REKLAMI GEÇ

FİLİSTİN VE KUDÜS’E GİTTİM, GÖRDÜM, YAZDIM

5 Eylül 2017 Salı

Kurban Bayramı’ndan bir gün önce İstanbul aktarmalı olarak Telaviv’deki Ben Gorion Havalimanı’na inmek üzere Çardak’tan yola çıktık. “Yola çıktık” şeklindeki çoğul ifadeden; yanımda başka arkadaşların da olduğu zannedilmesin.

Her ne kadar Denizli’den sadece acizane ve fakirane ben yola çıktıysam da; İstanbul Atatürk Havalimanı’nda Siirt Şube Başkanı, baş denetmenimiz ve Genç Kızılay’dan iki arkadaşın da katılımıyla birlikte Türk Hava Yolları’na ait bir uçak ile bir saat rötarla havalandık.

Ben Gorion havalimanına indiğimizde gri pasaport ile gidenlere pek fazla zorluk çıkmadı. Ancak yeşil pasaportlu arkadaşlar biraz bekletildi. Bizi orada Kudüs temsilcilerimiz karşılayıp, kalacağımız otele götürdüğünde saat 01.30 civarlarıydı.

3 saatlik bir dinlenmenin ardından Mescid-i Aksa’ya doğru yola çıktık. Aracımızı Şam kapısı girişindeki otoparka yerleştirip yaya olarak yola revan olduk.

Denizli’deki Kaleiçi Çarşısı’na benzeyen ve fakat yolları çok daha dar olan mekanda ilerlerken; ellerindeki silahlarla; geçenleri kontrol eden polis noktasına vardık. İsrail polisleri elimizdeki lokum kutularına ve başımızdaki Kızılay şapkalarına taktı ve şapkalarımızı orada bırakmamızı istedi.

Amirleriyle yaptıkları telsiz görüşmelerinden sonra; nihayet bu barajı geçip ilerlemeye başladık. Mescid-i Aksa külliyesi içinde ilk karşılaştığımız kutsal mekan Kubbetü-s-Sahra oldu. Altın sarısı rengindeki kubbesiyle ve tüm ihtişamıyla karşımızdaydı.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Miraç hadisesinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gelmiş ve buradaki Muallak Taşı üzerinden semaya yükselmişti. İşte bu Muallak Taşı’nın bulunduğu mekanın üzeri Kubbetü-s-Sahra inşa edilerek muhafaza altına alınmış.

Kubbetüs-s-Sahra’da kadınlar bayram namazı kıldığından; bizler Mescid-i Aksa’ya doğru ilerledik ve “vuslat” gerçekleşip içeriye girdik. Kırmızı yelek ve şapkalarımızla mescitte ilerlerken; her ülkeden gelmiş olan Müslümanların sevgi gösterilerine tanık olduk ve onlarla bayramlaştık. Irkları, renkleri ve konuştukları dil ne olursa olsun; bayramlık elbiselerini özenle giymiş, siretleri suretlerine vurmuş nur gibi parlayan siyah derili insanlara gıptayla baktık.

Bayram namazı çıkışında diğer arkadaşlarla birlikte elimizdeki büyük tepsilerdeki lokumu ikram ederken, hem bayramlaştık, hem de sevinç gözyaşlarımızla duygu seli oluşturduk. Sırtımızı Mescid-i Aksa’ya döndüğümüzde karşımızda Kubbetüs-s-Sahra; sırtımızı Kubbetü-s-Sahra’ya döndüğümüzde ise bu defa karşımızda tüm haşyetiyle Mescid-i Aksa duruyordu.

Oradan ayrılmak zor geldiyse de; bir an önce kesimhaneye varmamız gerektiğinden, cuma namazı için tekrar gelmek üzere vedalaşmak zorunda kaldık.

Nitekim kesimhanedeki hayvanların Allah rızası için kurban edilmelerine nezaret ettikten sonra Cuma namazı için tekrar Mescid-i Aksa’ya geldik. Bayram namazı ile Cuma namazının birleştiği yıllarda ifa edilen hacc’a “Hacc-ı Ekber” deniliyor. Dolayısıyla bu sene Hacc’a giden Müslümanlar “Hacc-ı Ekber yapmış olmanın şerefine ve sevabına nail oldular.

Artık sıra Kubbetü-s-Sahra’ya girip Muallak Taşı’nın bulunduğu bölüme girmeye gelmişti. Efendimiz Aleyhisselam’ın Miraç mucizesinin vuku bulduğu gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gelip, Burak isimli bineğe bindiği taşın; Peygamberimiz ile birlikte yükselmek istediği ve bu yüzden altı oyuk bir hale geldiği rivayet edilir.

Oraya kadar gitmişken Yahudilerin “Ağlama Duvarı”nı da görmek istedik. Kontrollerden geçtikten sonra girdiğimiz geniş bir mekanın sonundaki duvarda kadın ve erkek Yahudilerin haremlik selamlık olarak; yüzleri duvara dönük şekilde; öne arkaya sallana sallana; kendilerince ibadet ettiklerini izledik.

Alana girerken; bizlerden yahudi erkeklerin başlarına taktıkları avuç içi kadar küçük kipa alıp takmamız istendi. Baskı sonucu birer kipa alıp cebimize koyduksak da; kafamıza takmadık. Kütüphane bölümüne doğru devam ettiğimizde; bizim Laodikya’da olduğu gibi; cam ile şeffaflaştırılmış bir bölümün üzerine basıp; Mescid-i Aksa’nın temellerine doğru bir kazı yapılmış olduğunun alenen sergilendiğini müşahede ettik.

Bayramın ikinci günü Ramallah’ta, üçüncü günü de Beytüllahim’de her biri takriben dört-beş kiloluk etlerin kutular içinde dağıtımını yaptık.

Kudüs Zekat Komitesi’nin tespit ettiği ihtiyaç sahiplerine; önceden kendilerine verilmiş kuponlar karşılığında; hiçbir izdiham olmadan kurban eti dağıtarak onlarla yakınlaştık. Zaten kurban terimi de kelime anlamı itibariyle bu anlama geliyordu.

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” buyurmuştu Peygamberimiz. Bizler bu kavramı biraz daha genişlettik ve “Komşu ülke halkı aç iken tok yatan bizden değildir” noktasına getirmenin hazzını yaşadık.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

İsmail Biltekin   -  Bağlantı 5 Eylül 2017, 12:54

Erdal abiciğim,Rabbim hizmetlerinizi kabul etsin,gurur duyduk

Sami Tural   -  Bağlantı 5 Eylül 2017, 11:36

Elinize, yüreğinize sağlık.
Yazınız bizi hem umutlandırdı hemde gururlandırdı, inşallah bizlerede oralarda yardım etmek nasip olur.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı