REKLAMI GEÇ

MERMERİN VE AŞKIN KENTİNDE BİR GÜN STRATONİKEİA

18 Aralık 2012 Salı

 

Stratonikeia’da “…babalarımız zamanında dikkate değer bir adam doğmuştu. Katokas takma adı olan Menippos. Çiçero yazılarından birisinde, onunla Ksanokles’i ve son zamanda yetişmiş diğer konuşmacıları kıyaslayarak, onu dilediği Asia’lı konuşmacıların hepsinin üstünde olarak alkışlar.” (Amasyalı Strabon, Geographika, kitap XIV.2, MS. 17-18 yılları)

GİRİŞ:
“Tarihin Peşinde” uzun yıllar yapılan bir çalışmanın adı. Bir heves ve ilgi ile çıkılan tarihe bakma yolculuğunun öteki adı.Bazen bir ekiple, bazen tek başına, bazı zamanlarda ise bir-iki kişilik gezi, görüşme, röportaj, gözlem ve izlenimlerin ortak adı da diyebiliriz. Tarih meraklılarınca iyi bilinir ki, bu heves ve ilgi hiçbir zaman tükenmez. Her uğrakta, her bilgide gizemli bir başka dünya uygarlığının büyüleyici geçmişinin ipuçları saklıdır. Bu çekici gerçeğin sürükleyiciliğine kapılmaya görün, asla kopamazsınız. Giderek eski zaman gezginlerinin yazılarına süzülmüş eşsiz tadı daha iyi idrak edersiniz. Siz de her şeyi kağıda dökmeye heveslenirsiniz. Böylece görüp öğrendiklerinize kendinizden kattıklarınızla yeni ve özgün bir bilgi dağarcığı oluşturursunuz. Bizim hevesimiz de böyle başladı. Yıllardır sürüyor. Önce belgesel, sonra yazı dizileri, ardından yazılar, yorumlar, tartışmalar…

Son yaz(2011) gezmelerinin özeti sayılabilecek “Toprağın Altını Okuyanlar” yazı dizisinin yayımlanmamış, eksik bir serüveni ile başlayalım bu kez. PAÜ Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bilal Söğüt’ün kazı başkanlığını yaptığı Stratonikeia antik kentine yapılan merak dolu gezinin notlarıyla. Bu notlar bir yıl önce tutulmaya başlandı. Ama orada kalmadı. Geçen yaz günleri de dahil pek çok gidişte uğrak yeri olarak seçtiğimiz antik kent gözlemlerimiz bu notlara aktarıldı. Kenti biz çok sevdik. Umarız siz de aynı tatla notlarımızı okur, belki bir yaz günü yolculuğuna uğrak yeri yapar, merakınızı cezbedeceğini sandığımız Karia halkının bu son yaşayan kentine küçük bir selamı esirgemezsiniz.

 

MERMERİN VE AŞKIN KENTİNDE BİR GÜN

Kaç kez geçtim o yollardan…
30 yıl önceki stabilize halini bile hatırlıyorum. Sık çam ormanlarını yarıp geçen güzergah boyunca gözlerimi aracın camından alamazdım. O yolu genellikle yazın bunaltıcı sıcaklarında yaptığım yolculuklarda kullandığımdan, ‘şu çamların altında, sırtını toprağa verip uyumak nasıl hoş bir duygudur kimbilir’ mealinden büyümemiş hayaller kurarak geçip giderdim. Orman benden uzaklaşır, ben toprağı daha çok özlerdim. Geliş yolum çoğunluk Milas yönünden olurdu. Solda kalan yamaçlardan aşağı doğru çeşit çeşit meyvenin, ağacın ve sulak olduğu yaprağın yeşilinden anlaşılan çukurdaki ovacığın çağıran sesi içime işlerdi. O an neler vermezdim orada kalmak için. Kaç kez oldu, kaç kez geçtim, kaç kez durup orada inmek istedim kim bilir… Şimdi anlıyorum, beni çağıran sadece güzelim yeşil, serin çam gölgesi, ıslaklığı bir kilometrelik mesafeden görülen toprağın suyu, yemişi, narı, armudu, elması değilmiş. Başka bir şeymiş çağıran…

Hiçbir yere böyle hevesli gitmedim, hiçbir yere böyle hayalsiz-bilgisiz gitmedim, hiçbir yere böylesine zamanlı, planlı gitmedim. Şimdi gittim, gördüm yazdım…

 

İLK GİRİŞİM
‘Toprağın Altını Okuyanlar’ için yaptığım dizi yazının eksik kalmış birkaç parçası var. Birisi Stratonikeia. Kazı Başkanı Dr.Bilal Söğüt’ün yaklaşık üç yıldan bu yana gelin görün davetlerine icabet edememek bir yana, onun keyifli anlatımıyla görmeye can atmaktayım kaç yıldır. Geçen yılın yaz başıydı. Bir Cumartesi öğle saatleri Bülent Topuz’u arayıp, ‘hocam hadi yollara düşelim’ dedim, hoca mazeretsiz tamam dedi.

 

 

İlk hedef Kale Tabae. Ama yolda karara ek yapıp, ‘acaba Bilal hoca yerinde midir, fazladan gidiş geliş iki saatlik yol’ diyorum, ‘Bülent hoca ‘neden olmasın’ deyip telefona sarılıyor. Ama Bilal hoca hafta sonu nedeniyle Denizli’ye gelmiş, gidemiyoruz. Hadi biraz daha inat edelim, ‘acaba Kadir Hoca(Kadir Pektaş) Beçin Kalesi(Milas)’nde olabilir mi? Olmazsa onu ziyaret ederiz.’ Bülent Topuz’un keyfi de, zamanı da yerinde olmalı, ona da ‘tamam’ diyor. Yine telefon, ama Kadir Pektaş’ta Denizli’de. Doğrusu enerjik günümüzdeyiz. Kale’ye gidiyoruz, Tabae’yi kazı heyetiyle geziyoruz, ardından çıkıp Çal’a, Çal Kanyonu’nu görmeye gidiyoruz…

O günden sonra çalışma zamanını hep bir punduna getirmeye uğraştım. Stratonikeia, ardından Beçin Kalesi(Milas) ilk uğrak yerlerim olacak. Hemen belirtelim, Milas Beçin kalesi ziyareti bir başka zamana kaldı. Kazı Başkanı Kadir Pektaş yine Denizli’deymiş. Telefon görüşmesinde “Bu akşam Vali Erkmen’in veda yemeği var, ona katılıyorum. Stratonikeia’da geceleyip yarına kal, Beçin’e mutlaka bekliyorum diyor”. Çok istiyorum ama olanaksız. Ertesi günü haber yazımı, konuklu canlı yayın programı… zaman yok.

 

BİLAL SÖĞÜT’Ü TANIDIM
Bilal Söğüt hocayı 2008 yılı güz aylarında tanıdım. O günlerde “Tarihin Peşinde” adıyla belgeselleştirdiğimiz Denizli ve çevresi ören bölgelerinin çekimlerini yapıyoruz. Çekimlerdeki esas aldığımız en önemli unsur, çekimi yapılan bölgeyle ilgili bir uzmanın görüşlerine başvurmak, eğer olanaklıysa gidip yerinde çekim ve röportajlar gerçekleştirmek. Kışa devrilen o sonbahar günlerinde Bilal hocayı alıp Çivril Işıklı’ya, Işıklı’nın üzerine kurulu olduğu Eumenia antik kentine gidip çekim yaptık. Hem o, hem bizim keyif aldığımız çekimlerdendi.Eumeneia’yı sevdiğini gördüm. Nitekim bu yaz başındaki bir görüşmemizde, Eumeneia için kitap hazırladıklarını, baskıya hazır hale geldiğini, son okumalardan sonra basılacağı müjdesini verdi.(Kitap şimdi basıldı ve bir nüshası elimde. Editör olarak Bilal Söğüt imzalı hacimli kitabın vazgeçilmez bir başvuru kaynağı olduğunu belirtmeden geçmeyelim.) Sonraları sık olmasa da ara ara görüşmeleri ihmal etmedik. Hoca’da bir şey vardı beni cezbeden. Herkes bunu, onun kişisel ilişkilerinde sergilediği yumuşak görüntüsüne bağlayabilir. Ama ben ilk andan itibaren daha fazlasını sezdim. Görüşü açık, dili anlaşılır, bilgisi sağlam, bilimsel olana titizliğini korumaya özenli bir bilim insanı.

Eh medya heveslisi örnekleri hatırlayınca, Bilal Söğüt’teki bu niteliklerin yanına daha ne isteyebilirsiniz ki! İşte bu zaman diliminin yarattığı ikili hukuk sonucu oluşan saygı ve güvene istinaden, arkeoloji ile ilgili herhangi bir soru ya da soruna ilişkin görüş almak gerektiğinde ilk başvurduğum ya da ilk aklıma gelen Bilal Söğüt oldu. Hala da böyle duyumsuyorum. Bu sebepledir, Ramazan bayramına birkaç gün kala, biraz da kazı sezonunun bitebileceği telaşıyla Bilal Söğüt’ü aradım. ‘Hocam artık şu daveti tazelersen geliyorum.’ ‘Buradayız’ dedi hoca. ‘Yarın bekliyorum.’

 

STRATONIKEIA YOLLARINDA
Denizli’den çıkıp Akdeniz yollarına düşmek nasıl bir duygudur? Bağımsızlaşmak gibi, zincirleri koparmak gibi, ufka yelken açmak gibi, bilmediğin yerlere, yollara, yellere kendini bırakmak gibi… Öyle bir sabah yolculuğu oldu. Tek başıma! Kale’yi geçip dağlara vurduğumda günün ısısı neredeyse 8-10 derece düştü. Serin, güneşli ve yemyeşil bir sabah yolculuğuydu. Yol kenarında kısa bir çay molası dışında durmadım. Muğla’yı geçip çevre yolundan doğruca Yatağan’a, oradan dönüp Milas yönüne girdim. Ağır ve bizim için tahammülü güç bir metal karışımı kömür kokusu karşıladı Yatağan çıkışında. Neyse ki az zamanda orman yoluna girdim.

Hepi topu 7-8 kilometre sonra, sağdaki Stratonikeia’nın standart sarı levhası ‘buradan dön’ dedi, döndüm. Döner dönmez havası,coğrafyası,taşı toprağı bilindik oldu. Eski Karia kentinin hala yaşayan ruhu 300-500 metrelik ara yolda durmuş, gelen gideni kolaçan ediyordu. Çok tanrılı, çok mabetli bu kenti hala koruduklarını hissettiriyordu şimdiki zaman yolcu ve ziyaretçilerine. Kentin girişi çok sıradan ama çok hoştu. Cumhuriyet dönemi yerleşmelerinin yıkılmaya yüz tutmuş yapıları, Osmanlı dönemi camisi, Selçuklu hamamı, hepsi iç içe ama geometrik duruşlarını bozmadan ziyaretçilerine selam durmuşlardı.

____________________________________________________________

 

____________________________________________________________

Ortadaki yaşlı çınarın geniş yaprakları, sonradan restore edilmiş eski yapı içindeki StratonikeiaCafe’nin sokak masalarını gölge düşürmüştü. Cafe işletmecisinin hortumla yıkadığı Osmanlı dönemi taş döşeli meydan zemini, havanın serinliğine ıslaklığı ile ortak oluyordu. Sanki ‘bu serinlikte çay, kahve, su içmezsen antik şehir gezisi eksik kalır’ der gibiydi. Cafe sahibinin ahşaptan derme çatma yapılmış merdiven trabzanları üzerine iple tutturduğu imitasyon kadın heykeli dahi yerine öyle yakışmıştı işte.

 

KARIA’NIN SON ÇOCUKLARI
Burası Eskihisar köyü. Tam da antik kentin üstüne yerleşmiş. Ya da burada yaşam hiç kesintiye uğramamış, antik kent farklı çağlarda küçüldükçe isim değiştirmiş. Birkaç yaşlı aileden oluşan(toplam 4 hane) eski köy sakinleri, burayı terk etmemişler. Oysa 1950’li yıllarda boşalmış köy. Menderes döneminde(DP) meydana gelen deprem, epey maddi zaiyata sebep olmuş. Evlerin duvarları çatlamış, kimilerinin çatıları çökmüş. Devlet şimdiki TOKİ tarzı evler yapıp köylüyü buraya taşınmaya ikna etmiş. Ancak orada da fazla kalmamışlar ve yakınlarda bir başka araziye yeni bir köy kurulmuş.

Bu arada TKİ(Türkiye Kömür İşletmeleri) tarafından antik kentin nekropolünü(mezarlık) oluşturan araziye yıllarca kül dökülmüş, dümdüz olan arazide zamanla küllerden oluşan bir dağ sırtı oluşmuş. Neyse ki topraklayıp ağaçlandırmışlar da, kömür külü hala kokusunu hissettirse de, ağaçlandırmaya müteakip oluşan yeşillik bir nebze olsun durumu kurtarmış.

 

 

Köyde kalanlar da olmuş. Topraklarını terk etmemiş eski Karya’nın çocukları. Şimdi yaşları ortalama seksen civarında olan birkaç hanelik köy halkı, yine topraklarını işlemeye devam ediyor, gelip gitmesi sıklaşan turizm ziyaretçilerine alışmaya çalışıyor. Bizim gidişimizde karşılaştığımız bazı ziyaretçiler ise, buradan 50’li yıllarda taşınmış ailelerin çocuklarıydı. Ebeveynlerinin taşınmadan önceki (yıkılmaya yüz tutmuş) evlerinin kırık pencere camından başlarını uzatıp çocukluk zamanlarından kalma hatıralarını birbirlerine heyecanlı bir hüzünle anlatıyorlardı. Köy meydanlarından birinde kurulmuş çok pencereli köy kahvesine, sünnet sonrası babasının elinden tutup getirişini anımsıyordu.

 

Onlar hala kendilerini buradan ve buralı hissediyorlar. 3000 yıla yakın süren bir zaman yolculuğunu kesintiye uğratmadan yürüyen kar halkının son evlatları…

CAMİ ALTI BALIK
Kente girip aracı park ettim. Girişteki gişeden bilet kesilmiyordu. İlerleyen saatlerde sorduğumda, önümüzdeki yıllar için giriş bileti kesmeyi düşündüklerini, ama şimdilik böyle bir uygulamaya geçmediklerini Bilal hocadan öğrenecektim.

 

StratonikeiaCafe adıyla hizmet veren, Cumhuriyet dönemi yapısı eski bir köy evi ya da damının restorasyonu ile hazırlanmış tek katlı, kare formlu, açık alanı tahta ve plastik-ahşap masa-sandalye ile donatılmış, önündeki merdiven trabzanına tellerle tutturulmuş imitasyon balık kadın heykeli ile kendine baktıran ‘cafe’yi geçiyorum. Hemen sağımdaki cami dikkat çekiyor. Yapı sıvalı ve badanalı olduğu için anlaşılmıyor ama ön cephesi tümüyle ahşapla düzenlenmiş. Güzel bir süsleme örneği. Kubbemsi bir kemer biçimiyle dikey yerleştirilmiş ince tahta parçalarından oluşuyor. Osmanlı dönemi ahşap süslemeciliği izlerini taşıyor. Kapısı kapalı, içeri girmeden devam ediyorum.

 

Yüksek çınar ağaçlarının gölgesi düşmüş kayrak taşı döşeli Osmanlı dönemi köy meydanı yolundayım. Ortalıkta bir serinlik hakim. Galiba taş döşeli yol boyu uzanan gölgelerin yarattığı psikolojinin de etkisi var bu serinlik duygusunda. İnsan o Ağustos sıcağında sırtını ürperten hafif serinliği alabildiğine yaşamak istiyor. İlgiyle bakarak yürüdüğüm yol aslında 50-60 metrelik bir mesafe. Ama ağır ağır yol alıyorum. Tadını çıkara çıkara. Sağda ve solda yıkılmış, yıkılmaya yüz tutmuş önceki yerleşmelerin kalıntısı mimari örneklere göz bırakarak! Sonraları gelen ziyaretçiler anlatırken kulak misafiri oluyorum; “eskiden” diyor orta yaşlı, orta boylu yağız ziyaretçi, “bu caminin altında su vardı, suyun içinde her köşe balık kaynardı. Büyük büyük balıklar tutardık biz çocukken.” Öyle de sulak bir coğrafya işte…

 

DİP NOT: STRABON’UN STRATONIKEIA’SI
“Stratonikeia bir Makedonia’lılar yerleşmesidir. Burası da krallar tarafından kıymetli ilavelerle süslenmiş ve geliştirilmiştir. Stratonikeialıların kentinde iki tapınak vardır. Bunlardan en ünlüsü Hekate’ninki, Lagina’dır ve her yıl çok sayıda festival topluluklarını kendine çeker. Bir de kentin yanında, bütün Karia’lıların genel mülkiyetinde bulunan ve hem kurban sunmak hem de ortak çıkarlarını görüşmek için toplandıkları yer olan Zeus Khrysaoreos’un(Altın Kılıç) tapınağı vardır. Köylerden meydana gelen birlikleri ‘Khrysaoreon’ olarak adlandırılır. En çok köyü temsil edenin, seçimde tercih hakkı vardır; örneğin Keramos halkının olduğu gibi. Her ne kadar Karia’lı kökünden değilseler de Khrysaoreon birliğine ait köyleri olduğundan, Stratonikeia’lıların da birlikte bir payları vardır.” Strabon, Geographika, kitap XIV.2

Haftaya: STRATONIKEIA: MERMERİNE AŞK BULAŞMIŞ

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı