REKLAMI GEÇ

Ortadoğu’nun Kaderi

23 Temmuz 2014 Çarşamba

İsrail’in kendini savunma refleksi olarak açıklanamayacak şiddetle önce bombalayarak daha sonra kara harekatı ile yarattığı katliam, vicdanı olan herkesin yüreğinde derin bir yara açtı. Basın ve sosyal medya feryatlardan yıkılıyor. Paylaşılan fotoğrafları gördükçe içimiz kan ağlıyor. Tepki olarak kimi intikam çığlıkları atıyor, kimi antisemitist yazılar döşeniyor. Sanki karşı taraftan da siviller öldürülürse olay çözülecekmiş veya olayın sorumlusu bütün bir ırkmış gibi. Bazıları hükümeti/orduyu harekete geçmeye çağırıyor. Ülkesinde ayrılıkçı güçlerin fiilen bağımsızlığını ilan ettiği bölgelere hakim olamayan, kırk gündür 49 resmi görevlisini, ailelerini ve sivil vatandaşlarını rehin tutan örgütten kurtaramayan bir hükümet/ordunun nesine güvendiğini anlamak mümkün değil. Uluslararası itibarı kalmamış, ordusunun gücü iğdiş edilmiş, dış borca bağımlı bir ithalat ekonomisi kurmuş bir ülke ancak yas tutabilir. Zaten 3 gün onu yapacağız. Nerede 1975 yılında Amerikan savunma anlaşmalarını fesh eden cesur Türkiye(üslerin kapatılması), nerede daha NATO’ya bile devredilmemiş radar üssünü ağzına alamayan pısırık Türkiye(Malatya radar üssü).

Madem devletimiz bu konuda bir şey yapamıyor, bize düşen şey savaş çığlıkları atmak değil. Uluslararası itibarı olan örgütleri,  insanları harekete geçirerek, öncelikle ateşkesin ilanının, ardından yapılanların bağımsız gözlemciler tarafından kayıt altına alınmasının sağlanmasıdır. Ondan sonra sivil, resmi her platformda bu delillere dayanarak, öldürülen çocukların, kadınların, tüm sivillerin hesabı uluslararası hukuk çerçevesinde sorulana dek gündemde tutulmalıdır. Tıpkı 2. Dünya savaşı, Bosna savaşı suçlularının yargılandığı gibi. Gerekirse tek tek değişik ülkelerde ulusal mahkemelerde davalar açılmalı, kamuoyunun hükümetlerine baskı yapması sağlanmalıdır. İspanya’da Pinochet davası gibi.

Aylardır içinde bulunduğumuz coğrafyadan katliam haberleri geliyor. Ölenlerin sayısı on binleri geçti. Ülkesini seven, insanlara değer veren, okuyan, siyasete ilgi duyan herkes çevremizdeki sorunların çözümüne kafa yormuş, tartışmalara katılmıştır. Fakat bu kaosun içinden nasıl çıkılacağı konusunda değil bir sonuca varılması, kimin kimi boğazladığını, kimin kimi tuttuğunu, kimin neyi savunduğunu bilmek bile normal bir vatandaş için mümkün değil.

Wikipedia’da terör örgütü olarak arama yaptığınızda şu anda çeşitli ülkeler tarafından terör örgütü ilan edilmiş 135 örgütlük bir liste karşınıza çıkıyor. Bu örgütlerin %80’ni bizim coğrafyamızda kurulmuş. Tek tek bakıldığında tarihçenin neredeyse 100 yıla yakın olduğu görülüyor. İttifaklar, düşmanlıklar, destekleyen ülkeler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, dinler, mezhepler, kabileler, tarikatlar, aşiretler, bölgeler tam bir örümcek ağı. Üstelik bunların hiçbiri sabit değil, tarih içinde birbirleri ile ilişkileri hızla değişiyor. Hepsinin iddiası en meşru olanın kendisi olduğu. Çoğu kendini bir kutsal kitaba dayandırıyor. Bizler de bütün bu karmaşadan insanların huzur içinde yaşayacağı bir barış çıkmasını bekliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri Ortadoğu’da meşru yönetimleri muhatap alan, iç işlerine karışmayan, aralarındaki sorunlarda fazla yorum yapmadan eşit mesafede uzak duran, arabulucuk rolünü kabul eden, başkalarının davalarının esiri olmayan, kendi çıkarları olduğunda şahinleşen (Kıbrıs harekatı, kuzey ırak operasyonları, Suriye’yi tehdit…) mezhepler ve dinler üzeri bir politika izledi. Kimileri bu politikayı pısırıklık olarak değerlendirdi ve yeni bir yol çizdi. Ortadoğu’da olan her olaya heyecanla dalmak, taraf tutmak, silah veya para yardımı yapmak, krallarla, diktatörlerle kişisel dostluklar kurmak, şeyhlerle ticari ortaklıklar yapmak, kamuoyu önünde hamasi nutuklar atmak, sömürgeci ülkelerle bende pay isterim pazarlığına girmek, onların politikalarına taşeron eş başkanlık yapmak etkili dış politika olarak sunuldu. Sonuç: Lafı dinlenmeyen, bazı ülkeler tarafından düşman kabul edilen, Katar’la birlikte Sünni terör örgütlerine para ve silah yardımı yapan, ordusu hareketsiz, ABD’nin oyuncağı bir ülke görüntüsü.

Bu coğrafyanın, halkın demokratik gücüne dayanan, laik, hukuk devletleri kurulmadan, sosyal adalet sağlanmadan,  mezhep odaklı eğitimden, şeyhlere, ağalara dayanan mikro milliyetçilikten kurtulmadan huzura kavuşması imkansız. Bu şartların oluşumu ise ancak ülkelerin iç dinamiklerinin değişimi ile gerçekleşebilir, dışarıdan zorlama ile olması mümkün görünmüyor. Hele etkin politika adı altında eski emperyal söylemleri gündeme getirmek, insanlara hakaret etmek gibi bir şey.

Her ne kadar bu zalim coğrafyada ölen her masum için içim acısa da, ülkemizin enerjisini, parasını ve insan kaynağını bu kaos içinde harcamanın bir yararı olmadığına inanıyorum. Çoğunluğu Müslüman olan bütün mazlum insanların örnek alacağı bir ülke, bir umut ışığı yaratmak kanımca daha doğru bir politika olacaktır. İnsanların özgürce fikirlerini ifade edebildiği, dinin, dilin, ırkın ayrım vesilesi yapılmadığı, mülkiyet hakkının önemsendiği, ekonominin adil kurallara göre işlediği, sosyal adaletin olduğu, yolsuzluğa karşı ortak mücadele edilen, çevre ve tarihe duyarlılığın geliştiği, eğitimde fırsat eşitliği olan, laik bir hukuk devleti oluşturmak.

Ama benim umudum hem Ortadoğu halkları hem de bizim için giderek zayıflıyor. Çünkü uzun süredir bütün saydığım şartlarda, değil örnek oluşturmak, geri gidişin yaşandığı bu ülkede hepimiz şu anda haberlerde izlediğimiz mazlum milletlerin kaderini paylaşma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.

Bu hafta sonu bayram.

Hepinizin Ramazan/Şeker Bayramını kutluyor, umudumuzun yok olmayacağı günler diliyorum.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

ismail akbay   -  Bağlantı 30 Temmuz 2014, 21:48

Ağzına, bedenine sağlık hocam.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı