. Böylece burasının kutsal alan Plutonion olduğundan emin olup restorasyon projesine başladım. Bildiğiniz gibi restorasyon projesi de tamamlandı.

KOPYA HADES KERBEROS VE YILANLAR
Restorasyonla heykeller yerine koyulacak mı?

Şimdi dört ayrı heykelin kopyasını yapıyoruz. Orijinalleri müzede saklanacak. Hades, Kerberos ve yılanların kopyaları sergilenecek. Bu kopyaları özel bir teknoloji ile yapıyoruz. İtalya’dan özel bir firma geldi. Floransa’da Michaelangelo’nun kopyalarını yapan bir firma bu. Onlar tasarımını yaptı. Kerberos’un orijinalinde iki köpek başı kırıktı. Onları da sağlam kalan baştan klonlayarak diğer bölümlere yerleştirdik. Bu teknoloji Türkiye’de ilk defa bizim bu restorasyonda kullanıldı.

Hocam bende orijinalinin detaylı fotoğrafları var. Peki, kopyanın fotoğrafı çekilebiliyor mu?

19 Eylül’e kadar müze deposuna kaldırdığımız için göremeyeceğiz. Ama o gün burada sergilenmeye başlayacak. Ondan sonra görebiliriz. Zaten müzede de rötuşları yapılıyor, henüz tam olarak bitmedi.

Orijinaline yakın mı?

Orijinalinden daha güzel. Çünkü diğerinde kırık olan bölümleri biz klaonlayarak kopyasında restore etmiş olduk. Bu işlemi de Afyon’da robotik sistemle yaptık. Muğla beyazı denilen mermer kullandık. Geceli gündüzlü tam 10 günde tamamlandı. Şimdi de Hades heykeli çalışılıyor.

RESTORASYON ÜÇ YIL SÜRDÜ
Restorasyon ne kadar sürdü?

Biz üç yıl çalıştık.

Hades’i bulduğunuz yerdeki tapınak tam olarak neredeydi?

Plutonion’un hemen yanında. Doğusuna düşüyor. Size planını verebilirim. Ben onu üç boyutlu çalışarak hazırladım. Cehennem kapısının etrafında bir cavea (oturma bölümleri) var. İnsanlar oradan bakıyorlardı. Sonra bir portikos (üstü kapalı, iki yanında sütunlar olan yürüyüş yolu) var. Gördüğünüz sütunlar ve üzerindeki arşitravlar portikosa ait. Cavea içinde açık bir tapınak vardı, heykel tam ortada bulundu. Önünde Kerberos ve yanında yılanlar var. Bu portikos Roma İmparatoru Neron zamanında yapıldı. M.S. 60 yıllarında burada büyük bir deprem oldu ve birkaç yıl içinde yeniden rekonstrüksiyon yaparak ayağa kaldırdılar.

KONTROLLÜ GEZİ ŞART
Gezenler için heykellerin yerleştirilmesi nasıl olacak?

Biz bu heykelleri öyle yerleştireceğiz ki, her yerden görülebilecek. Ama Plutonion’u kapattık. Etrafa da tel çit çektik. Burada girişi organize etmek gerekiyor. Kontrollü bir gezi olması gerek. Çünkü turistler burada canavar gibi. İki milyona yakın turist geliyor. Bir hafta önce Apollon tapınağında eski bir bloku aşağı atıp kırmışlar mesela. O nedenle kontrol şart.

Kontrollü giriş nasıl olacak?

Ben bir öneri yaptım. Girişler kontrollü ve paralı olsun. Örneğin 10 lira ödeyerek girilebilir. Tıpkı antik havuzda olduğu gibi! Ve içeride de Plutonion’daki gazdan etkilenmeyecek şekilde kontrollü bir geziye izin vermeli. Cehennem Kapısından gelen suyun olduğu yerden gaz çıkıyor. O gaz zehirlenmeye yol açabilir. Kontrol bu nedenle mutlaka olmalı.

Hocam kaç yıl kaldınız Hierapolis’te?

Ben ilk defa 1974 yılında geldim buraya. İki sene sonra, 1976 yılında tekrar geldim ve ondan sonra her sene burada oldum.

42 YIL: BİR ÖMRÜN YARISI
Yani siz bu hesapla 42 yıldır devamlı olarak buradasınız doğru mu?

Evet 42 yıldır buradayım devamlı olarak.

Benim burada bulunduğum zaman içinde iki önemli keşfiniz oldu. İlki St. Philippus’un kilise mezarının bulunmasıydı. İkincisi de Plutonion oldu.

Bunların her ikisi de ünik (eşsiz-tekil) keşifler. Dünyada başkaca böyle yer yok. Anadolu’da İsa peygamberin on iki havarisinden birinin mezarı burada, diğeri de biliyorsunuz Efes’te, St. John’un mezarıdır. Başka havari mezarı yok. Bir de şimdi restorasyonu tamamlanan Plutonion var. Her ikisinin de başka örneği hiçbir yerde yok.

EN ÖNEMLİSİ PLUTONİON
Bu ikisi dışında, sizin burada bulunduğunuz 42 yıl içinde başka ne gibi keşifler yapıldı?

En önemlisini sorarsan, Plutonion. Ama büyük bir proje olarak antik kentin tiyatrosu var. Tiyatro kazısı çok önemliydi. 40 yıl önce başladık. Burada 3 bin blok yerleştirdik. Mimarlarla çalıştık ve orijinal yerlerine yerleştirdik. Sonra dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bize 2009’da ödenek çıkarttı ve Tiyatro sahnesinin iki katını restore ettik. Orası için üç yıl çalıştık ve 2013 yılında tamamladık.

Restorasyon projesini şimdi rahmetli olan Haşim Yıldız ile birlikte yapmıştınız. Bu vesileyle onun da adını anmak istedim.

Evet, maalesef kaybettik. Biz çeşitli zamanlarda onunla başka projelerde de çalışmıştık. Ne yazık ki aramızdan yakın zamanda ayrıldı.

Hocam sizin 42 yılınızın gitmeden önce kısa bir özetini yapalım mı? Bu zaman içinde neleri ortaya çıkardınız, neleri restore ettiniz, arkeoloji literatürüne ne gibi kazançlar sağladınız? Ayrıca yayınlarınızdan da söz edebilir miyiz?

Sorunuzun içeriği çok yüklü. Çok uzun bir zamanı içeriyor ve uzun uzun konuşmak lazım.

HİERAPOLİS SERÜVENİ NASIL BAŞLADI?
Haklısınız ama siz hocasınız ve özetlemeyi iyi bilirsiniz…

Eski kazı başkanı Paolo Verzone beni davet etti ve ilk olarak kuzey agorada çalıştım. Roma döneminin en büyük meydanı oradaydı. Şimdiki Laodikeia gibi. Orayı okuduk ve orada rekonstrüksiyon yaptık. Maalesef çok az kalmıştı meydan. 4. yüzyıldaki depremden sonra 5. yüzyılda yapılan Bizans surlarıyla şehir daralmış, agora surların dışında bırakılmıştı. O nedenle mermer ocağı olmuştu. Kalan malzemenin de bir kısmı sur yapmak için devşirme malzeme olarak kullanılmıştı. Yine de önemli buluntular elde ettik. Şimdi müzede bulunan boğa ve aslan başlığı orada bulundu. O dönem turist çok azdı. 1980’den sonra ziyaretçi sayısı arttı.

Ben o zaman turizm için bir güzergah yapmak gerektiğini düşündüm. Bu amaçla daha önemli bir şey yaptım, Frontinus caddesini (Kuzeyde, nekropol alanından sonraki üç girişli anıtsal kapı ile başlayan cadde) açtım. Ama çok zorlu geçti. Blokların üzerinde iki metre yüksekliğinde traverten kaplama vardı. Akan su blokları travertenle kaplamıştı. Yol da traverten kaplıydı. Bu traverteni nasıl almak gerektiğini düşündük ve kompresörü ilk kez biz orada kullandık. Dünyanın hiçbir arkeolojik kazısında kompresör kullanılmaz. Ama bizim başka çaremiz yoktu. Biz kompresörle birkaç yıl içinde Frontinus caddesini açtık.

Şimdi turistler güney kapısından girip geziyor ve dönüyorlar ama akıllı turistler kuzey kapısından girip Frontinus caddesine ulaşarak geziye başlıyorlar. Orası çok romantik, görkemli bir giriş çünkü.

Ayrıca, Frontinus kapısından önceki en büyük nympheum (anıtsal çeşme) benim tarafımdan kazıldı. Orası da önemli bir sonuç verdi. Duvarı depremden düşmüştü. Hatta şimdi ben deprem izlerini korumak ve göstermek gerektiğini düşünerek bir proje geliştirdim. O izleri korumak gerek. Restorasyon yapılabilir, bloklar yerlerine yerleştirilebilir ama deprem izlerini buna rağmen korumak çok önemli. Çünkü bu aynı zamanda depremler tarihini de bize anlatır.

HİERAPOLİS İÇİN PERSPEKTİF
Hierapolis için önümüzdeki dönemlere ilişkin bir planlama yapmış mıydınız?

Ben bir makale yazdım. Türkçeye de çevrildi. Orada bir plan yaptım. Ne düşünüyorum, Hierapolis’in gelecek perspektifi ne olmalı diye. Alman Arkeoloji Enstitüsü bir sempozyum düzenlemişti, orada da “Hierapolis: problemler ve perspektifler” başlıklı bir konuşma yaptım. O makalede ve konuşmada belirttim, burada bir arkeo-sismolojik park yapmak gerekir. Şimdi biz küçük bir arkeo-sismolojik parkı burada yapıyoruz. Plutonion’da depremin pek çok izi var. Deprem nerede çok önemli izler bıraktıysa, oraya bir levha koyarak ziyaretçilere göstermek istiyoruz. Bu levhalar depremlerin izlerini sembol olarak gösterecek. Bu levhayı da biz yaptık. Traverten, kompresör, deprem izleri, arkeo-sismolojik park. Benim perspektifim bunlar.

Yayınlardan söz edelim demiştik.

Yaptığımız en önemli şey burada 15’in üzerinde kitap yayınlamak oldu. Bu yayınlar çok önemli. Bir de Türkiye’de yapılması beni çok memnun ediyor. Türk arkeoloji kültürü için bunu çok önemsiyorum. Yayınladığımız kitaplar arkeoloji dünyası için çok iyi kazanım ve eleştiri yapıtlarıdır. Hierapolis’ten geriye kalacak olan en önemli şey bu kitaplar.

EN ÖNEMLİSİ İŞBİRLİĞİ VE DOSTLUK
Bu bölgede üç önemli kazı var. Hierapolis, Tripolis ve Laodikeia. Bir çalışma ortaklığınız oluyor mu?

Evet burada çok önemli üç kent var. Biz birlikte çeşitli işbirlikleri yapıyoruz. Bunu çok önemli buluyorum. Mesela ben bir şey buluyorum, sonra açıyorum diğer kazı başkanlarını onlara heyecanla anlatıyorum. Veya Celal Hoca Laodikeia’da bir şey buluyor bana açıp anlatıyor. Böyle bir işbirliğimiz var. Çok önemli. Buluntu var, arkeoloji var ama işbirliği, dostluk yoksa eksik kalıyor.

Ayrıca Pamukkale Üniversitesi beni onur (fahri) profesörü yaptı. Ben bunun için çok mutluyum ve teşekkür ediyorum. Benim için orada bir de ofis açtılar. Kapısında “Profesör D’Andria Ofisi” yazıyor. Arkeoloji, kazılar, mali kaynaklar önemli ama en önemlisi bu. Fahri profesör unvanı çok nadirdir. Normal olanı doktor unvanıdır, diploma verirler. Ama fahri profesörlük kolay değildir. Beş yıl önce oldu bu. Ben ve Japon bir sismoloji profesörüne bu unvan verildi.

“GÜZELLİĞİN ON PARA ETMEZ
BU BENDEKİ AŞK OLMASA”
Hierapolis’e olan bu tutkunuzu nasıl özetlersiniz?

Aşık Veysel’in bir türküsü var, “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa” diye. Benim için en önemlisi bu. Hierapolis çok güzel ama bu güzelliği sevmek gerekir. Milyonlarca turist geliyor, onlar için bu güzellik çok önemli değil. Gezip görüp gidiyorlar. Oysa bizim için bu çok önemli. Çünkü biz burayı yaşıyoruz.

Bundan sonra Hierapolis’te sizin yerinize gelecek kazı başkanının yapacağı çalışmalar için önerileriniz oldu mu?

Gelecek olan kazı başkanı benim eski bir öğrencim. O da ordinaryüs profesör. Zaten kazı başkanları öyle olmalı. O kazıların başına geçecek, ben devamlı ona önerilerde bulunacağım. Onu da çok seviyorum. O da Lecce Üniversitesinden biri. Her zaman işbirliğimiz vardı, burada da olacak. Böyle işbirlikleri zorunlu. Mesela burada Lecce dışında yedi ayrı üniversite çalıştı.

HAFRİYAT DEĞİL BİLİM YAPIYORUZ
Size yöneltilen eleştirilerden biri kazıları ağır ve uzun zamana yaydığınız biçimindeydi.

Evet ama kazıların ağır olması normal. Çünkü hafriyat değil bu. Bilimsel bir çalışma. Siz de bir zaman yazmıştınız bunu.

Bu deyimi İstanbul Ünv. Prehistorya bölümünden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan kullanmıştı ilk kez.

Evet o çok önemli ve büyük bir arkeolog. Ben de onunla aynı düşünüyorum. Mehmet Hoca’yı çok severim ben.

Hocam sohbetimizi burada noktalayabiliriz. Ama eğer uygun görürseniz kalkıp restorasyon alanını da birlikte gezelim.

Tamam. Bir çay molası verelim, sonra gezeriz.

***

Bizim çay molası ile restorasyon ekibinin molası aynı zamana denk geldi. Söyleşi yaptığımız tiyatro sahnesinin arkasındaki tentenin gölgesinde hazır börekler çay eşliğinde yenildi, sohbet edildi, biraz Haşim Ağabey (Yıldız) anıldı ve kalkıp restorasyonu devam eden Plutonium’u Hoca’nın rehberliğinde gezdik.

Bu arada yakın zamanda hastaneye taşınmasına yol açan kazanın nasıl olduğunu sorduk. Bize unutamayacağımız güzellikte yanıt verdi. “Cehennem kapısının üstündeki bölümde oturuyordum. Buradan aşağıya, kapının önündeki gaz kabarcıkları çıkan suya düştüm. Hades beni çağırıyordu. Ama beni almak istemedi. Sadece teşekkür edip bıraktı.”

Bu konuda bize rehberliği çok değerliydi. Eğer yalnız gelmiş olsaydım ya da herhangi bir gezi yapsaydım, Hoca’nın gezerken gösterdiği pek çok ayrıntının ya farkında olmaz, ya da anlamlı bulmazdım. O nedenle Porf. Dr. Francesco D’Andria’yı giderayak böyle bir söyleşiyle uğurlamış olmaktan biz de keyif aldık, mutlu olduk.

Kendisine Hierapolis adına, Anadolu’nun eski kültürlerini günümüz insanıyla buluşturan çalışma ve emeğine saygıyla selam sunuyor, teşekkür ediyoruz.

Fotoğraflar: Metin Eltaş

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı