REKLAMI GEÇ

SEÇİM HAVASI

28 Aralık 2018 Cuma

Türkiye yeni bir seçime hazırlanıyor. 31 Mart akşamı ülke genelinde tüm mahalli idareleri belirlemiş olacağız. Büyükşehirler, şehirler, ilçeler, muhtarlıklar ve belediye meclisleri seçilecek. Yani “yerel” idarecileri seçeceğiz.

Ancak bu seçimde yaklaşık son 5-6 seçimde olduğu gibi yaptığımız şey; milletvekili seçimi, yerel seçim, referandum ve her ne ise sadece Tayyip Erdoğan’ın oylanması veya onaylanması haline dönüşüyor. Bu formatı tetikleyen etkenin başta Sn. Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu söylem olduğunu düşünüyorum. Sn. Erdoğan geniş halk kitleleri üzerindeki etki alanını, artık gittikçe kültürel ve yaşamsal alanlardaki farklılıklar üzerinden belirlemeye başladı. Toplum sürekli bir hedef veya karşıt görüşün varlığı üzerinden “bir düşman yaratmak” kliği ile oluşturulan atmosfere maruz kalıyor. İktidar bu söylemi ortaya koyunca muhalefette Tayyip Erdoğan karşıtlığı söylemini refleks olarak geliştirip, bir kişinin şahsı üzerinden belirlenen politik bir ortam şekillenmeye başlıyor. Bu kimi zaman “dış güçlere karşı duran bir lider” kimi zaman “yerli ve milli değerlerin tek koruyucusu” kimi zaman “ümmetin savunucusu” olarak biçimleniyor. Propaganda dili bu olunca muhalefet;  ülke sorunları, ekonomik kriz, dış politikada problemleri, eğitim sisteminde ki sorunlar, temel hak ve özgürlükler, düşünce hürriyeti gibi temel konularda etkili bir söylem ortaya koyamıyor. Bir başka deyişle rüzgâra kapılıp gidiyor. Aslında bu sorunların hepsi veya herhangi biri ile ilgili yapılan en ufak eleştiriler bile “milli şuura aykırı olmak, dış güçlerin maşalığını yapmak” olarak karşılık buluyor. Her muhalif duruş, hareket, söylem ve hatta düşünce de Erdoğan düşmanlığı olarak yaftalanıyor. Oysaki bunlar kişi sorunları değil. Gün içinde yaşamımıza müdahil olan konuların tamamı. Evimize ekmek götürürken de, düşüncelerimizi özgürce ifade etmeye çalışırken de karşı karşıya kaldığımız konular. Sisteme, ekonomiye, eğitime vs. yapılan tüm eleştirilerin kendi kültür dünyasına yapıldığını düşünen bir yönetim anlayışını son derece sağlıksız ve ayrıştırıcı bulduğumu söylemeliyim. Kişisel olarak yukarıda sıraladığım konuların tamamından rahatsızlık duyuyorum ama bu rahatsızlığı bir kişi karşıtlığı halinde ele alıp basitleştirmeyecek kadar da aklım başımda.

Temel sorunumuz sahip olduğumuz insani ve toplumsal değerlerimizdeki erozyon. Topluma mal olmuş, 80 yaşına yaklaşmış bir sanatçı yaptığı konuşma yüzünden Sn. Cumhurbaşkanının işaret göstermesi üzerine sorguya çekiliyorsa, saygın bir ilahiyatçı Diyanet işleri başkanlığı ve toplumun dini inançları ile ilgili referansların artık tamamen cemaatlerin eline geçtiğiniz söyledi diye ‘’ katli vaciptir’’ hükmü ile karşılaşıyorsa, esnafı, sanayicisi, bilim adamı, aykırı bir şey söylediği anda ya soruşturma geçiriyor ya da kapısına maliyenin dayanmasından korkuyorsa ve toplumun yarısı bütün bu olanlara oh olsun derken diğer yarısı sessiz bir çığlıkla tepki verebiliyorsa, sahip olduğumuz insani değerleri ve bizi 1000 yıldır bu coğrafyada tutan toplumsal değerlerimizi hatırlamakta yarar görürüm. Bu böyle sürüp gidemez. Silkinip toparlanma vakti gelmişte geçiyor bile. Böyle olmamalıyız. Biz birbirimize tahammül edebildiğimiz oranda güçlü ve ayakta kalabiliriz.

İşte böyle bir ortamda girilen yerel seçimlerde belediyecilik hizmetlerinden söz etmek, bilmem kaç tane süslü proje açıklamak, kentlerin sadece fiziksel mekânları ile ilgili vaatlerde bulunmaktan öte bu ayrışmayı ortadan kaldıracak bir ortamı vaat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yaşadığımız kentlerin yaşanabilir mekânları hakkında söz söylememekten bahsetmiyorum. İnsanlara istihdam sağlayacak yeni imkânlar sunmak, yaşanabilir fiziksel mekânlar üretmek, kentin ekonomisini canlandırmak, Denizli özelinde yeni ve bambaşka bir turizm ve tarım politikası belirlemek ama her şeyden önce ortak aklı hâkim kılmak gerekli. Kentlinin kente dair kararlara ortak olması, merkezden ve tepeden verilen kararlara göre hareket edilmemesini çok gerekli buluyorum. Kültürü ve sanatı ithal eden değil üreten bir kent olmamız gerektiğini düşünüyorum. Her şeyden önce kentin huzuru ve mutluluğunu sağlayacak ortamların üretilmesinin şart olduğunu düşünüyor ve bu ortamların fiziksel mekânlarla değil gönüllerle kurulabileceğine inanıyorum.

Asıl “yerli ve milli” olan değerimiz “hoşgörü” dür. Hoşgörü ve ortak değerlerimizi yeniden üretebileceğimiz bir seçim ortamı dilerim…

 

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı