REKLAMI GEÇ

ARGE-1

9 Haziran 2014 Pazartesi

Ne zamandır bu konuda yazmak istiyordum. Fakat temel demokrasi sorunlarının tartışılmasını engellemek için özellikle yaratılan kutuplaşma ortamı, bütün diğer sorunların da halının altına süpürülmesine yol açtı.  “Neden orta gelir düzeyine sıkışıp kaldık?”, “İhracatımız arttıkça neden fakirleşiyoruz?” gibi temel sorunlarımızı tartışacak ortama bir türlü gelemiyoruz.

2013 yılı sonunda ekonomi ağırlıklı bir gazetenin manşeti şu şekilde idi. “Türkiye 2014 yılında 16’ncı büyük ekonomi olmaya aday”. Bir anda insanın koltukları kabarıyor, “yürüyelim arkadaşlar, kim tutar bizi” diye düşünüyorsunuz.

Ama “durun bakalım nereden nereye gelmişiz” diye sorduğunuzda, hayal kırıklığı yaşamaya mahkumuz. Bu yalanı söyleyenlere, manşetlere taşıyanlara karşı müthiş bir öfke duyuyoruz. Çünkü 1984 yılında 17., 1986’da 16., 1987 yılında 15. sırada olan Türk ekonomisi o zamandan beri bu 3 sıra arasında salınıp duruyormuş. Meğer o büyük ekonomik hamle hikayeleri, ihracat artışı güzellemeleri sadece olduğumuz yeri koruyabilmek için yaratılan gaza getirme propagandasıymış. 1984 yılında bizden küçük olan Güney Kore ekonomisi bu yıl 12. sıraya yükselmiş. Peki büyük ekonomik kalkınma yalanıyla avutulduğumuz bu yıllarda neler olduğunu hatırlıyormusunuz?

Birkaç ana banka dışında sermayesinin büyük kısmı Türklere ait banka kalmadı.  Devlete ait varlıklar büyük oranda tükendi. Halka açık şirket hisselerin %62’si yabancıların elinde. Otomotivde yabancı sermayeli şirketlerin pazar payı yüzde 95, kargo-kuryede yüzde 75, ilaç ve reklamda yüzde 70, temizlik maddeleri sektöründe %70, petrol dağıtımda %50. Bu cümleden sonra bazı tanıdıklarım gözümün önüne geldi. Şimdi kaşların çatıldığını, ensedeki tüyler kabardığını hissediyorum. Hemen geleneksel refleksleri uyanan ülkemizin duyarlı kesimlerine, “sermaye düşmanı pis komünist” triplerine girmeden önce okumaya devam etmesini öneriyorum.

Yabancı sermaye yeni üretim tesislerinin kurulması, yeni teknolojilerin transferi gibi doğrudan yatırımlarla geldiği sürece hepimize katkı sağlar. Ama var olan marka şirketleri ucuza kapatan, ürettiği bütün katma değer zaten ülkemizde kalacak olan hizmet sektörlerini satın alıp tasarrufları yurtdışına transfer eden, finans sektörünü ele geçirip yatırım alanlarını kendi çıkarlarına göre belirleyen yabancı sermayeden bizim durumumuzdaki hiçbir ülke fayda sağlamamıştır. Zaten sesleri kısılmış ekonomistler bu duruma yatırım değil, plasman denmesi gerektiğini söylüyorlar. (Demek ki yıllarca plasman bizlere yatırım olarak yutturulmuş.) Ne yazık ki ülkemiz yıllardır milli çıkarlarına göre ekonomiyi yönetme cesareti gösteren bir iktidara sahip olamadı. Milli kelimesini aklından geçirenin başına ekonomik kriz belası dikildi. İktidar çevreleri uluslararası mali imparatorlukların vesayeti altına sığınırken, günü kurtarma telaşındaki sermaye çevreleri tarafından hararetle desteklendi. Değerleri kendinden menkul ekonomistler bizlere bu süreçlerin gelişmiş ülkelerde böyle olmadığını, yanlış yönetildiğimizi, ekonomik bağımsızlığımızın yok edilmesinin taşlarının döşendiğini hiç anlatmadılar. Bu zaman sürecinde çalışanların payına daha düşük ücretle, daha az sosyal haklarla, daha kötü emeklilik beklentisiyle çalışmak düştü. Herkese, ayni ve nakdi sadaka sistemi ile idare etmesi, geleceği düşünmemesi, dinine sarılması öğütlendi. Eğitim sistemi de bunu destekleyecek bir yapıya dönüştürüldü.

Sonuç 2013 yılında yabancı sermaye girişi 12,6 milyar dolarken, yabancıların yurtdışına kar transferi 13,5 milyar dolar olmuştur.

Şu anda ülkemiz ne kadar üretirse üretsin, ne kadar ihracat yaparsa yapsın, ithalatı ve cari açığı artan, sermayenin karının, çalışanın ücretinin düştüğü bir kısır döngü içindedir. Devlete ait varlıkların, sermaye piyasasının çoğu, krizlerle yabancılara transfer edilmiştir. Küçük sermaye sahipleri, ayakları üzerinde durabilen çiftçi sayısı azalmıştır. Dışarıya reel sektörün döviz cinsinden borcu devletten bile fazladır. Sadece bir krizlik canları kalmıştır. Yeni bir krizle çoğuna borçlu oldukları yabancı bankalar tarafından el konulacaktır. Türkiye’nin herkesin düşük ücretle çalıştığı modern bir çalışma kampı olması olası bir gelecektir. Bu durumdan iyi eğitim görmüş olanlar istisna değildirler. Sadece biraz daha yüksek ücretle çalışan kişiler olacaklardır. Ellerindeki kuruluşları satan sermaye sahipleri ise bir bilemedin iki kuşak bu gelişmelerden uzak kalabilirler. Onların da çocukları ya da torunları bu işgücü ordusuna eninde sonunda katılacaklardır.

Bu kısır döngüden ve karanlık gelecekten bizi kurtaracak, sermayenin ayakları üzerinde sağlam durmasını sağlayacak, çalışanların yüksek katma değerli üretimle refah seviyelerini yükseltecek sihirli bir kelime var “ARGE”. Buna hepimiz inanıyoruz. Ekonomi Bakanımız çıkıp “”Türkiye’nin cari açık problemi yoktur ARGE ve inovasyon problemi vardır” teşhisiyle ekonomiyi bir anda çözüyor. Sanayiciler, sivil toplum kuruluşları ARGE’nin önemi konusunda toplantı ardından toplantı yapıyor. Rektörümüz 2013’ü ARGE yılı ilan ederek koroya katılıyor. Benim de içinde bulunduğum bu kakafoni yıllardır devam ediyor. Peki bu ARGE denen meret niye ortaya çıkmıyor, neden hayatımızı değiştirmiyor?

ARGE, yani araştırma ve geliştirme kelimelerinin kısa söylenişi, uzun bilim tarihinin bugünkü yaşam tarzımıza yansıyan pratik sonucudur. Öğretim üyeliği mesleğim ve rektörlük görevim sırasında ARGE ile ilgilenen birçok kuruluşu ve çalışanlarını tanıma fırsatım oldu. Sanayi, Enerji ve Maliye Bakanlığı, Tubitak ve DPT gibi kurumları en başındaki yöneticisinden en alttaki memuruna kadar tanıdım, nasıl düşündüklerini gördüm. Kendi üniversitemi bölüm-bölüm, kişi-kişi tanıyorum. Üniversitelerdeki araştırma altyapısı ve bütçesini biliyorum. Ülkemizdeki ve dünyadaki diğer üniversiteleri ziyaret ettim, rektörleri ile dertleştim. Denizli ve İstanbul’da birçok sanayici ile tanıştım, sorunlarını ve çözüm önerilerini dinledim. Hatta 2009 yılında Pamukkale Üniversitesi ARGE desteklerinden yararlanma performansına göre Türkiye üçüncüsü olunca Başbakan başkanlığında toplanan Türkiye Yüksek Bilim Konseyi Toplantısına davet edildim. Oradaki liderliği, yönetim modelini ve stratejiyi gördüm.

Benim vardığım sonuç bugüne kadar yapılan hiçbir şeyin bizi özlediğimiz hedefe ulaştırmayacağıdır.

ARGE yapılması için farklı bir liderlik, güçlü bir üniversite ve sanayi geleneği, iyi yetişmiş işgücü, sorunsuz bir mali kaynak ve insanların kendilerini güvende hissedeceği bir özgürlük ortamı gerekmektedir.

Bunların hepsini bir sonraki yazımda açacağım.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı