REKLAMI GEÇ

Kaf Dağı’na gerçek bir yolculuk

Kaf Dağı’na gerçek bir yolculuk

Öykündüğümüz kurmaca hikayeler vardır. Çoğunlukla filmlerde izlediğimiz ancak gerçek hayatta gerçekleşeceğine pek fazla ihtimal vermediğimiz macera dolu aktivitelerdir bunlar. Örneğin doğayı anlatan kurgular bu tür hikayelerin başında gelir. Doğanın güç koşullarına karşı adeta insanüstü mücadele örneği veren kahramanın başarmasını şiddetle arzuladığımız serüvenlerdir. Bazen başarısız sonlanışını izleriz o filmlerin. Üzülürüz. Kahramanın onca çabasının, emeğinin, azminin güzel bir finalle başarıya ulaşmamış olmasına hayıflanır, düğmeyi hüzünle kapatırız. Bu kez kahramanımız bir film karakteri değil. Kurmaca da değil. Kanlı canlı, ete kemiğe bürünmüş, yanı başımızda, aynı kentin havasını soluduğumuz, biraz ufak tefek ama inatçı, inançlı, mücadele azmi sözcüklerine kadar sinmiş birisi: Gülcan Çeşmeli. O hayalini kurduğu mutlu sona ulaştı. Anlatacağımız onun hikayesidir.

Yaşar TOK / DENİZLİHABER / 3 Eylül 2018 Pazartesi, 11:11

Fast-food bir tüketim aralığına kurban giden Gülcan Çeşmeli’nin zirvelere uzanan öyküsü, geçen hafta sosyal medya platformlarından kazınmış birkaç fotoğraf, az biraz bilgi kırıntısıyla yerel medya haberlerinde yer buldu. “Kentli bir kızımız Kırgızistan’da dünyanın sayılı zirvelerinden birine tırmanmış, kendi kendine bir başarı gerçekleştirmiş”ti. Hikaye güzeldi güzel olmasına ama arka planında neler olup bittiği, böyle bir başarı nasıl elde edilmiş, hangi emekle zirveye uzanılmış, üzerinde durulmadı. Önemli olan zirvede bayrak açması, Atatürk portresiyle fotoğraf vermesiydi. Hemen hemen tüm haberler, “zirvede Türk Bayrağı açtı” mealinden tema ile yazılmıştı.

Oysa bu gerçekten olağandışı bir başarı öyküsüydü. Sadece romantik bir öykü olmanın ötesinde, emekle, imkansızlıklarla, kan-ter içinde yıllara varan çalışma azmiyle örülmüştü. Başka türlü olması kolay mıydı? Gündelik hayatımızı sürdürdüğümüz 500-600 rakımda bile yeterli oksijeni alamadığımızı düşünün. 7.134 metrede neredeyse adım atma mecal bırakmayan yok derecedeki oksijesizlikte bu hikaye, filmlerdeki o zorlu sahnelere taş çıkartan karelere bölünüyor olmalıydı.

Az sonra Gülcan’ın anlattıklarını okuyacağız. Orada göreceğiz, yazdığımız hiçbir satır abartı değil. Bu hikayelerin kahramanları başka ülkelerde olsa nasıl karşılanır, nasıl taltif edilir bilmem ama biz de sadece birkaç yerel medya haberinin ötesinde hiç iz bırakmadan yok olacak denli bir duyarsızlığa kurban gidecek. Unutulacak. Birilerinin kırık dökük tebrik telefonundan öte geçmeyecek. Kendi arkadaş çevresinin, eşin dostun ve ailenin gururu olmakla sınırlı kalacak. Ola ki Everest’e tırmandı, bir kez daha haberlere konu olacak, “bizim kız” muamelesi görecek.

Oysa böyle bir azim bireysel olduğu ölçüde daha da değerli ve kamusal bir örnek. Diyelim federasyon desteği veya kurumsal imkan ya da sahiplenme, en çok Gülcan gibi kendi hikayesinin peşinde koşup başarı çıtasını zirveye ulaştıranların hakkı. Birilerinin medya maymununa çevirdiği surviver türü yarışma programlarının anlaşmalı ‘aktivistlerine’ dağıtılan payenin çok daha fazlasını hak ediyor.

Gülcan Çeşmeli ile Ağustos’un son günü akşama doğru, mesai saati bitiminde buluştuk. Hiç uzatmadan merakla beklediğim zirve yolculuğu hikayesini anlatmasını istedim. Merakımın çeşitli sebepleri vardı. Önce Lenin Peak (Lenin Zirvesi) ilgimi çekiyordu. Zirve yolculuğu günler almıştı ama yolculuğa döşenen taşlar hangi merhalelerden geçmişti? Nasıl bir ön çalışma yapmıştı? Bu türden hikayeler ‘bari bunu da yapayım’ diye gerçekleşmezdi, fikir nasıl doğmuş, nasıl bir özgüven oluşmuştu? Amaç zirveye ulaşıp bayrak ve Atatürk portresi açmak mıydı, yoksa tümünü de aynı eylemin bir parçası olarak mı tasarlamıştı? Neden Lenin zirvesi? Yeryüzünün en önemli devrimcisinin, 1917’de Sovyetler Birliğini kurmuş, sosyalizm düşüncesinin pratik öncüsü olan Bolşevik Partinin liderinin adını taşıyan zirveyi seçiş sebebi neydi? Örneğin tam zirvede bulunan Lenin büstünün yanına geçip barış işareti yapması bu yolculuk tasarımının bir parçası mıydı?

Tümünü konuştuk. Bir saati aşkın kayıt aldık ve aklımızdaki tüm soruları sorduk, sormadıklarımızı o hatırlatıp anlattı.

GÜLCAN’IN HİKAYESİNE GİRİŞ

Gülcan’ın, yaptığımız görüşme öncesi e-posta ile gönderdiği, zirve günlerini özetleyen kısa bir not var. İhtimal basına ulaştırdığı notlar da buna benzer olmalı. Not, tırmanış tarihleriyle kısa bilgiler içeriyor.

“04.08.2018 Cumartesi: yolcuğumuz Denizli den başladı.
06.08.2018 tarihinde 3.600 metrede açıktaş ana kampa ulaşıyoruz. Ve aklimatizasyon için 4000 metredeki Petrovky tepesine tırmanıyoruz.
08.08.2018 4400.metredeki kamp 1’deyiz.
09.08.2018 yine aklimatizasyon için 5100 metrede Yuhin Peak tırmanışı yapıyoruz.
11.08.2018 5100 metrede kamp 1’de uyuyoruz.
12.08.2018 6100 metrede kamp 2’deyiz.
13.08.2018 tekrar 4400 metredeki ana kampa dönüp 4 gün dinleniyoruz.
18.08.de 5100 metreye tırmanıyoruz.
19.08.2018 6100 metreye tırmanıyoruz.
20.08.2018 tarihinde zirveye ulaşıyoruz.
21.08.2018 de yeniden 4400 metredeki kamp 1 ve sonraki günde 3600 metrede ana kampa dönerek faaliyete son veriyoruz.”

Anlatacağımız hikayenin final özeti bu. Biz bu özetin öncesini ve detaylarını merak ediyoruz. Yani hikayenin baştan sona nasıl bir serüvenle örüldüğünü.

GÜLCAN ÇEŞMELİ ANLATIYOR

Gülcan sen nesin? Yürüyüşçü mü, dağcı mı, kaya tırmanışçısı mı, herhangi bir doğa gezgini mi?
Ben bir kaya tırmanışçısı değilim. Dağcı diyebiliriz. Ama benim antrenörlerim bile “biz dağcı kelimesinin henüz D harfindeyiz” diye kendilerini tanımlarken kendime dağcı demek onlara haksızlıkmış gibi geliyor. Ama tanımlamak gerekirse dağcıyım.

Dağ yürüyüşleri nasıl başladı?

2009 yılında doğa yürüyüşü ile başladığım serüven, 2013 yılında Ağrı Dağına tırmanma hevesine dönüştü. Üstelik dağ tırmanışı ile ilgili hiçbir birikim, teknik imkan ve bilgimiz yoktu o sıralar. Bir hevesle biz iki arkadaş Denizli’den çıkıp Ağrı Dağına gitmeye karar verdik.

Bu sizin için o günlerde bir tür serüven gibi miydi?

Evet. Dağın yüksekliği 5137 metre. Okuyoruz internetten, araştırıyoruz bize bir şey olur mu diye. 5000 metreye tırmanmakla bir şey olunmayacağını bilmiyorduk. Teknik bilgi sıfırdı, hiçbir şey bilmiyorduk.

Türkiye’de 5000 metreye tırmanmak bir şey sayılmıyor mu?

Bir şey tabi. Orası Türkiye’nin doruğu. Ama biz orada neyle karşılaşacağımızdan bihaber yola çıktık. Bizim dışımızda, ailemiz ve çevremiz için en önemli faktör Ankara’nın doğusuna gidiyor olmamızdı. Doğu Beyazıt’a gidiyorduk ve üstelik Ağrı’ya tırmanacaktık.

Çevrenizin ve ailenizin tedirginliği neden?

Biz güvenlikle ilgili kaygılarla yola çıktık. Halbuki güvenlikten önce gelen dağla ilgili teknik bilgi, donanım söz konusu olmalıymış. Biz bunu bilmiyorduk. Bilmeden yola çıktık. Sonra dağa tırmanış için bizim neye ihtiyacımız var diye baktık, ekip lideriyle görüştüğümüzde kazma ve krampon ihtiyacımızın olduğunu öğrendik. Ne işe yaradığını bilmeden kazma ve krampon aldık.

CEHALETİN CESARETİ

Peki ekibe nasıl katıldınız?
Ankara’dan, sosyal medya aracılığıyla ilişki kurduk. Ağrı Dağı tırmanışını gördük, gidelim dedik. Sonra kendimize pantolon, içlik, kar botu, krampon gibi temel ihtiyaçlarımızı tedarik ettik.

Ağrıya gittik, tırmanışa geçtik, 3200 metreye kadar bir problem yokken 4200’e çıktığımızda yol arkadaşım Taylan Özgür baş ağrısı yaşamaya başladı. Yaşadığının ne olduğunu bilmeden ağrı kesici verdim ona. Halbuki o irtifada ağrı kesici yerine, 500 metre aşağıya indirilip bekletilerek tekrar çıkartılması gerekiyormuş. Bizim bilmediğimiz gibi, birlikte gittiğimiz ekip te bu konuda yeterli değildi.
Biz o tırmanışı güç bela tamamladık. O gün Ağrı’nın zirvesi de kapalıydı, zirveden hiçbir şey görmedik. Zaten Taylan’ın rahatsızlığı nedeniyle kaygılıydık, sadece onu düşünüyordum. Yani o tırmanışla ilgili böyle kötü bir anımız var.

Ağrının tepesi sis mi, bulut mu, ne ile kapalıydı?

Sis ve tipi vardı. Göz gözü görmüyordu. Hemen oradan inmemiz gerekiyordu. Tabi bu arada krampon bağlayalım dedik, bağladık. Elimizde bir kazma var, ne işe yaradığını bilmiyoruz. Tipi de kaybolsak kazmayı kullanamayacağız. Biz işte bu cehaletle, “cehalet cesaret getirir” deyişini gerçek kıldık ve sağ selamet döndük.

Altyapı malzemelerini Denizli’de temin etme olanağınız yok muydu? Yani biraz daha hazırlıklı gidilemez miydi?

Biz burada kış tırmanışı diye gittiğimizde normal botlarımızla gider, en kalın poşet olarak Teknosa poşetlerini sarar, üstünü koli bandıyla bağlardık. O sıralar Babadağ’dan kar gözlüğümüz olmadığı için kardan tipiden gözümüzü açamamış, geri dönmüştük. Bu kadar cahildik işte.

FEDERASYON EĞİTİMLERİ

O kadar cahildik diyorsun yani.

Evet, o kadar cahildik. Ağrı Dağı’ndan döndükten sonra Türkiye Dağcılık Federasyonunun eğitimlerini araştırdık. Eğitimlere katılmak için bir kulübe mensup olmamız gerekiyormuş. Biz de birkaç arkadaş “neden kendi kulübümüzü kurup gitmiyoruz” dedik. O zamanlar sadece Denizli’de dağcılığın öncülerinden Ahmet (Turhan) Abi’nin başında olduğu kulüp vardı. Şimdi adı NEFES. Biz de 2012 Aralık ayında kendi kulübümüzü (DENDAK-Denizli Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü) kurduk. Nisan 2013’te de Taylan ile birlikte Federasyonun eğitimlerine başladık. Yaz ve kış programı olarak ikiye ayrılıyor eğitimler. Yaz programına katıldık ama o bize hitap etmiyordu. Biz kaya tırmanışı yapmıyorduk.
Eğitimleri nerede alıyordunuz?

Temel eğitimler Isparta da, ileri eğitimler ise Niğde Aladağlar’da oluyor. Yani farklı farklı illerde yapılıyor federasyon eğitimleri. 2014 başında, kış dağcılığı eğitimlerine başladık. Eğitimler tamamlandı ve biz ilk olarak Rusya’da Elbruz Dağı’na tırmanmayı hedefledik.

İLK HAYAL İLK TIRMANIŞ

Neden Elbruz Dağı?

Oraya tırmanmak benim hayalimdi. Masallardaki Kaf dağının doruğu. Sınırlar çerçevesinde Avrupa’nın en yüksek dağı. Arkadaşlarıma bunu söylediğim zaman gitmeyelim demediler hiç. Ereğli’den bir arkadaşımızın organizasyonunu haber aldık, onlarla 2015 yılında Elbruz’a tırmandık. Bu kez Ağrı Dağı tırmanışındaki sorunları yaşamadık. Temel eğitim almıştık, ekipmanımız tamamdı, tırmanış tekniklerini biliyorduk. 5000’den sonra ortamda oksijen azaldığı için yavaş tırmanmak gerekiyor, vücut uyum sağlasın ve daha az hasar görsün diye. Orası 5.642 metre yükseklikte. Elbruz tırmanışını da tamamlayıp geldik.

KAZBEK DAĞI: YAKIŞIKLI VE KARİZMATİK

Elbruz’dan sonra sıra hangi dağa geldi?

Bir sonraki sene Gürcistan’da Kazbek’e gitmeye karar verdik. Ruslar Kazbek’e “dağların dağı” diyorlarmış. Karşıdan baktığın zaman daha karizmatik, yakışıklı bir dağ Kazbek. Yükseklik 5.047 metre. O tırmanışı da tamamladık geldik.

Bu tırmanış bizim özgüvenimizi sağlamlaştırdı. Artık 5000’lerde nereye kadar tırmanabilirdik ki? 7000’leri istiyorduk. Tırmanış hikayelerimizi böyle bir zirveye ulaştırmalıydık. Bir de kaç tane 5000 yükseklik var ki?

ELBRUZ DAĞI KESMEDİ

Sıkça sözünü ettiğimiz ekip nasıl bir ekip? Muhtemelen DENDAK adına gidiyorsunuz, bu ekipte kaç kişi var?

Biz Elbruz Dağı’na çıkarken 14 kişilik bir ekiple gittik.

Hepsi Denizli’den mi?

Denizli’den 4 kişi vardık ekipte. Türkiye’nin farklı illerinden toplanmış 14 kişi yola çıktık. Çoğu eğitimlerden tanıdığım dağcılardı. Ereğli Dağcılık Kulübü düzenlemişti. Haberleştik, onlar da 4-5 kişiyi geçmeyecek şekilde katılabileceğimizi söyledi, böylece 4 kişi katıldık. Ama Kazbek’e 8 kişi katılmıştık.

DEMAVEND DAĞINA KIŞ TIRMANIŞI

7000’e tırmanış öyküsüne geçelim ama daha önce başka tırmanış yaptınız mı?

Ben Lenin Peak için hep düşünüyordum. Benim hayallerimi süsleyen bir tırmanıştı. Ama bu arada görüştüğümüz hocalarımız dediler ki, “7000’e tırmanmadan önce İran’da Demavend Dağı’na git.”
5.673 metre yükseklikte orası. Diğer tırmanışları yapınca, orada da kış tırmanışı yapabileceğimi söylediler bana. Sonra karar verdik Demavend’e tırmanmaya. Bizim için Lenin Peak öncesi hazırlık olur diye düşündük. Ama Lenin Peak kafamda hep var. Hatta bilgisayarımdaki masa üstü fotoğrafımda bile üç yıldır duruyordu. Ben bu dağa gideceğim, şimdilik nihai hedefim bu diyordum.

Sonra Demavend’e gittik. Gerçekten de kış tırmanışı hepsinden daha zor olanıymış. Onu öğrendik. O tırmanışı zorlu koşullarda tamamlayıp geldik. Bunu başarınca, artık önümde hiçbir engel kalmamıştı.

Kış tırmanışının iklim koşulları dışında zorluğu nedir? Mesela sağlıkla ilgili sorun oluyor mu?

Özellikle sağlıkla ilgili değil. Sağlık sorunları her tırmanışta aynı, değişmiyor fazla. Sadece zorlu hava koşullarında vücudun dayanıklılığı önemli. En önemlisi bu. Oradaki eksi 30-35 derecelere dayanırsak… çünkü buralarda onu görme ve deneyimleme şansımız yok. Tüm bunlar benim 7000 metreye tırmanma hayalim için birer basamaktı. Elbruz dağı, 5000 irtifada bedenimizin vereceği tepkiyi gösterdi.

TIRMANIŞIN ÖĞRETTİKLERİ

Ağrı Dağı da 5000 sınıfından bir dağ. O tırmanış size ne öğretmişti, hiç adını saymıyoruz da…

Ağrı Dağı bilmeden hiçbir şeyin başına geçmemeyi öğretti. Dağda başınıza gelebilecek her şeyin çok önemli olduğunu öğretti. Ekip olmanın çok önemli olduğunu öğretti ki biz birbirimize sahip çıktık orada. Oraya ilişkin bir anımız var, ekipten bir arkadaşımız bize 3000 metrede hiç uyudunuz mu dedi. Biz nasıl uyuyalım. 300-500 rakımda yaşıyoruz, en yüksek dağımız 2700 metre. Bunun üzerine Taylan’la konuştuk, dedik Antalya’ya gidelim Kızlar Sivrisi’ne, (Antalya Elmalı ilçe sınırları içinde dağ zirvesi) doruğu 3070 metre, orada uyuyup gelelim dedik. Gittik kamp yüküyle, orada bir gece uyuyup geldik. Böylece 3000’de uyumuş olduk. Uyudunuz mu, uyuduk.

Yaz ayları mıydı?

Evet, yaz aylarıydı.

Peki, şimdi soralım. Neden Lenin Dağı zirvesi? Sadece yüksekliğinden dolayı mı? Başka yüksek dağ yok mu orada?

Var. 7400, 7800 yükseklikte Kırgızistan ve Tacikistan sınırında dağlar var. Neden Lenin, önce adı Lenin olduğu için Lenin Zirvesini seçtim. Bir başka özelliği, çok fazla teknik zorluk içermeyip diğer 7000’likler için bir tür geçiş dağı olması. Orada da 7000’de vücudumuzun tepkisini görüp ölçebiliyoruz. Kendimizi test edebiliyoruz. O nedenle bizim için bir basamaktı. O yükseklik aslında ciddi bir sınav. Ben oraya gidince öğrendim bunu.

DEVAM EDECEK

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı