REKLAMI GEÇ

ZITLIKLAR ÜZERİNE

21 Kasım 2016 Pazartesi

Habil ile Kabil, Tevrat’ta bildirildiğine göre, Adem ile Havva’nın Cennet Bahçesi’nden kovulmalarından sonra dünyaya gelen oğullarıydı. Büyük oğul Kabil toprakla uğraşan bir çiftçi, Habil de bir koyun çobanıydı. Bir gün Tanrı, Kabil ile Habil’den kendisine bir adakta bulunmalarını istedi. Habil, Tanrı’yı mutlu etmek için ne yapabileceğini düşündü düşündü. Sonunda en sevdiği koyunlarından birini kurban etmeye karar verdi. Kabil ise kendi işine yaramayacak, kaybettiğinde hissetmeyeceği şeyi düşünür, sonunda bir kaç meyveyle tahıl sunar. Tanrı Habil’in adağını kabul eder ve ondan hoşnut olur.

Kabil, kardeşini kıskanıp onu öldürür. Tanrı Kabil’e kardeşini sorduğunda: “Bilmiyorum ben kardeşimin bekçisi miyim?” diye cevap verir. Tanrı Kabil’i lanetler, artık o çiftçilik de yapamayacaktır ve hayatının sonuna kadar dünyayı dolaşacaktır. Ayrıca ondan doğan bütün çocuklar birbirlerinin dilini anlayamayacaktır. İşte o gün bugündür, dünya insanları farklı coğrafyalarda farklı dillerde konuşmaya başladılar ve kardeş kardeşin dilini ve ne konuştuğunu anlayamadı. İşte o günden sonra kardeş kardeşin kanını akıtmaya başladı. İşte o gün karanlıkla aydınlığın, iyilikle kötülüğün savaşı başladı. Laotse ” Silah sertliğiyle hiç bir şey kazanmazsın” derken; Hint hükümdarı Ashoka savaşı yasaklıyordu kendi topraklarında. Başka bir yerde, Yunanlı Sophokles en bir sevdiğim Antigone’ye şunları söyletiyordu: ” Birlikte nefret etmek için değil, birlikte sevmek için doğdum ben.” Ama sürekli olarak tarihte şiddeti ve nefreti durdurmayı emreden bu sesler olmasaydı, insanlık çoktan kendi kanında boğulmuş olurdu.

Büyük felaketler, tehditler, tehlikeler içinde bize bir sıcak esinti eşlik eder. Karanlığın içinden aydınlığın doğuşu gibi. Tatlı bir teselli ve hafifleme gelir. Siyahi Amerikalıların eşitliği için savaşan siyahi papaz ve insan hakları savunucusu Martin Luther King gibi. O şiddetsiz direnişi, Gandi ve onun Hindistan’da verdiği özgürlük mücadelesinden öğrendi. Gandi Laotse’den, Buda’dan, İsa’dan öğrendi. Çinliler için Ying ve Yang vardır. Ying dişi ve Yang eril olarak dengeyi sağlarlar. Nefes almak ve nefes vermek, erkek- dişi, sağ el ve sol el gibi. Aydınlık ve karanlık, iyilik- kötülük. Eninde sonunda ikisi birbirini dengeler. Ying olmadan Yang olamaz, çünkü erkek yang tek başına dünyayı umutsuzluğa sürükler; kendini de yıkıma götürür. Bu yüzden Yang, er geç kendini Ying’e karşı dengeler. İsa ise dağ mesajında “Düşmanlarınızı sevin.” diyordu. ” “Birisi sana tokat atarsa, diğer yanağını uzat.” Bu özel titreşimli varlıklar kötüyle iyiliğin savaşında, mutlaka iyiliğin kazanacağını biliyorlardı. Buda’nın görüşü de şöyleydi:” İyiye karşı iyiyim, kötüye karşı da, çünkü iyi olan doğası gereği iyidir.”. Konfüçyüs’de “Kötüye iyilikle karşılık ver” der.

Dünyanın en büyük dinlerinden olan Zerdüştçülüğün kurucusu olan, Zerdüşt’e göre ise: İyiliğin ve kötülüğün aynı kaynaktan çıkması mümkün değildi. Bu yüzden iyiliği Ahura Mazda’ya, kötülüğü Ehriman’a bağladı ve bunlar arasında sürekli bir savaş olduğunu düşündü. Bu savaş elbette iyiliğin kazanması ile sona erecekti. İyilik ve kötülük arasındaki savaş böylece sürüp gidecekti. Erdemli insanlar bu savaşta iyiliğin yanında olmalıydı. İyilikle kötülük, ışıkla karanlık, gökyüzüyle yeryüzü çarpışıyordu. Toplumsal düzen için, insan olmak isteyen her insan nefrete karşı sevginin, savaşa karşı barışın yanında durmalıydı…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Adile ÇAKA   -  Bağlantı 13 Mayıs 2022, 14:10

Çok kıymetli bir yazı,teşekkürler!

muharrem apa   -  Bağlantı 21 Kasım 2016, 13:31

Ne zamanki insanlar iyiliklerini ortaya çıkartırsa o zaman dünya yaşanabilir hale gelicek
Kalemine gönlüne sağlık Mukaddes ablacım çok güzel bir yazı

Can   -  Bağlantı 21 Kasım 2016, 13:15

Hırs gelir güç kabarır, hırs gider yüz kızarır…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı