REKLAMI GEÇ

MİZAHIN SON EFENDİSİ GÜLE GÜLE!

27 Ağustos 2017 Pazar

Ölümün ardından yazmak ne zor iş!

Hele ölüme yazı yazmak, ölüye ağıt yakmak olunca…

Dün akşam geç saatlerde yitirdiğimiz Muzaffer Abi (İzgü) için yazacağım aklımın ucundan geçmezdi.

Kaygım, kendimi frenleyememek, yazının ağıt yakmaya dönüşmesi…

***

Belleğimde bölük pörçük, neredeyse otuz yıla varan tanışıklığımızdan kalan anılar…

Son haftalarda hastane serüveni ve ‘Yeni Asır’lıkla ilişkisi çoktan bitmiş basılı matbuatın uçurduğu balon dışında ne zaman hatırlamıştım?

Galiba Denizli Kitap Fuarı’nda Çınar Yayınlarının sahibi, Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz’la yaptığımız kısacık sohbette…

***

Türkiye Cumhuriyet dönemi yazılı mizahının “Üç silahşorlar”ının sonuncusuydu.

İlk yolcu Aziz Nesin olmuştu.

Sonra Rıfat Ilgaz “hoşçakalın” dedi,

Şimdi de Muzaffer Abi onca kitabın ağır yükünü omuzlarından silkeleyip gitti.

***

Dedim ya, otuz yılı aşkın tanışıklığımız vardı.

O yazar, ben kitapçı, Ege’yi az tavaf etmedik birlikte. Bir de Hüseyin Yurttaş, bir de Hidayet Karakuş…

“Köpekli kitapçı” derdi bana. Omuzumdan hiç inmeyen Rus finosu cinsi siyah küçük köpeğim Nadia’yı da pek severdi. Yıllar sonra, Denizli’de bir okul etkinliğine geldiğinde karşılaşmıştık, “aha bizim köpekli kitapçı da buradaymış” diye takılmıştı. Zaten son görüşüm oldu.

Aziz Nesin Alaçatı’da, bizim misafirimiz olarak geldiği etkinlikte yaşamını kalp kriziyle yitirdiğinde ne dediğini hala hatırlarım: “Yaşarım, sen beni de öldürmeyeceksin değil mi?”

***

Ölümü ciddiye alır mıydı? Sanmıyorum.

Güzel, zarafeti kendinden daha güzel eşini ölümden fazla ciddiye alırdı. Pabucuna toz konsa kendisi silerdi. Öyle aşıktı…

Biraz savruktu. Tam, Adanalı’ya özgü külhani savrukluğu. Bazen konuşurken sözcükler dilinde kalınlaşmaya başlar, damarı tuttuğunu anlardınız. İnadını sözcüklerin ses tonuna yüklerdi. İşte o zaman tutamazdınız. Küfür etmezdi, ama öyle etkili cümleler kurar ki, dilinde küfür gibi dururdu.

***

Alsancak’ta, Kıbrıs Şehitleri Caddesine açılan sokakta ev aldığı zaman İzmir Belediyesi aynı sokağa onun adını vermişti. Galiba 90’lı yılların başıydı. Buna sevinmişti.

“Yaşarken herkese nasip olmuyor böyle şeyler” derdi.

***

Kendi kısacık boyuyla alay etmenin yolunu bulmuştu.

“Aziz Abi boyuyla kitap yazdı, benimkiler boyumu geçecek” diyerek sizin boy ve büyüklük algınızı tersine çevirmesini bilirdi. O kitaplar sonunda boyunu çoktan aştı. Onca mizah kitabının yanına sayısını kendisinin bile unuttuğunu sandığım yüzlerce çocuk kitabı ekledi.

***

Çocukları çok severdi. Uzaktan gözüne kestirmeye görsün, bıyıklarının altında beyaz dişleriyle öyle sevimli sırıtırdı ki, çocuklar isterse yanına gelmesinler. Hepsinin başını okşar, kitaplarını tek tek onlara anlatır, okumanın erdemini başka türlü kavratırdı.

***

“Üç silahşorlar”ın eleştirel mizah anlayışına sadık kaldı. Bu sadakati bir misyoner gibi mirasa dönüştürdü ve gelen kuşaklara aktardı. Sonradan yetişen yazılı mizahın usta kalemlerine ağabeylik yaptı. Onlara değer verdi, iletişimini hep sürdürdü. Yazılı mizah İzmir’e demir attıysa, biraz kentin ve coğrafyanın, ama çokça Muzaffer Abi’nin çekim gücüne teslim olduğundandır.

***

Muzaffer İzgü bir mizahçıydı.

Ona “güle güle” demek hiç abes düşmez.

Gülmeyi de, güldürmeyi de severdi.

Giderken gülmeyi ihmal etmeyeceğine eminim.

O nedenle bize “güle güle Muzaffer Abi” demek düşer…

Kitapları bakidir. Okuna!

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı