REKLAMI GEÇ

ANNEME…

11 Mayıs 2014 Pazar

Bu yazıyı okuyamayacaksın anne. Bu yazıdan haberin olmayacak. Çünkü okuma yazman yok. Onun için duygu ve düşüncelerimi belki daha rahat ifade edebileceğim.

Nüfus cüzdanındaki bilgiler doğruysa 81 yaşındasın… Fakat sana doyamadım anne. Belki de hiç doyamayacağım. Hangimiz birbirimizi daha önce terk edip gideceğiz, onu da bilmiyorum.

Fakat, bildiğim bir şey var ki, ikimiz de birbirimizi çok sevdik. Hayır, hayır sen beni daha çok sevdin. Sevdiğini her zaman ve herkesin yanında belli ettin. Diğer dört evladın bu yüzden gıpta ettiler bana, belki de kıskandılar. Ama senin elinde değildi ki duygularını saklamak… Sen duygularını her zaman açık ettin anne…

Babam 24 Eylül 1994’te Hakk’a yürüdüğünde can yoldaşını kaybetmiştin. Sen bana hem rahmetli babamın hem de Allah’ın bir emanetiydin artık. Yalnız kalmıştın. Senin yalnızlığın bana çok dokunmuştu… Çareler aramaya başladım.

Bir müddet sonra seninle her sabah işyerine beraber gider olmuştuk… Dükkanıma varınca her sabah çorbanı kaşıklar ve arkasından da çayını kahveni yudumlardın. Gelen gidenle yarenlik eder, gençlere takılmadan duramazdın… Fakat şimdi dükkandaki koltuğun boş anne. Karşımızdaki manav, yanımızdaki lokantacı, az aşağıdaki kahveci seni soruyor, selam gönderiyorlar sana. Sen ise artık onları gözünün önüne getiremiyorsun… Ama belli etmiyorsun hatırlayamadığını… Her zamanki gibi kurnaz davranıyorsun anne.

İyi ki üç tane ablam var. Gurbetten geldiler ve sana bakıyorlar şimdi. Geçen gün sabah işe gitmek için evden çıkıp merdivenlerden inerken, ayakkabılarını kapının önünde gördüm. Cennet senin ayaklarının altında ya… Eskimeye yüz tutmuş ayakkabılarını elime alıp, öpüp tekrar yerine bıraktım anne.

Sana hiç ‘’öf’’ bile dememeyi isterdim. Fakat belki seni gücendirdiğim, kalbini kırdığım zamanlar olmuştur anne. Çünkü senin Alzheimer hastalığına yakalandığını bilemiyordum. Söylediklerini sık sık tekrar ediyor, ilaçlarını içmeyi reddediyor, yüzüne maske takmadan, lafın nereye gideceğini düşünmeden pervasız ve fütursuzca konuşuveriyordun…

Akşamları yanına geldiğimde, yine, tabağındaki yiyecekleri ben fark etmeden önüme itekliyor, sırtıma yastık, ayaklarımı uzatmam için sehpa bulmaya çabalıyorsun. Analık hiç bitmeyecek mi anne? Annelik duyguların hiç sönmeyecek mi? Senin gözünde ben ne zaman büyüyeceğim anne?

Biliyorum ki bende hakkın çok. Biliyorum ki ne yapsam senin hakkını ödeyemem. Peygamberimiz; ana baba veya her ikisinden biri yanımızda ihtiyarladığı halde cennetlik olamayanları ayıplıyor. Ne var ki erkek olduğum için zaruri ihtiyaçlarını karşılayamıyorum. Gündüzleri işe gitmek zorunda kalıyorum. Beni affedebilecek misin? Benden razı olacak mısın anne? Bu satırları yazarken gözyaşlarımı tutamadığımı, ağlarken hıçkırdığımı hiçbir zaman bilmeyecek, duymayacak, duysan da beni anlayamayacaksın anne.

Duygularımı kolay kolay kimsenin yüzüne karşı söyleyemem. Ama şu anda benimle beraber sadece klavye ve sadece monitör var. Bu yüzden rahatlıkla ve çekinmeden yazabilirim: Seni seviyorum anne, seni seviyorum, seni seviyorum. Anneler günün kutlu olsun…

NOT: Bu yazı annem vefat etmeden önce yazılmıştır…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

OSMAN UĞUR AKSOY   -  Bağlantı 12 Mayıs 2014, 08:11

elerinize ve duygularınıza sağlık erdal bey.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı