REKLAMI GEÇ

MESCİD-İ AKSA, İSLAM COĞRAFYASI VE BİZ…

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Son günlerde Mescid-i Aksa’da yaşananlar ve İslam ülkelerinin bu zulme tepki veriş biçimleri akla yine aynı soruları getiriyor. İslam ülkeleri bu denli hassa bir konuda bile neden tek ses olamıyor. İslam’ın ilk kıblesinde bu eziyetler yaşanırken neden Ortadoğu coğrafyası farklı siyasi ve politik duruşlar ile batının ve İsrail’in ekmeğine yağ sürüyor. Aslında şu soru daha doğru olacak İslam dünyası hiç birlik oldu mu. Ortadoğu özelinde bakacak olursak belki sadece Osmanlının hüküm sürdüğü yüzyıllar dışında bölgede barış ve sükunet hakim olamamış. Amin Maalouf un “Arapların gözüyle Haçlı Seferleri” adlı eserinde o denli trajik biçimde anlatılır ki bu. Haçlı seferlerinin belli dönemlerde başarılı olması ve Avrupalıların Arap coğrafyasında hüküm sürebilmeleri hatta devlet kurabilmeleri tek kelime ile Arapların kendi aralarında yaşanan sürtüşmeler ile oluşan hükümranlık boşluğunu doldurabilmeleri ile mümkün olmuş.

Aslına bakarsak İslam coğrafyasındaki bu çekişme Peygamberimizin vefat ettiği gün Ben-İ Saide koruluğunda yapılan Halife seçimi ile başlamış desek çok da abartı olmayacaktır. Çünkü Şiiliğin ortaya çıkışındaki temel dayanak olan Hz. Ali’nin hilafet hakkının gasp edildiği iddiası buraya kadar dayandırılır. Hz. Ali ve Muaviye arasında yaşananlar, Sıffin Savaşı ve hariciler derken o günden bu güne süren bir savaş ve kavga. Bu günü anlamak için 1400 yıllık geçmişe bakma yeterli olacak.

Peki, bölgenin Arap olmayan ve Laik-demokratik bir yönetim biçimine sahip tek devleti olarak Türkiye’nin rolü ne olmalı. Osmanlı’nın mirası üzerinden bakacak olursak bu toprakları çok değerli bir emanet olarak kabul etmişiz. Yavuz Sultan Selim’den son padişaha kadar bölgenin hamisi olmayı da görev bilmişiz.

Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nda yaşadığı tüm ihanetler sonucu Cumhuriyetin kurucu kadrolarının biraz mesafeli durduğu bu hamilik psikolojisi asla yok olmamış.

Türkiye bugün Osmanlı’nın mirası ve büyük devlet refleksi ile bölgede söz sahibi olmaya çalışıyor. Karşılık bulduğu durum ve olaylar olmakla birlikte özellikle son dönemlerde dış politikamızın rasyonaliteden uzaklaştığını söylemek gerek. Bundan 7-8 yıl önce Türkiye, İsrail ile Filistin arasında resmi arabulucu rolünde iken bu gün masaya oturmakta güçlük çeker hale gelmemeli, Ortadoğu’da verdiğimiz görüntü, komşuları ile sorun yaşayan bir ülke olmamalı idi. Peki Türkiye bugün bölgede ve tüm dünyada saygınlık ve kudretini en başta elde edeceği ekonomik güç, adil ve güvenilir devlet olgusu ile sürdürebilmek için ne yapmalı?

Önceliğimiz “Cihat” değil “eğitim” olmalı.

Eğitim kurumlarımızın ve müfredatımızın hazırlanma biçiminin duygusal yaklaşımlar ile değil çağın gereklilikleri üzerinden kurgulanması, bugün yapılacak “Cihat”ın bilimle teknoloji ile yapılacağı asla unutulmamalıdır.

Ortadoğu’nun kadim sorunu olan kavga ve savaş, içi dolmayan ve hamasetle beslenen kuru “Cihat” söyleminden kaynaklanıyor. Dikkat edin bölgedeki tüm terör örgütleri kendi adına hep “Cihat” çağrısı yapmıyor mu?

Hal böyle olunca yalnızca “Cihat” ile yola çıkan İslam ülkeleri esaret ve mağlubiyetten başını kaldıramaz halde. “Cihat” Allah adına yapılan savaştır ve kutsaldır. Ancak günümüzde bu savaşlar meydan muharebeleri ile değil başta ekonomi olmak üzere bilim ve teknolojinin her alanında yapılmakta. Dolayısı ile matematik bilmeden kuru kuruya “Cihat”, başından mağlubiyet getirecek bir mücadele olacaktır.

Ortadoğu ve İslam ülkelerinin birlik olmasını beklemek bana çok ütopik geliyor. Çünkü bu bugüne kadar hiç olmamış, olamamış. Bundan sonra da olacağını sanmıyorum. Öyle ise bize düşen, bölge ve kendimiz için yapacağımız en doğru şey, tam demokratik, adil bir hukuk devleti olarak geleceğe kuru-içi dolmayan hamaset ile değil bilimin ve inançlarımızın gereğine göre nesiller yetiştirmektir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı