REKLAMI GEÇ

TAKLİT- ÜN-EGO ÜÇGENİ

23 Kasım 2015 Pazartesi

Bir zen ustası olan Kasan, ünlü bir soylunun cenaze törenini yönetecekti. Orada durup eyalet valisinin, diğer lordların ve leydilerin gelmesini beklerken, avuçlarının terlemeye başladığını fark etti.

Ertesi gün, öğrencilerini bir araya topladı ve henüz gerçek bir öğretmen olmaya hazır olmadığını itiraf etti. Onlara, dilenci ya da kral olsun, tüm insanların önünde aynı tutumu sürdürmeyi başaramadığını açıkladı. Hala sosyal rollerle ve kavramsal kimliklerle hareket ediyor, insanların eşit olduğunu anlayamıyordu. Kasan oradan ayrıldı ve başka bir ustanın öğrencisi oldu. Sekiz yıl sonra aydınlanmış olarak öğrencilerinin yanına geri döndü.

Osho’nun aktardığı bu hikaye çok güzel. Maalesef toplumun bize tutturduğu rol ve kimliklerle eğitim sistemi ya kendi egomuzu şişirip olduğumuzdan çok görmemizi sağlıyor, ya da başkalarını olduğundan çok görüyoruz. Nasrettin Hoca’nın ” Ye kürküm ye!” fıkrasına konu olan dış görüntüyü Mevlana farklı biçimde anlatmış: ” İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır ama kafalarıyla geçirilir”, “Kendini bil!” diyen Sokrates’ten yüzlerce yıl sonra Einstein benzer bir cevap verir buna karşılık: ” İnsanların başarılarım ve yeteneklerimle ilgili düşündükleriyle, gerçekte kim olduğum ve neler yapabildiğim arasında muazzam bir çelişki var.” Einstein kendini asla kolektif zihnin kendisi için yarattığı imajla tanımlamamış, ölene kadar alçak gönüllülüğünü korumuştu. Bu dünyadaki en büyük sınavımız olan egonun (nefs) ve egosal ilişkilerin 3 baskın durumu var der Osho: “istek, çarpık istek (öfke, kızgınlık, kırgınlık, suçlama, şikayet etme) ve ilgisizlik.

Ego daima bir şey ister ve eğer karşısından alabileceği bir şey olmadığına inanırsa tamamen ilgisiz kalır: sizi umursamaz!”

Tanıdığımız, ünlü, şöhretli birinden söz etmek bizim kendimizi “önemli” ve “değerli” hissetmemizi ve bu şekilde kişisel kimliğimizi oluşturmamızı sağlar. Yani onların varsıllık, bilgi ve ünlerinden nemalanırken, kendi gerçek varlığımızı kolektif imajın gölgesinde yok sayarız ve gözden kaybolmasına neden oluruz. Kendi kimliğimizi onların imajlarıyla güçlendirmek, onların sayesinde kendimizi tanımlamak tamamlamak isteriz. Asında onların kendileriyle hiç mi hiç ilgilenmiyoruzdur bile. Benlik duygumuzu güçlendirmek, kendimizde olmayanı varmış gibi göstermek, üstümüzde olmayan etiketi, sonradan yapıştırılmış gibi dursa da, kırmızı kalemle çerçevelemek isteriz. Olduğumuzdan fazla görünmek isteriz.

Bu onlardan alabileceğimiz bir şeydir, zaten bütün bunlar yoksa görmezden gelir, ilgisiz kalırız. Bir de çarpık istek dediğimiz durum var. Bu da başarıyı yakalamış ya da ünlü ve tanınmış insanları tanımıyor olmamız ya da ortak paylaşımın olmaması, hem egoyu incitir ve öfkelendirir, hem de kıskançlık ve fesatlık içinde, suçlama, şikayet etme, kırgınlık durumu yaşanır ki bu da “meyve veren ağaç taşlanır” la örtüşür.

Son yılların postmodern trendi; şişirilmiş kimlikler ve egosal çılgınlıklar. “kimileri yalnız taklit edebilir sandıklarını överler” ( Horatius).

Aramızdaki farklılıklar çok değerli oysaki. Hiçbirimiz birbirimize benzemeyiz. Her birimiz sandığımızdan daha özel ve zenginiz; Ama sistem bizi her şeyi başkalarından almaya, çalmaya, taklit etmeye özendiriyor. Kendi özlük ve benlik değerlerimizi unutturup, başkalarından yararlanmaya, başkalarını kullanmaya alıştırıyorlar. Hep daha fazlasını daha iyisini istiyoruz artık. Özel hayat ve bilme merakı, çılgınlık seviyesinde. Bir tıklama anında, bilgi ve bilim avucumuzun içinde. Hepsi aşırı, hepsi gereksiz, hepsi bir planın parçası. Artık bir mola zamanı! Sakinleş ve bir mola ver!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 20 Mayıs 2022, 10:53

Kendin olabilmek ne büyük bir armağan!

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı