REKLAMI GEÇ

MELANKOLİK MİYİM NE?

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Yine ve yeniden dans eden ağustos böceklerinin vahşi çığlıkları, güneş karanlığa girip, geceyi kucaklarken, şehrin üstündeki kızıl bulutlar sessizliği topluyor. Sessizce yankılanırken yaz mevsiminin sıcak ay ışığı, ruhumun onurlu derinlerinde, kim bilir hangi sandukalarında deşiniyor karanlık çukurlarımın. Uyku ve ölüm birbirinden ayrılmaz ikili. Hiçliğin sıfırın ve yokluğun varlıkla sınırı. Gecenin ve yıldızların altın kollarının, hüzünlü sarmalayışı içimdeki dondurucu dalgaları. Hiçliğin suskun bakışlarını, sonsuzluğumun iç denizlerinde hissediyorum bugün… Bugün biraz melankolik miyim ne?

Melankoli, insanın dış dünya karşısında eksik hissedişi, varoluş sürecinde insan olabilme çabası, normal bir anormallik, yada erdemli bir rahatsızlık durumu ve sorgulama çabasıdır. Bu dünyadaki gözle görebildiğimiz ve işitebildiğimiz bütün eserler melankoliklerin işidir. Kulaklarını kesip resmini çizen Van Gogh’dan, gözlerine gümüş plak takıp kendini kör eden Demokritos’tan, Shakespeare’den, Victor Hugo’dan, Da Vinci’ye kadar. İster felsefede ya da politikada, ister şiir ya da sanatta olsun olağanüstü kişiliklerin hepsi melankoliktir. Bunların tümü yaradılışları sonucu olağanüstü kişiliklerdir. Bu olağanüstü kişiliklerin özünde var sayılan temel itici güç, bu pathos ve sağlıklı anormallik durumudur. Kişisel yazgısını kendi belirleme arzusu, bedeli ne olursa olsun yaşamına kendi kendine yön verebilme arzusu, coşkunluğu, içe dönüşü, vazgeçişi, yanlış bir hayatın doğru yaşanamayacağı hissidir.

Bazen de ait olmadıkları gezegende, fırlatılıp atılmışlık duygusu, hatta bazen beden elbisesinin dar gelişi ve fırlatılıp atılma arzusudur. Mevlana’nın ” Ölüm günüm, düğün günümdür, en büyük sevgiliye kavuşma günümdür” demesi gibi. Heidegger’in hiçliğin ve yokluğun sınırı dediği o sınırda yaşayandır melankolik. Sıradan ve günlük yaşamın bir anlamı yoktur. Burada mikro ve makrokozmozun birlikteliği ile varlığın ve hiçliğin dansı birlikte seyreder. Platon’un savunduğu ” kutsal çılgınlık” ve ” soylu yabancılaşma” melankoliklerin yaşam tarzıdır.

Erdem, hüzün, kuşku, bilgelik, coşku iç içe geçmiştir melankolik insanlarda. Ne bu dünyaya aittirler, ne de öteki. Platon’a göre, bu erdemli insanların ruhlarının bir an önce, öz-kaynağa- idea’ya, gökyüzüne kavuşmasını sağlayacak kanatları olsaydı, bir an bile düşünmeden uçup kavuşurlardı bu sonsuz ideaya.

Albert Dürer’e göre ise; melankolide dış dünyanın yaşam tarzı ile zamanın akışı aynı değildir. Melankoliğin kendi içinde, dış dünyadan farklı bir yaşam tarzı, başka bir zaman boyutu vardır sanki. Zaman durmuş, soluk almak bile imkansızmış gibidir bazen. Geçmiş artık yoktur, gelecek de zaten gelmemiştir, bütün taşlaşmışlığı ile şimdiki zaman donup kalmıştır.

Ficino ise, melankoliklerde uyku-uyanıklık durumunun ve gece ile gündüzün birbirine karıştığını, bu öznelleşme ve özgürleşme sürecinin yaratıcılığı ve ruhun kalesinin düşebileceği korkusuyla yaratıcı çabanın ve yaratıcı kişiliğin ortaya çıkışını betimler.

Ortaçağda ölümcül günah olarak görülen melankoli, bir içe çekiliş ve bir içsel göç olarak, bir yaşam tarzı olarak kabul görmese de hep bir başkaldırı ve sıradışılık olarak anlaşılmıştır. Bazen hüzünlü bir tembellik, bazen gurur ve öfke, bazen de tüm günahların başlangıcı sayılsa da, çok sonraları Çiçero; “Hiç melankolik değilim o halde asla bir yaratıcı olamam” diyerek melankoliyi yüceltecektir.

En ünlü melankoliklerden biri olan Thomas More ise, neşeli, güler yüzlü ve şakacı olarak bilinirken, yaşam öyküsü gizemli acılarla doludur. Her zaman bu neşeli görüntünün ardında, acının ve hüznün varlığı sezinlenir. Uğruna manastırı, rahipliği ve tüm değerlerini terk ettiği, sevdiği kıza yakın olabilmek için, sevdiği kızın ablasıyla evlenmiştir. Krala karşı gelip, Londra kalesinde ölüme mahkum edilen ve giyotinle öldürülen More’a ithafen, Erasmus “Deliliğe övgü” kitabını yazmış, More’un delilik derecesindeki melankolik varlığını anlatmıştır.

2800 yıl önce Homeros; “Düşünen insan” da kendisindeki öfkelenme, kuşku, korku ve coşkunun varlığını, başkalarından başka olduğunun sezgisini anlatmış, bunun adına melankoli dememiş olsa da, Hölderlin, Hölderlin Kulesi adı verilen odasında 36 yıl boyunca tek kelime konuşmadan sussa da, Leibniz penceresiz bir oda düşlese de, hiçliğin imgesel mekanındaki dinginliğin özlemi sadece melankoliklere özel bir şeydir.

Bu makaleyi yazarken çok ciddi esinlendiğim Serol Teber’in ” Melankoli” de yazdığı son cümlelerle ben de yazımı sonlandırmalıyım artık.

“Uçlarda ve çelişkiler içinde yaşayan melankolik, hiçlik içinde bile bir umut düşleyebilmektedir. Hiç bir sisteme, dogmaya bağlı olmayan, olumsuzmuş gibi görünen kimi eksikliklerin bazen, topluma uyum sağlamış normaller karşısında, erdemli fazlalıklar olduğu görülebilir. Hatta varoluşun salt formaliteye dönüştüğü günlük yaşamın barbarlığı içinde uyumlu normallerin hangi (a)normalliklerden dolayı tepki göstermeden yaşayabildikleri sorulabilir.”

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 11 Mayıs 2022, 11:29

Bu nasıl anlamlı bir yazı böyle,sonsuz teşekkürler!

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı