REKLAMI GEÇ

AK PARTİ’YE YÜZDE 50+1 TAVSİYESİ

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Uyarıyorum!..

Alışılmış bir Sedat Kurt yazısından bir hayli uzundur!..
İşte bu nedenle ‘gerçekten anlamak niyetiyle’ okumayacaksan,
boşu boşuna vaktini harcama kardeşim!..

Keza ön yargıyla okursan sonunu getiremezsin
ve fakat iyi niyetle okursan bir çırpılık!..
***
Anayasa Referandumu yüzde 51 küsur ile geçti…

2019’da Erdoğan Cumhurbaşkanı olabilmek için ilk turda yüzde 50+1 almalı, meclis ayağında sıkıntı yaşamamak adına da AK Parti oy oranını yüzde 45’ler düzeyinde tutmalı…

Sayın Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz günlerde de bunu net bir dille teşkilatına hedef olarak gösterdi.

Dolayısıyla bu durum doğrudan beni ilgilendiriyor…

İlgilendiriyor çünkü o yüzde 50’ye ‘+1 şeklinde’ ilave olacak seçmen benim…

Sandığa gidip düzenli olarak oy kullanan ve fakat şu ana kadar AK Parti’ye ya da Erdoğan’a oy vermeyen ben…

“Bilader böyle açık yazılmaz ki” deme kardeşim…

Ben empati yap diye yazıyorum çünkü bunu, hani gerçekten derdin AK Parti’nin ve Sayın Erdoğan’ın oylarını arttıracak +1’lere dokunmaksa…

Bana dokunmanın farklı yöntemleri var tabi

Takdiri ilahi ölüm olmadıktan sonra cezaevine de düşsem oy kullanma hakkım olduğundan, başkaca bir yöntem bulamazsan, sana oy vermem çünkü.

Ya da bir seçmen olarak beni ikna etme yöntemini tercih etmeyi düşünüyorsan, hemen eline kağıt kalem al, keza tarifini veriyorum;

Sade bir T.C. vatandaşı ve veya sıradan bir seçmen olarak 2019 seçimlerinde sandıkta tercihimin AK Parti ve veya Sayın Erdoğan’dan yana olması imkansız değil…
Hatta çok zor da değil!..

Evet evet yanlış duymadın!…

5 genel seçim,
3 yerel seçim
2 referandum
2 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti’ye ve veya Erdoğan’a oy vermeyen birinden nasıl oy alınır, hemen, şuracıkta söyleyeyim…

Dev yollar, köprüler, barajlar vesaireler yapabilirsin…
Başım üstüne…

Parklar, çiçekli refüjler, battı çıktılar, köprülü kavşaklar da fevkaladenin fevkinde…

Ne yalan söyleyeyim ‘van münit’ bile, hele hele İsrail gibi şımarık bir ülkeye karşı yapılıyorsa acayip ruhumu okşayabilir!..

Ve fakat, yarısı sensen bu ülkenin, diğer yarısını oluşturan da benim ve benim de tercihlerim var, yaşam tarzım, değerlerim, algılarım, kişisel ve veya toplumsal zevklerim, beklentilerim, hayallerim, kaygılarım, ki bunu asla ve asla görmezden gelemezsin!..

Örneğin ben Kemalistim!..

Ve bir Kemalist olarak şunları açık açık sıralayayım!..

Bu ülkeyi küllerinden yeniden doğurup, yeni bir devlet kuran zihniyet, ruh, mantalite, tek başına 1923-1950 arasında iktidarda mıydı?
Evet!…

Peki kaç hükümet kuruldu o tarihten bu yana?
65!..

Kaç yıl geçti?
94!..

Sözüm ona Kemalistler bu ülkeyi tek başına kaç yıl idare etti?
31!..

Kaç hükümetle?
23!..

Hem de bunun 27 yılı 1950’den önce olmak üzere!..

Peki koalisyonlar?

94 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez tek başına iktidarı Demokrat Parti’ye kaptırdığı 1950’den bu yana kadar, 4 yıllık CHP iktidarının dışında

1974’te 10 ay
1977’de 1 ay
1978-1979 aralığında 2 yıl
1999-2002 aralığında 3 yıl olmak üzere
7 yıl koalisyon ortaklığı ve veya azınlık hükümetinin başı olarak Başbakanlık koltuğunda oturdu Kemalistler!..

49, 50, 52 ve 55. Hükümetlerde ancak koalisyon ortağı olabildiler!..

Bir Kemalist ve doğal olarak ortanın solunda durduğunu düşünen sıradan bir seçmen gözüyle, dolayısıyla bu ülkeyi çok uzun yıllardır sağ siyasetin yönettiğini düşünen,

1970’lerden sonra bürokrasiyi ve aslında başlı başına devleti ülkücü tandanslı bürokratların yönlendirdiğini, 2003’den bu yana da yerini kademeli olarak önce muhafazakar sağ, ardından FETÖ kadrolarına bıraktığını gören, gözleyen ve veya öyle zanneden,

1950’den sonra NATO eliyle, bizzat planlı programlı bir şekilde dış güçlerin ve içerdeki işbirlikçilerinin ülkeyi sürekli olarak bir kaos ortamı ve ardından gelen darbe gibi iğrenç, sıkıntılı süreçlere sürüklediği görüşünde olan,

Her kaosun, her kanlı sürecin bu ülkenin sağcısı solcusu, Kemalist düşünceye sahibi, belki de bugünün yüzlerce, binlerce dehasını, yöneticisini, siyasetçisini bilinçli bir şekilde katlettiği çıkarımına sahip,

Özellikle 2005’lerden sonra “birader bak, bu cemaatçileri her yere yerleştiriyorsunuz. Yanlış!” diye düşünmekle kalmayıp, her seferinde haykırmış olmasına rağmen sesi duyulmayan,

Ergenekon’da,
Balyoz’da,
Şunda bunda olup bitenleri görüp, bu konuda tüm uyarıları, çırpınışları, yakarışları dikkate alınmayan,

İsmet İnönü’yü bile Kemalizm’e ihanet etmiş, bu ülkenin geleceğini kişisel ihtirasları ve yanlışları yüzünden karatmakla suçlayan,

“Hani şu köy enstitülerine kapatan, Amerika’nın Marshall yardımlarının zeminini hazırlayan, bugün Türkiye’nin çok sayıda işbirliği anlaşmaları yaptığı, Rusya’nın o günkü adıyla Sovyetler Birliği’ni Türkiye’nin en büyük düşmanı, ‘cambaza bak’ dermiş gibi hiçbir zaman bu ülkede hakimiyeti ele geçiremeyecek komünizmi Türkiye’nin en büyük tehdidi olarak gösteren İsmet İnönü’den bahsediyorum”

Dolayısıyla gerçek anlamda Kemalizm’in 11 Kasım 1938’de bu ülkedeki hükmünün bittiğine inanan,

Ailesinde, çevresinde, geçmişinde başı örtülü, hacı, hoca, dindar, aşırı dindar, kendince Müslüman kadınlı erkekli bir yığın insanla sen-ben kavgası yapmamış,

Ta ki 2002’ye kadar laik-anti laik ayrımını bir sade vatandaş olarak takmamış,

Ve dolayısıyla anti-laik tutumu nedeniyle haksızlığa uğrayan, kısıtlanan insanların yaşamına ilişkin 1977 model bir adam olarak hiçbir şekilde hiçbir karar süreci ve karar mekanizmasında görev almamış,

Bir türbanlıyı yanında bir erkekle gördüğünde direk ‘Noluyoruz hoooop” diye ahlak polisi kesilip bırak müdahale etmeyi, yadırgamayı, bu sapkınlığı, özgürlük kısıtlamasını aklının ucundan bile geçirmemiş,

Bir zamanlar arkadaşlarıyla teravilere, babasıyla bayram namazlarına giden,

Bu Anadolulu haliyle komünistlerin faşist, azıcık mütedeyyin tiplerin komünist olarak gördüğü,

Akşam Ana Haber bültenlerinde siyasetçilerin, ardından açık oturumlarda sözüm ona uzmanların Atatürk’e ve bu ülkenin ‘kendimce’ değerlerine hakaret etme yarışına girmesinden son derece rahatsız olan,

Buna göz yumulmasından,

Siyasette koltuk uğruna,
özel sektörde rant,
bürokraside mevki kapacağım diye
Atatürk’e,
Cumhuriyetin değerlerine,
yüzde yüz Türk,
yüzde yüz yerli
23 Nisan’a
29 Ekim’e
19 Mayıs’a
30 Ağustos’a
Kurtuluş Savaşı’na
Çanakkale’ye
O ruhun oluşturduğu bütün kurumlara,
yapılara,
değerlere
hayasızca saldıranların şımartılmasından nefret eden,

Atatürk’ü körü körüne savunanları cahillikle suçlayan,

CHP’yi hizipçi, dönüp dolaşıp kendi kendine kavga eden bir parti olarak gören,

Bu ülkede gerçekten iyi niyetle çok büyük işlerin başarılacağı yanlışına her daim düşen ve hala ona inanmaya çalışan bir
Kemalistim ben!..
Buyum yani hepi topu…

Örneğin 15 Temmuz gecesi…

Ben mesela çalışma arkadaşlarımla birlikte ilk andan itibaren bu işin bir kalkışma olduğunu anlatmaya çalışırken, sabaha kellemizi alırlar mı diye korkmadık mesela!..

Sana oy verdiğimiz için mi?
Hayır!..

Senin için mi?
Hayır!..

Ama o an yaşamın iki farklı ucunda duran insanlar n’apıyordu?
Aynı pencereden bakıyordu!..

Vatan!..

‘Gerisi teferruatta’ bile olsa o an aynı alanda, omuz omuza mıydık?
Evet!..

Peki ya sonra!..

FETÖ/PDY operasyonları, soruşturmalar, dosyalar, davalar!..

Bu yapının hızla ve tümüyle bu ülkenin her zerresinden kazınması lazım mı?
Evet!
Her ne pahasına olursa olsun Evet!..

Ama neyle?
Devlet olmanın hassasiyeti, sorumluluğu ve bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak koşulsuz iyi niyetle!..

Elbette ki böylesine büyük bir operasyonda ister istemez mağduriyetler oluşabilir!..

Ama bunları giderme yolunda bir adım atılmazsa ben onu sorgularım!..

Örneğin Sözcü’ye FETÖ suçlaması yapılırsa ben onu sorgularım!..

Dillendirmek bir vatandaş olarak haddim mi?
Bir gazeteci olarak hakkım mı?
Bilemem!..
Ama dillendirmesem bile beynimi susturamazsın,
Ben onu sorgularım!..

Ben, herkese, her şeye el uzatılmışken, bu eller siyasetçiye dokunmuyorsa sorgularım!..

Ben, açıklamasını dört gözle beklediğim 15 Temmuz Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı’nın dosyada olmamasına rağmen, eline aldığı neyi düğü belirsiz bir belgeyle, 1960’lara uzanarak FETÖ ile CHP’nin arasında bağ kurmaya yönelik anlamsız, yersiz, saçma çıkışını sorgularım!..

Ben adı İnönü iken, Atatürk iken daha bundan birkaç yıl önce ‘BilmemneArena’ya çevrilmiş ve bizzat sizler tarafından şaşalı törenlerle açılışı yapılmış stadyumlara ‘Neden Arena? Talimat verdim. Bakanım bu işe el atacak. Ben arenaya karşıyım” çıkışını sorgularım!..

“Bu yapboza ne gerek var, neden önce karşı çıkmadınız” sorusunun beynimde oluşmasına engel olamamam!..

Referandumda “Evet çıkarsa terör bitecek!. Analar ağlamayacak” diyen yetkili ağızlar acaba bu ülkenin kanayan yarası üzerinden siyaset mi yapıyor diye sorgularım!..

Referandum günü Yüksek Seçim Kurulu, hem de saat 17.00’de mühürsüz oyların geçerli sayılacağına dair açıklama yapınca ‘Hayır’cı partiler kıyametleri koparırken, “Evet”çilerin ‘Bu durum referandumun inanırlığını, güvenilirliliğini şaibe altında bırakır. Dur ben gerçekleri açıklayayım” iyi niyetiyle konuşmak yerine lal olmasını, görmezden gelmesini ister istemez sorgularım!..

Yüz binlerce kamu çalışanı bir şekilde OHAL sürecinde mesleklerinden atılıyor, ihraç ediliyorken yalnız ben değil hatta AK Partililerin bile “Kardeşim bu adam kesin FETÖ’cü” dediği birileri hala aynı koltukta oturuyor, hatta yeni yeni görevlere getiriliyorsa, bilmeden ya da gözden kaçırarak, şaibedir, ben onu sorgularım!..

Ben oy vermemiş olmama rağmen AK Partili bir siyasetçiye, seçilmişe veya bu iktidarın atanmışına eğer kentim ve veya ülkem için faydalı, güzel, dişe dokunur bir fikrim, projem, aklım, düşüncem varsa gün içinde ya da vakitsizce, yüz yüze ya da telefonla “Abi bak böyle bir şey var buna da bir bakın, bu proje güzel olur..” gibi paylaşımlarda bulunmaktan erinmem!..

Ama 7 Haziran’dan önce vaat edilen garibanın umudu TOKİ projelerinin, referandum çalışmaları sırasında tekrar gündeme getirilmesini, insanların aklında garibanın ev umutlarının siyasi malzeme yapılabilme ihtimalini, şaibesini, kimse kusura bakmasın, sorgularım!..

Yalnız AK Parti mi?

Sırf AK Partili olduğu için bir belediye kendi yemek ihalesini, kendi belediyesinin kurduğu yemek şirketine hatta piyasadan daha az bir fiyatla verdiği için eleştirip, bunu bir yolsuzlukmuşçasına kamuoyuna aktarmaya çalışan CHP’li İl Başkanını da sorgularım!..

Mehteran, dombra müziği vesaire!..

Sırf iktidara şirinlik yapacağım diye dombra müziğini okul zili yapanı da, Kültür ve Turizm Haftası kutlamalarını Mehteran gösterisiyle, turizmle uzaktan yakından bir alakası olmadığı halde düşman askerlerinin temsili yok edilmesi gösterisini tertipleyeni de, ona alkış tutanı da sorgularım…

Bunlar böyle onlarca örnekle sıralanıp gider!..

Ama hiçbir zaman hiçbir şey için geç değil!..

Beni “iyi niyetli olunup olunmadığı” sorgusu içine sürükleyen bu onlarca, yüzlerce sorunun yanıtını aramakla,
acabalarla,
yok yahu bu ülkeden hiçbir şey olmayacaklarla,
baş başa bırakarak,
umutsuzluğa,
karamsarlığa,
endişeye sürükleyerek kazanabilir misin?

İki dakika şapkanı önüne, elini vicdanına koy bir düşün!..

Dış güçlere güçlü durmanın,
dış politikanın neyi gerektirdiği,
yüksek perdeden, sürekli bir uyarma içinde,
düpedüz rahatsız edici bir siyasi üslubu iç politikada da sürdürmen,

dönüp dolaşıp 1930’larla hesaplaşman,
beni ötekileştiriliyormuş,
zoraki karşı kutba itiliyormuş,
hatta hedef gösteriliyormuş psikolojisine sokman
yüzde 50’ye uzun soluklu bir +1 ilave getirir mi?

Evet alabildiğine demokrasi!..

Türbanlı ya da açık,
Badem bıyıklı ya da uzun saçlı,
Mütedeyyin ya da eğlence meraklısı,

Bir zamanlar bu ülkede sana yapıldığını düşündüğün haksızlığın, ayırımın, ötekileştirmenin içinden gelip, çıkıp, mücadele ederek söz-karar-yetki erkini eline geçirdiğin bu ülkede, senin gibi giyinmeyen, senin gibi yaşamayan, senin gibi bakıp, senin gibi görmeyenlerin aynı haksızlığa uğradığı düşüncesi, doğru ya da yanlış, yüzde 50’ye 1 tane daha oyu ilave etmene, hakikaten mani değil mi?

Şimdi tüm iyi niyetinle, “Gelin daha güçlü, daha huzurlu, daha büyük ama en başta daha mutlu bir aile olalım. Dünü, dündeki yanlışları, art niyetlerimizi, kavgalarımızı bir tarafa bırakalım” desen,

Bir domino taşı gibi devrilip güzel bir yarına,
bütün siyasi,
bürokratik,
adli,
resmi,
gayri resmi dinamiklerle birlikte;
bu felsefe ve güler yüzü,
bu canım vatana yayarak,
Yunus olsan,
Nazım olsan,
çok mu kötü?

Tek başına iktidarda geçirdiğin bunca sene,
yaşadığın bunca tecrübe,
ustalığın, gücün kuvvetinle
bir hareketinle kendi ülkende
sokaklara dökülebileceğin yüzde 50’ye
güven içinde, senden daha çok sen olabilecek beni de katsan,
çok mu zor?

Ne bileyim Trump’a kafa tutsak mesela 70 milyon senle bir!..

Yanlış varsa karşına geçip, doğruysa senle tek vücut olsak fena mı?

Benim gibi düşünmeyebilir,
benim gibi bakıp, görmeyebilir,
ee insandır tabi, hata da yapabilir deyip,
seçim sandığında oy,
vatana hizmette emek,
dosta düşmana karşı
gücüne güç versek olmaz mı?

Biliyorsun, benden milyonlarca var bu ülkede!
Gerçekten inanmak isteyip,
ihtiyaç duyan bir samimi gülümsemeye…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı