REKLAMI GEÇ

ARGE-4: (Araştırmacılar)

1 Temmuz 2014 Salı

Uzun süredir devam eden ARGE yazılarımda bugün en önemli faktörü, yani insan kaynağını ele alıp gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2012 yılında her on bin kişiye 33 araştırmacı düşüyor. Yani nüfusumuza göre hesaplarsak 247.500 araştırmacımız var. Denizli’nin il nüfusunu 1.000.000 kabul etsek, ilimizde 3300 araştırmacı olması gerekiyor. Peki nerede bu insanlar? Çoğu üniversitede, az bir kısmı teknopark şirketlerinde, daha az bir kısmı da ARGE bölümü olan fabrikalarda olmalı. Ama üretilene bakarsanız bu kadar kişi yok. Bu istatistiki rakamlar her doktora yapanın araştırmacı olduğu, üniversitede çalışan herkesin ARGE elemanı sayılabileceği, şirketlerde ARGE teşviki ile çalışan herkesin araştırmacı olduğu önkabulüne dayanmaktadır. Ne yazık ki gerçek bu değil. İki temel gerçek var.

Birincisi, araştırmacılık bir kişilik özelliğidir. Küçük yaşlarda eğitim sistemi ile çocuklara kazandırılabilir. İlkokul öğrencileri sorgulamaya, okumaya, deney yapmaya, itiraz etmeye yönlendirilirse ve yaptıkları dikkatle denetlenip geri bildirim verilirse, araştırma ruhu kazandırılabilir. Bugün içinde olduğumuz yarışmacı kültür, ekip halinde çalışmayı yok etmiştir.Birlikte, takım halinde, tek bir hedef için çalışmak, çocuklarımızın bilmediği bir yöntemdir. Baskılayıcı, hayal gücünü yok eden, ezbere dayanan eğitim sistemi ile araştırmacı yetişmez, bir zamanlar bir bakanımızın da söylediği gibi teknisyen yetişir.Bugün ARGE personeli dediğimiz kişiler bu sistemle yetişmişlerdir. Bu yüzden araştırma refleksine sahip değillerdir, ancak çok planlı bir yönlendirme ile araştırma yapmaları mümkün olabilir. Yani ARGE istiyorsak ilkokuldan başlayarak bütün eğitim sistemimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir.

İkincisi, günümüzde ARGE personeli sayılan kişilerin durumudur.Üniversitelerde birçok alanda doktora yapmış öğretim elemanları vardır. Bunların bir kısmı mesleklerini bilinçli olarak seçmiş, bir kısmını da kader buraya sürüklemiştir. Doktora eğitimleri sırasında temel araştırma tekniklerini öğrenirler ve araştırma yaparak tezlerini hazırlarlar. İşte bu noktada aslında herkesin bildiği, ama gözlerden kaçırılan önemli bir ayrıntı vardır. Nerede, kimin yanında doktora yaptığın çok önemlidir. Yetişen öğrenci çoğunlukla hocasının yolunu izler. Yani hoca ne kadar araştırmacı ise öğrenci de o kadar araştırmacı olur.

Üniversite sayılarının çok hızlı yükseldiği 1990 dönemi sonrası, hocaların kalitesinde ve üniversite geleneklerinde büyük bir bozulma meydana gelmiştir.Hızla kadroları doldurmak amacıyla, yeterli olgunluğa erişmemiş bir sürü genç yetkiyle donatılmış, milyonlarca dolar ödenerek binlerce insan yabancı ülkelere gönderilmiş ve hepsi,iyi bir üniversitede olgunlaşmak yerine, en verimli çağlarında bir masa ve sandalyeden ibaret üniversitelerde çürümeye terk edilmişlerdir. Bunun sonucunda araştırma yapması, toplumu aydınlatması, yeni gençleri eğitmesi beklenen fakat gelenekleri oturmamış, altyapısı eksik, hocaları tecrübesiz bir sürü kurum doğmuştur. Bu kurumların hiçbiri üniversite olgunluğuna erişememiştir. Bu gelişmemiş üniversitelerde hocalar kendilerini devlet memuru sanmakta, yöneticilerde onlara öyle davranmaktadır.Tepeden inme bir yönetim oluşturma, her söylenene boyun eğme, olanakların yetkili kişi tarafından dağıtılması, özlük hakları ile tehdit gibi bir davranış modeli oluşmuş, itiraz etmemeye, kendi işine bakmaya, yöneticilik görevine değer vermeye dayanan ucube bir üniversite kültürü geliştirilmiştir. Üniversitede çalışanların, neden devlet memurları yasası(657) ile üniversite yasasının(2547) birbirinden ayrı olduğunu düşünmesi ve buna göre davranma bilincine erişmesi gerekmektedir. Bütün bunların üzerine siyasetin kontrol etme arzusuyla üniversitelere yaptığı müdahaleler bu olgunluğa erişme tarihini daha da uzak bir geleceğe atmaktadır.  İşte bu üniversitelerde açılan doktora programları çoğunlukla istenen kalitede değildir ve buradan yetişen kişilerde aranan ARGE elemanı değildir.

Sanayi kuruluşları ve Teknopark’larda çalışanların çoğu ise üretim geliştirme üzerinde çalışmaktadır. Gerçek ARGE’ye ayırabilecek ne zamanları ne de olanakları vardır. Bir sanayi kuruluşunun gerçek bir ARGE ünitesi kurabilmesi için uzun soluklu yatırım gerekir ki bunu altından ancak büyük ölçekli uluslararası sanayi kuruluşları kalkabilmektedir.Temel teknoloji geliştirme yatırımları(yazılım hariç) şirketlerin boyunu aşabilecek projelerdir. İşte bu noktada tekrar üniversitelere dönmek gerekiyor.

Yeni kurulan üniversitelerde yetersiz doktora programlarının kaliteli insan yetiştiremediğini söylemiştim. Buna bir de ülkemizde son yıllarda doruğa ulaşan temel bilimleri küçümseme düşüncesini de eklemek gerekir. Temel teknolojiler fizik, kimya, matematik, biyoloji alanlarının katkısı olmadan geliştirilemez. Gerçek ARGE personeli bu alanların üzerine uygulamalı doktora yapanlardan çıkacaktır. Fakat bu alanlar günümüzde üniversite sınavlarında en düşük puanlarla öğrenci alan bölümlerdir. Yani insan varlığımızın en düşük performanslı kısmını ülkemizin geleceği için en kritik alanlara yönlendirmekteyiz. Bunun nedeni devletimizin üniversite personeline reva gördüğü çalışma ve ücret politikasıdır. Ülkemizde bir üniversite hocası düzgün yaşam koşullarında yaşayabilmesi için sabah 8:00 akşam 22:00 ders anlatmakla elde edeceğiek ders ücreti gelirlerine muhtaçtır. Araştırmaya ayıracak zamanı yoktur.Şu anda üniversite hocalarının maaşları İran’ın bile gerisinde kalmıştır.

ARGE konusunda gelişmiş ülkeler, en zeki öğrencileri burslarla ve düzgün maaşlarla temel bölümlere yönlendirirler. Doktora yapmaya, araştırma merkezlerinde kalmaya teşvik ederler. Patent haklarından paylar verirler. Bu da yetmez başka ülkelerin beyinlerini çalarak onların yanında istihdam ederler. Bu şekilde yarattıkları çok kültürlü, çok dilli üniversite araştırma merkezleri temel teknolojilerin gelişmesini sağlar. Buradan gelişen tek bir teknoloji bütün bir sektörü arkasından sürükleyecek güce sahiptir.

Bu 4 yazının sonucu ülkemizin, liderlik, bütçe, kurumlar ve insan yetiştirme açısından sınıfta kaldığıdır. Üstelik bu yolda bir gelişmenin olacağını gösteren, araştırmacıya önem verme, üniversiteye saygı gösterme, çok kültürlülüğü teşvik etme, yarışmacı değil yaratıcı bir ilköğretim sistemi kurma iradesi de ufukta görülmemektedir. İster bakan, ister milletvekili, ister sanayici, ister rektör kim feryat ederse etsin bu zihniyet değişmediği sürece, ülkemizde sistematik bir ARGE kültürü olmaz. Sadecebireysel başarı hikayelerini dinleriz. Zaten Başbakanımız da bunu anlamış olacak ki bütün hayallerini müteahhitlik projeleri üzerine kurmakta ve bunu toplumumuza gelişmişlik alameti olarak pazarlamaktadır. Fakat bu yolun bizi götüreceği durum,ipotekli evine ithal seramik döşeten, kredi ile aldığı son model arabalarla gezen, boğazına kadar borca batmışmirasyedinin düştüğü durumdan farklı olmayacaktır.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı