REKLAMI GEÇ

MEDYA VE ÇEVRE…

26 Mart 2013 Salı

1990’lı yılların başında Türkiye’de herhangi bir kitapçıya:

-“Sizde çevre konulu kitap var mı ?” sorusu yöneltildiğinde
-“Nasıl yani, kitabın adı mı Çevre? Şurada bir tercüme kitap olacaktı, bir bakalım!” derdi…
10-15 yıl öncesine kadar medya…
Gazetelerde çevre’den pek konu edilmiyor,edildiğinde de sebep-sonuç ilişkisi içinde yaklaşılmıyordu…
Radyoda ve televizyonda özgün programlar yok, az sayıda yabancı belgesel vardı.
2007 yılına gelindiğinde…
Kitapçılarda çevre konulu yayınlar için özel bölümler…
Radyo ve televizyonlarda çevre konulu haberler…
Özel programlar, belgeseller…
Sadece belgesel yayınlayan yerli ve yabancı televizyon kanalları…
Gazetelerde özel sayfalar…
Çevre haberleri için özel muhabirler…
Sadece doğa koruma ve çevre konularının ele alındığı dergiler…
Çevreci kuruluşların çevre eğitimi amaçlı yayınları…
İnternette çok sayıda çevre koruma amaçlı site…
Yalnızca çevre konulu yayınların katılabildiği özel yarışmalar.. .
Ve.. .
Artan sayıda ticari kuruluştan çevre konulu yayınlara – yarışmalara parasal destek…
TÜKÇEV gibi sadece çevre sorunlarını ele alan, projeler üreten vakıfların ortaya çıkması…
Bütün bunlar sevindirici gelişmeler elbette…
Ama yeterli mi?
Kesinlikle değil…
Bir Greenpeace yetkilisi:
“Skandalları seven bir medya ve bunu hızla tüketen bir kitleye sahip olduğumuz için, çevresel sorunlar bir çıbana dönüşüp patlamadıkça gündemde yer bulması pek mümkün olmuyor.”
Soruna nesnel yaklaşan, doğruları yansıtan ve takipçi olan medya mensupları (ve organları) da eksik değil.
Tarafsızlık, ama nasıl..
Çevre katledilirken hukuk tanımazlık sürerken klasik anlamda tarafsızlık söz konusu olabilir mi?

Medyadan beklenen doğadan yana olmak. Eksilen geri gelmiyor. Birinci sınıf tarım arazisine evler, fabrikalar kurduğunuz, doğa harikası bir kıyıya tesis yaptığınız zaman, o toprağı, o güzelliği sonsuza dek kaybediyorsunuz.
Zehirli kimyasallarla maden işlendiğinde, ticari gübreler ve ilaçlar gereğinden fazla kullanıldığında, enerji üretiminde fosil yakıtlara ağırlık verildiğinde doğada neler olup bittiğini bilmek gerekiyor.
Doğayı kim daha çok tüketiyor?
Doğayı en çok zenginlerle çok yoksullar tüketiyor…
Peki bu nasıl bir çelişki ?
Zengin tüketim toplumlarında hemen hiç kimse sahip olduğu tüketim kalıplarından ve konfor taleplerinden özveride bulunmuyor.
Hatta, fazlasını istiyor…
“6 milyar dünyalı, günümüzdeki bir ABD’linin tükettiği kadar et, süt –hatta su- tüketse, dünya gibi birkaç gezegen daha gerekiyor!”
Doğal kaynaklar üzerindeki en büyük tehditlerinden biri yoksulluk.

Beslenme başta olmak üzere temel ihtiyaçlarını güvenceye alamamış insan doğa korumayı lüks olarak görüyor…
Birleşmiş Milletler, 2015 yılına kadar yoksulluğu yarı yarıya azaltmayı amaçlayan Bin Yıl Bildirgesi’ni yaşama geçirmeye çalışıyor.
Çünkü yoksulluk sınırının altında yaşayanlar sağlıklı içme suyundan yoksun.
Medya için de geçerli soru:
Neler yapılmalı, nasıl yapılmalı da
doğa, insan etkinliklerinden daha az zarar görmeli,
gelecek nesillere daha az bozulmuş bir emanet bırakılmalı?
Sorun ‘kaynak paylaşımındaki adaletsizlikte’ düğümleniyor.
Çevre konusunda da haklıların değil, güçlülerin dediği oluyor…
Dünya nereye gidiyor, gezegenimizin sınırları neler… ?
-Her üç kişiden biri (2 milyar insan) sağlıklı sudan yoksun…
-Çin ve Hindistan 15 yıl sonrasının yeraltı sularını kullanıyor… !
-Dünya nüfusunun %43’ü sınır aşan nehirlerin oluşturduğu 261 su havzasında yaşıyor…
Farkındalığı küreselden yerele taşımak…
Dünya öyle de Türkiye nasıl ?
Bölgem, kentim, köyüm nasıl ?
Nehirler, göller, sulak alanlar kuruyor, kurutuluyor…
Türkiye son 40 yılda Van gölünün üç katı büyüklükte sulak alanını kaybetti…
Su bulabilmek için Konya havzasında 950 metreye, Hatay Reyhanlı’da 350 metreye inmek gerekiyor.
Medyadan beklenen:
Ev kadınından üst düzey yöneticiye, çiftçiden sanayiciye herkeste farkındalık yaratmak…
Her kesiminden insanın sorunla ilgili sebep – sonuç ilişkisi kurabilmesine katkıda bulunmak…
Tarım, sanayi, evsel kullanım…
Suyu en çok kullanandan başlamak…
Anlayış değişimine katkıda bulunmak…
Doğanın efendisi değil, doğanın bir parçası olduğumuzu vurgulamak…
Katılımcı ve gönüllü olmanın önemine işaret etmek…
Kötüye gidişin yanı sıra kurumsal ve bireysel başarıları ilgi çekici yöntemlerle kamuoyuna duyurmak…
Farkındalık çok önemli..
Farkında olan kişi çevre eğitimine açık hale geliyor.
Davranışlarını iyi yönde değiştiriyor…
Bireysel ve toplamsal gücünün farkına varıyor…
Sadece yakınmıyor, çözüm de üretiyor…
Çevremiz daralıyor, duyarlılık artıyor…
Her iki süreç de çok hızlı.. Ama duyarlılığın daha hızlı artması gerekiyor…
İş işten geçiyor, çözüm seçenekleri azalıyor…
Artık yalnız çevreciler değil bir zamanlar bilgi vermekten kaçınan kamu görevlileri bile yakınıyor :
“Nerde bu medya, olanı biteni görmüyor mu?”
Şimdi, katılımcılık ve eylem zamanı..
Medyanın konusu, hayat…
Hayatın devamlılığı tehlikede…
Olanı biteni medyadan takip ediyoruz…
Medya okuryazarlığı önemli…
Medya bu konuda da dürüst ve gerçekçi olmak;
doğadan, bizden ve çocuklarımızdan yana olmak zorunda…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı