REKLAMI GEÇ

ÖNYARGI VE GELİNCİK

2 Ekim 2014 Perşembe

Uzun yıllar önce defalarca okuduğum, Jane Austen’in en muhteşem eseri olan “Gurur ve Önyargı” yı izledim biraz önce belki de dördüncü beşinci defa. Neredeyse Elizabeth’in ve Bay Darcy’nin bütün repliklerini ezbere bilmeme rağmen… Birbirlerine uzunca bir süre devam eden kabalıklarına, karşılıklı yanlış anlamalarına, birbirlerini suçlamalarına karşılık birbirlerini severler ve nişanlanırlar ama önyargıları bitmez…

“Aslında hiç bir şey iyi ya da kötü değildir, her şey düşünce tarzına göre değişir.” der Shakespare. Düşüncelerimizi oluşturan olgulardan en kolaya kaçanı ve basit olanı yaftalamak ya da önyargılarımızdır. Hepimizde vardır bu önyargılar. Vardır ama bazen bunun ötesine geçer, kürek mahkumları oluruz ön yargılarımızın. Kendi uydurduğumuz masalların uzak şehirlerinde tutsak kalırız. Acabalarımızın arasında bağdaş kuran gelgitlerimiz olur ya da safir mavisi kalıplarımız yer bitirir içimizi…

Nedir bu önyargı? Geçen yıl okuduğum, birey ve davranış kitabını karıştırdım sizin için;

Allport’a göre “Önyargı, hatalı ve esnek olmayan bir genellemeye dayanan antipatidir. Bu hissedilen ya da ifade edilen bir şeydir. Bir gruba ya da bir bireye o grubun üyesi olduğu için yöneltilir. Ya da bir bireye, bir nesneye yönelik bir dizi inanç ve olumsuz beklentilerdir.”

Kalıplaşmış yargılar bilinmeyeni kategorize ederek basitleştirir ve bir yan etki olarak önyargı üretirler. Çünkü kalıp yargılar “aşırı genelleme” dir. Önyargı her zaman bir tutum olmaktan çıkıp davranışa dönüşmez.

Psikanalizcilere göre ön yargı, otoriter ailelerde yetişen çocukların acımasız çocukluk deneyimleriyle ilişkilidir. Gerçekte çocuklukta önyargının, içgüdüsel olarak normal bir gelişim olgusu olduğunu savunurlar. Ama asıl önemli meselenin çocukluktan sonra bu önyargıların nasıl azaltılabileceğidir.

Modern sosyal psikolojiye göre “İnsanın bir gruba “ait olma” ve “kabul görme” kaygılarından kaynaklanan bu duygu, kendi bildiği yaşadığı farkettiği dünyanın dışında kalan ve kendinden farklı olana yönelttiği bir atfetme durumudur.”

Lipmann ise önyargıyı “zihindeki resim” veya “zihinsel bir şema” olarak tanımlar. Yani bu yaklaşım açısından, karşılaştığımız olay ve insanları çocukluğumuzdan beri biriktirir ve zihnimizde birbirleriyle ve bize hissettirdikleriyle etiketler, sonraki hayatımızda karşılaştığımızda kestirme yoldan bir fikir, bir bilgi olarak çağırır ve genelleme yapar, beklentiye gireriz. Bu çocukluk yıllarında avantaj gibi görünse de, ilerki yıllarda önyargılarımızı beslemeye hizmet eder. Bu kalıplaşmış yargılar, mantıksız ve haksız nitelemelere dönüşür.

Çok uzaklarda bir köyde, hamile bir kadın varmış. Çocuğu doğmadan kocası ölmüş. Bir gün dağda yaralı bir gelincik bulmuş, onu eve getirmiş. Evcil bir hayvan olmadığı halde çok uysalmış ve kadının yanından bir an bile ayrılmaz olmuş.

Bir kaç ay sonra çocuk doğmuş. Kadın yalnız yaşadığı için her işe kendi koşuyormuş.

Bir gün kısa bir süre evden ayrılmak zorunda kalmış, bebek ve gelinciği evde yalnız bırakmış.

Bir kaç dakika sonra kadın eve dönmüş ve gelinciğin ağzını kanlar içinde görmüş. Kadıncağız çıldırmışçasına gelinciğe saldırmış ve oracıkta öldürmüş hayvanı.

Tam o sırada içeriden bebeğin ağlama sesini duymuş. Hemen fırlamış odaya…

Önce odadaki beşiği görmüş ve beşiğin içindeki bebeği…

Sonra da bebeğin hemen dibindeki parçalanmış yılanı…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

adem gumus   -  Bağlantı 8 Ekim 2014, 22:15

Mukaddes hanim evet yazilarinizi yakinen takip ediyoruz. guzel bir yazi elinize saglik murepkebiniz bol olsun yzilariniz guzel olsun…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı