REKLAMI GEÇ

Başkalaşma (Metamorfoz)

18 Ocak 2017 Çarşamba

Yazı başlığını çok katmanlı bir anlamlar bileşiği olarak görebilirsiniz.
İlk kez değil ama edebiyat literatüründe ilk kez Franz Kafka’nın Türkçe’ye “Değişim” veya “Dönüşüm” adıyla çevrilip kazandırılan eserinin orijinal başlığı olarak karşılaştık.

Eserin kahramanı Gregor Samsa’nın başkalaşma öyküsüydü bu. Onun kendini arama sürecinde bir tür böcekleşme öyküsü!

Ortalama okurun hakkında hemen hemen birkaç açıdan fikir sahibi olduğunu sandığım yapıtın bence en doğru çevirisi “Başkalaşma” olmalıydı.

Konuya önceki zamanlarda muhtelif tartışma metinlerinde değinilmiş olmasına karşın, fikir beyan edicilerin neredeyse tümü hala “değişim mi dönüşüm mü” çerçevesini aşmayan bir okuma ve kritik düzeyini aşmış görünmüyor.

Neden başkalaşım?
Modern zamanları romantik dönemden ayıran en önemli özellik ekspresyonizm, yani dışavurumculuk! Tam da Kafka eserlerinin toplumsal atmosferi! Ağır bir toplumsal-siyasal dönem olarak 20. yüzyıl yeryüzü tarihinin en karanlık, en kıyıcı, kişiyi kendi varoluşunun tedirginliğine en fazla mahkum ettiği yüzyıl. Korkuya uğramış, bastırılmış iç mahkumiyetlerin kendini ifade etme aracı olarak neredeyse hiçbir imkanın ‘serbest dolaşım’da olmadığı zamanlar diyelim!

Bireyin ‘ben’i, bilinç düzleminde değişim geçirmeyi bağımsız biçimde gerçekleştiremez. Korku, huzursuzluk, güven duygusunu yitiriş o denli sarar ki, değişim bir tür dönüşme mistifikasyonuna uğrar. Marx’ın halklar için betimlediği kavramın bireydeki tezahürüdür adeta. Gerçeklik çarpılır. Kavrayış yitirilir. Muhakeme yerini savrulmaya bırakır. İçe dönüş, çaresizlik, doğrusal anlatım olanaklarının kapanmış olması… Tümü metamorfoza (başkalaşmaya) kapı aralar. İşe o an böcekleşme başlar. Ruhun ve giderek aklın kendi denetimini kaybedip, somut gerçekliğin hayali yansımalarla yer değiştirdiği andır o!

Güncel bir örnek olarak çoğumuzun en az bir kez internet sayfaları veya sanat kitap-dergilerinde gördüğü Edvard Munch’un “Çığlık” adlı tablosunu hatırlayalım.

***

Anolojik bir ilişki kurmak gerekirse, bu günün bireyinde o başkalaşma olgusunun güncel bir boyutunu gözlemek mümkün.

Toplumsal yaşam formlarına her dokunuş, ruhumuzdaki bir yeri koparıp atıyor.
Geleceğimize dönük her müdahale korkularımızı çoğaltıyor.

Yerleşik kültüre ait gündelik yaşam tarzına etki eden zorunluluklar kişi özgürlük alanını yok ediyor.

Popüler deyimle söyleyelim, onlarca yıllık geleneksel varoluş biçimimizin formatlandığı her an bizi küçültüp akılsal muhakeme yeteneğimizi zayıflatıyor.
Tedirginliğimiz mahalle baskısı zamanlarını çoktan aştı, ulusal, bölgesel bir huzursuzluğun pençesinde kıvranıyoruz.

***

Bireyin haleti ruhiyesinin mikro ölçekte yaşadığı başkalaşım:
Artık yağmurda ıslanmak romantizmi yok, korkusu var.
Üşümenin sıcaklığa duyulan özlemle karışık marsist keyfi, yerini giderek kalınlaşan korunma duygusuna bıraktı.
Sadece bu günü, bu saati geçirmenin hesabındayız. Hiç kimse çocukların geleceğinden söz etmiyor artık.
Aklımızda çaresizliğin çıkmaz sokaklarında dolanırken sakınma kaygısından öte bir şey yok. O labirentin çıkışı olmadığını bilmek akıl sağlığını yitirmenin başlangıcına dönüşüyor.

***

Nerede yaşıyoruz?
Yaşam koşullarımız nelerdir?
Emeğimiz, çalışmamızın karşılığı ne?
Yarın ne olacağız?
Adalet nerede?
Hangi demokrasi?
Hangi özgürlük?
Ailemiz?
Bu sorulara hangimiz akıl ölçüsüne vurulmuş yanıt verebiliyor?

***

Akli düşünme yerini rastlantıya bıraktı.
Ruhumuz kurudu hissetmiyor!
Önce küçükten başladı giderek büyüyoruz.
Aynadaki yansımamıza dönüp bir bakalım.
Devasa bir böceğe dönüşmek üzereyiz!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı