REKLAMI GEÇ

Ulusların Düşüşü

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir süredir kendi alanımdaki işlerimin yoğunluğu nedeniyle yazamıyorum. Zaten akla ziyan olayların tekrarlandığı, hayasız bir umursamazlığın yayıldığı, bencilliğin makbul hale geldiği bu ortamda yazılarım öfkeli bir umutsuzluğu yansıtmaya başlamıştı. Seçimlerin de yaklaşması nedeniyle ülkemizin geleceği ve sorunlarımız üzerine yazanlar, konuşanlar arttı. Bu sürede yokluğum hissedilmemiştir.

Tıp alanında konuşmalarımı, makalelerimi, projelerimi hazırlamak, yeni bir şeyler yapmak, dünya bilim arenasında tartışmalara katılmak pozitif enerji ile dolmamı sağladı. Tabi bu arada ülke sorunları konusunda da boş duramadım. D. Acemoğlu ile J.A.Robinson’ın yazdığı “Ulusların Düşüşü” kitabını okuma fırsatı buldum. Seçimin yarattığı sıcak siyasi atmosferdeki vaatleri ve bizi bekleyenleri okuduklarımın ışığında tekrar düşündüm.

Kitap neden bazı ulusların yükseldiğini ve neden bazı ulusların düştüğünü inceliyor. Ulus kelimesi devlet anlamında kullanılmış, bu yüzden belli bir etnisite incelenmemiş. Bugüne kadar birçok hipotez ileri sürülmüş; Coğrafya, kültür, eğitim gibi. Mesela avantajlı bir coğrafi konumdaysa, kültürü gelişmeye açıksa veya eğitime önem veriyorsa ulusların yükselmesi için avantaj kabul edilmiş. Acemoğlu ve Robinson bütün bu hipotezlerin yanlış olduğunu değişik örneklerle açıklıyor ve kendi hipotezlerini ileri sürüyorlar: “Yükselmeyi ve düşüşü devletin kapsayıcı veya sömürücü kurumlardan oluşması belirler.”

Eğer bir devlet, ideolojisi ne olursa olsun, bireyin önünü açan, mülkiyet hakkını korumasını sağlayan, fırsat eşitliği yaratan, kendini geliştirme isteğini destekleyen kurumlardan müteşekkilse o devlet yükseliyor.

Eğer bir devlet, ideolojisi ne olursa olsun, belli bir zümreyi korumak için yapılandıysa, mülkiyet hakları sıkıntılıysa, adalet sağlanamıyorsa, gelir bir gruptan başka bir gruba transfer ediliyorsa, ilerlemek için fırsat eşitliği yoksa o devlet düşüyor.

Ve bu ayrımın ne güç kullanarak, ne kültürel yapıyla, ne coğrafyanın verdiği fırsatlara göre değiştiğini, yalnızca o devlette yaşayanların rızasına bağlı olarak geliştiğini ileri sürüyorlar. Yani kendi önlerinin açılmasını sağlayan baskıyı yaratan da halk, kendi sömürülmesine yol açan kurumlara rıza gösteren de halk!

Dünyanın her tarafından çeşitli örnekleri hipotezlerini desteklemek için kullanmışlar. Hatta kitaptan ilginç bir anektod; Ortadoğu’da geri kalmışlık çilesini islamiyete veya arap kültürüne değil Osmanlı İmparatorluğu’nun bıraktığı bireyi sömüren kurumsal mirasa bağlıyorlar. Bu düşünceleri, aynı zamanda Cumhuriyet döneminde kurulan kurumların Türkiye’yi nasıl bölge ülkelerinden farklı bir noktaya taşıdığını da açıklıyor. Tabi günümüzde Osmanlı özentilerinin bizi nereye doğru sürüklediklerini de gösteriyor.

Günlük siyasette muhalefet ekonomik vaatlerle bastırırken, iktidar bir yandan ben de aynısını yaparım derken tartışmayı imam hatip, başörtüsü gibi konulara çekmeye çalışıyor. Seçimler bir futbol maçı değil, seçmenler takım taraftarları gibi ne olursa olsun partilerini tutmak zorunda da değiller. Büyük bir kitle, günlük vaatlerin veya dini söylemlerin etkisiyle oy kullanabilir, bu normaldir. Ama ekonomik söylemlerden etkilenmeyen, dünyayı bilen, çocukların geleceğine, ülkenin gelişmesine ve halkın güçlü temsiline önem veren kritik seçmenin kararı çok önemli. Seçim kampanyalarında ısrarla gözden kaçırılan soruların cevabı; ulusumuzun yükselişini veya düşüşünü belirleyecek.

Türkiye’de adalet herkes için var mı?

Türkiye’de zengin fakir herkes için eğitim fırsatları eşit mi?

Türkiye’de ekonomik çıkarlar herkese adil olarak pay ediliyor mu?

Türkiye’de mülkiyet güvence altında mı?

Sorular çok mu soyut geldi, sosyal bilimler dersine mi benziyor? O zaman biraz daha netleştirelim.

Mesela adalet konusu!

Neyle suçlandığını bilmeden 5 sene hapiste kalmak adil midir?

Ayakkabı kutularını, para kasalarını, sıfırlama tapelerini açıklamadan binlerce hakim, savcı, polisi görevden almak devlet yapısına uygun mudur?

Bütün bu kişileri bulundukları mevkilere getirirken kayırmak, binlerce kişinin hakkını yemek personel rejimine dahil midir?

Devletle bir sorununuz olduğunda mahkemeye başvurmayı tercih eder misiniz?

Mesela ekonomi!

Devlete olan vergi borçlarının herkesten aynı şekilde toplandığını düşünüyor musunuz?

Şehrinizdeki fabrikalar her geçen gün neden daha az işçiye, daha az para ödeyerek çalışmak zorunda biliyor musunuz?

Şans eseri arsanızın değeri artarsa, bu artık kazancın size bırakılacağından emin misiniz?

Bir fikri eser ürettiğinizde(kitap, müzik, patent, proje…) kopyalanıp çalınmayacağından emin misiniz?

Yerel veya genel bir ihaleye girdiğinizde sonucun hakkaniyetli olduğuna inanıyor musunuz?

Aklınıza bir iş fikri geldiğinde yerel veya merkezi devlet kurumlarının kişileri ayırt etmeden destekleyeceğini düşünüyor musunuz?

Ya da eğitim!

Fakir bir çocuğun yeteneği oranında devletin desteği ile(tarikatın değil) en üst eğitim seviyesine ulaşabilme şansı var mı?

Üniversiteye giden çocuğunuzun dünyanın her ülkesinde mesleğini sürdürebilecek eğitim kalitesine kavuştuğuna inanıyor musunuz?

Ülkemizde adalet, eğitim, ekonomi kurumları kapsayıcı mı yoksa sömürücü mü olacak önümüzde bizi bekleyen soru bu.

Türkiye düşecekse de yükselecekse de bizim kararımızla olacak!

İyi düşünün.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı