REKLAMI GEÇ

‘DARBE’DEN 667 SAYILI KARARNAME’YE!

26 Temmuz 2016 Salı

15 Temmuz Askeri darbe girişimi geride kaldı. Hükümet yetkililerinin ‘bitmedi, tehlike geçmedi’ türünden açıklamalarına rağmen, ortalık darbeciler ve darbenin devamı açısından durulmuş görünüyor.

Ne var ki, darbe girişiminin birincil hedefi görünen hükümetin etkili ve yetkili aktörleri, bu olumsuz durumun yarattığın ‘tepkisel sinerjiyi’ sonuna kadar kullanmakta kararlı. Süleyman Soylu Hükümet üyesi olarak neredeyse her gün halkı ‘demokrasi nöbetine’ çağırıyor. Alışılmış bir durum değil. Ancak beklenmedik bir durum olduğu da söylenemez. Zorla evde tutulan yüzde elli meselesinin bir gün kendini test etmesi kaçınılmazdı, darbe girişimi bulunmaz fırsat oldu.

Meydanlara tanım ve yorum getirmek kolay. Asıl olan anlam derinliğini oluşturan faktörler, eylemler ve düzenlemeleri niteleyebilmek.

Meydanları okumanın birkaç katmanı var. Birincisi, son cümlede değindiğimiz yüzde elli meselesinin oluşturduğu katman. Ancak bu görüntünün arka planında başka okuma düzeylerini görmeden test etmek, meşruiyet deyim ve kavramlarının muhtevasını anlamak zor. Bunlar, devlet örgütlenmesinin zaafları, sistem sorunu ve demokrasinin niteliği konuları olarak özetlenebilir.

TEMEL SORUN DARBELER Mİ?
Başka açıdan bakalım. Türkiye’de son 60 yıllık tarih kesitinde yaşananların aslı askeri darbeler mi? Kimimiz buna doğrudan evet yanıtı verecektir. Çünkü askeri darbeler, darbe girişimleri ve muhtıralarla yetişmiş bir kuşağın bireyi olarak o evet yanıtının insancıl boyutunu çok iyi idrak ediyorum. İdam sehpalarında alınmış hayatlardan başlayarak, bir daha asla bir araya gelemeyen parçalanmış ailelere kadar arada yaşanan tüm aşamaları kendi hayatımda deneyimledim. Ayrıca, Türkiye toplumunun orta yaşı aşmaya başlayan son darbe mağduru kuşağının trajedisi hala mahkemelerle, göz altılarla, hapisliklerle, en iyi ihtimal bunların tehdidi altında devam ediyor. O nedenle darbeleri bu ülkenin temel sorunu olarak görenlere itirazım ve karşı çıkışım çoğunlukla zayıf kalır. Gönlüm o itiraza el vermez. Yaşamında tek başına mutlu olmayı bir gün bile kendine yakıştıramamış insanların ‘kolonisidir’ o!
Oysa darbenin en temel sorun olduğu gerçeği pek tartışmalı bir görüştür. Dahası, başka toplumsal gerçekleri görmezden geldiği için sakattır, tamamlanmaya muhtaçtır. Başka deyişle, darbeler Cumhuriyet’in gelişme stratejisine etki yapan ideolojik ve siyasal faktörlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ancak kendisi bu gelişmeyi daha fazla köstekleyici olmuştur. O nedenle tek başına açıklayıcı olmalarını beklemek doğru olmamalı.

CUMHURİYETİN GÜVENLİK YOZLAŞMASI
1923’te Osmanlı toplum sisteminden siyasi anlamda köklü bir kopuş gerçekleşti. Bu bir Cumhuriyet stratejisiydi. Ne yazık ki, söz konusu Cumhuriyetleşme stratejisi 1940’ların ilk yarısından itibaren eksen kayması yaşamaya başladı. 2. Dünya Savaşı yıllarında izlenen politikaların tutarsızlığı savaş sonrası patlayıverdi. Yoksul toplum bünyesinde cerahat olarak uç vermeye başlayan gericileşme Varlık Vergisi ile ortalığa saçıldı, Marshall Planı ile devam etti. 1950 seçimleri eski toplumsal yapının Anadolu’da ne kadar köklü olduğunu gösterdi. Bundan sonra Türkiye asla Cumhuriyet devriminin ilk 20 yılına geri dönemedi.

Cumhuriyetin ilk 10 yılı içinde izlediği güvenlik politikaları yöntemi (devrimin kendini güvenceye almak için sürdürdüğü İstiklal Mahkemesi vb. örnekleri dahil) 1950’lerden sonra giderek daha sistematik biçimde devlet yönetimine nüfuz etti. Menderes dönemi cepheleşmeleri ve siyasi izlemeleri/kovuşturmaları ABD ve Avrupa’nın yanında soğuk savaşa mal edilse de, yoğun bir şark karakteri taşıyordu. 70’lerin Devlet Güvenlik mahkemeleri, İstiklal mahkemelerinden ödünç alınmıştı. Şimdiki özel mahkemeler de aynı işlevi gören siyasal nitelikli mahkemelerdir ve onlar da önceki modelleri örnek almışlardır. Bir silsilenin devamı sanki!

Çok sonraları, 1970’lerin sonuna doğru dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, adı geçen devlet güvenliği yöntemlerinin aynı devlette yol açtığı ikiliği kamuoyuna açıkladı. Onun “Kontrgerilla” olarak adlandırdığı, giderek “derin devlet”e dönüşen, şimdi de “paralel yapı” olarak tanımlanan ikilik tüm zamanlar boyunca ilginç biçimde adım adım meşruiyet kazandı. Bu gün askeri darbe girişiminin failleri olarak yargılanan örgütün, dikkat edin askeri olandan çok sivil ve polis ayağı güçlü görünüyor. Hem ekonomik, hem de sosyal, hukuki ve siyasal gücü muazzam bir büyüklüğe ulaşıyor. Yapılan görevden el çektirmeler, gözaltılar, tutuklamalar, tasfiyeler ve soruşturmalar bu büyüklüğü ifade etmek için yetersiz kalıyor.

ÇOK YAPILI DEVLET
Devlet örgütü, uzun zamandır çok başlı bir yönetim ve kontrol mekanizmasının kıskacında yol alıyor. Buraya bir not düşelim, devleti mutlak gören bir anlayışım yok. Aksine çoklu yönetimin, eğer başarılı biçimde kullanılırsa ciddi demokratik kazanımlara yol açacağına inanıyorum. Çünkü modern sosyolojinin de işaret ettiği gibi, toplum yekpare bir bireyler bütünü değil. Her ne kadar toplum psikolojisini çıkış alanların toptancı görüşlerinin doğruluk payı varsa da, o ilk kuramcıların saptamasını aktarırsak “toplum karmaşık bir yapıdır.” O nedenle çoklu bir devlet yönetimi modelinin, tek kişilik (monarşist) yönetme arzusunun önüne geçebileceği gibi, farklı toplumsal kesimlerin talep ve beklentilerinin karşılanması açısından da önemli bir rol oynayabileceği söylenebilir.

Türkiye’deki devlet bileşenleri bu konuda ütopikleştirdiğimiz demokratik bileşenlerden değil. Aksine zafiyetten yarar sağlayanlardan oluşuyor. Yine de son 15 yıllık AKP iktidarının pervasızlaşmasına bu kesimlerin çıkar mücadelesi faktörünün bir ölçüde fren olduğunu belirtelim. Bu dönemde ortaya çıkan toplumsal hak arama mücadelelerinin rolünü yadsımadan ama!

Nitelik olarak politik özellikli olan bu yapı bileşenlerinden birini uluslararası güçler oluşturuyor. Bu doğrudan değil, ama etkili bir dolaylı güçtür. Özellikle NATO ve CENTO gibi ortaklılar temelinde ve ABD hegemonyasında devam eden bu gücün yer yer toplumsal darbelerde rol almaya kadar işi götürdükleri biliniyor.

İkinci güç, devletin devamlılığı savıyla bir koruma güdülenmesi olan “derin devlettir.” Öyle homojen değildir. Uluslararası güçlerden orduya, ekonomik aktörlerden siyaset alanına uzanan çok geniş bir hacme sahiptir. Nitekim özellikle 1971 darbesinin askeri bileşenleri içinde kısa sürede hakimiyet sağlamıştır. Ecevit’in “Kontrgerilla” olarak tanımladığı yapıdır. Sonraki dönemlerin klasik derin devletidir.

Şimdilerde ‘darbe’ ile kendi zeminini sağlama alıp hakimiyete özenen ‘paralel yapı’ aynı kategoridedir. 40 yılı aşkın bir süreden beri devlet içinde zaman zaman devlet güçlerinin kullandığı, 1960-70’lerde anti-komünist bileşimin çimentosu olan tarikat, cemaat yapısıdır. Sonrasını yeterince dinleyip okuyoruz zaten…

‘REİS DEVLETİ’NE DOĞRU
Türkiye’deki devlet yapısının bu güne değin neden “Devlet Başkanlığı” gibi mono yapılara fazla itibar etmediğini bir ölçüde açıklar bu çoklu yapı tespiti. Zaten Erdoğan’ın en önemli sıkıntısı bu değil mi? İpleri bir türlü tek başına ele alamayışı, kendi istediği doğrultuda bir diktatörlüğün kapısını açamayışı, Anayasa girişiminin önüne her seferinde bir engelin çıkarılışı, hukuku ve yasal çerçeveyi kendi sistem hedeflerini meşru kılacak bir düzenlemeye kavuşturamayışı…

Çok yapılı devletin sonuncu unsuru da, yerleştirmeye çalıştığı ‘Yeni Türkiye’ modeliyle Erdoğan ve AKP çevresidir. Aslında cemaat yapılanmasının bir vargısı gibi duran yapı, dönemsel olarak yaptığı ittifaklar ve yarattığı düşman profiline baktığınızda, tamamıyla kendi projesine uygun kabul ya da reddedişler müsameresidir. Son askeri darbe girişimi de bu türden bir müsamerenin yolunu bir kez daha açmıştır. Pek çok şey yine sil baştan ele alınmak zorundadır. Vuslat bir kez daha ertelenmiştir.

Darbe gecesi uçaktan iner inmez söylediği bir söz var Erdoğan’ın, darbe sonrası yaşanan on günlük zamanda olanlar ve bundan sonrası için adeta bir talimattır. “Bu bize onları tasfiye etmek için iyi bir fırsat verecektir” mealinden söylenen söz hem OHAL kararı, hem de 667 sayılı kararname ile tüm demokratik kazanımların tasfiye edilmesinin daha ilk günden işaretidir, sürecin demokrasiyle ilintisi olmayacağının açıklamasıdır.

DEMOKRASİ AMA NASIL?
Başka bir yazının konusu olan demokrasi konusunu geçelim. Tüm bunların karşısında hem demokratik kamuoyunun hem de meydanlarda miting yapan siyasi partilerin temel talebi, “laik ve demokratik Türkiye”dir. Meclisi mutlaklaştıran, parlamentoyu her şeyin önüne koyan, ancak demokratik niteliği üzerinde durmayan görüş ve öneriler için dikkate değer olmalı. Bir de kimin demokrasisi sorusuna verilen cevaba bakmalı.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı