REKLAMI GEÇ

FAŞİZM VE PATOLOJİ

16 Şubat 2018 Cuma

Hitler’in 1941 Eylül’ünde ABD’ye savaş ilan etmesi gibi, bazen savaş kararı almakta tereddüt göstermeyen iktidar sahipleri, “kendilerini istedikleri her şeyi yapabilecek kadar güçlü gören küçük bir grubun, dışarıdan gelen bütün uyarı ve bilgileri göz ardı ederek olası sorunları dışlaması” anlamına gelen ve İngilizce’de groupthink diye adlandırılan bir tutuma saplanırlar. “Büyük ve küçük liderler böylece kendilerine eninde sonunda bir balon gibi sönmeye mahkum hayali bir dünya yaratmış olurlar.”

Tarih bu türden pek çok örneğin tanığıdır. Özellikle her tür savaştan başını kaldıramadan geçip giden 20. yüzyıl, sayısız benzer örnek barındırır. Napolyon’dan bu güne kaç kez aynı serüvene tanık olmuştur yeryüzü insanlığı kim bilir?
***
Zamanımızın siyasal bir putu olarak öngörülen ulus-devlet, siyasal ve patolojik açıdan faşizmin günümüzdeki kabesidir. Patolojiktir, çünkü öznel varlığını nesnel varoluşa eklemlemenin başka yolunu bulamayacak kadar ideolojik sakatlıktan muzdariptir. Oysa gerçekte ulus-devlet, mütevazı bir milliyetçilik biçimiyle dünyanın çoğu bölgesinde toplumların nispi demokratik ortamlarda yaşamasına katkı vermekte. ‘İyi ve faydalı’ şeyler yapmakta. Gerçi bürokrasinin can sıkıcı varlığı bu ‘iyiliğin’ aşınmasında başlıca husus olmayı sürdürmektedir ancak çoğunlukla ‘ihtiyaçlara hizmet etmek’ ulus-devleti katlanılır kılan etkenlerden biri olmaya devam etmektedir. (M. Mann)

Oysa patolojik düzeylerde ulus-devlete sarılan ve ideolojik kökenlerini bu minvalde muhafaza etmeye çalışan faşizmin tutkusu, siyasal araçların son noktası olarak öne sürebileceğimiz savaş olgusunu her an meşru kılmayla özdeşleşmektedir.

Komplolar, dış güçler, iç düşman, harici tehlike, içi boş bir terörizm tehdidi; 1980’lerde yerli futbol kültürünün alt dili olan “içimizdeki İrlandalılar” (futbol direktörü M. Denizli) metaforunda olduğu gibi, tarif edilmesi imkansız bir üst kimliğin altına döşenen kaldırım taşlarıdır. Girişte sözünü ettiğimiz groupthink (buna dar grupçu zihniyet demek doğru olabilir mi?) türü iktidar yapılanmasının temel retoriği olarak bu faktörlerin vazgeçilmez değerde olduğu söylenebilir.
***
Savaş, bu politik var olma savının en uç pratiği olarak ortaya çıkar. Muhafazakarlık geçen yüzyıl başında “kadınsılaşmış kalabalığın siyasete girmesinin yarattığı istikrarsızlaşmayı ve yozlaşma tehlikesini aşmak amacıyla eril erdemleri kalıcı kılan seçkin bir kurum olarak ordunun güçlendirilmesini öneren toplumsal ve kurumsal reform planları” (C. Iordachi) öne sürmüştü. Zamanla bu öneri ve politikalar eril dünyanın politik egemenliğinde daha da kapsamlı bir tahakküme dönüştü. İnançların çarpıtılmış cinsiyetçi referansıyla örtüşen ideolojik önermeler, faşizme giden yolun kapısını araladı. Aynı eril güç istenci, eril mutlakiyetin önlenemez yükselişini sağladı. Savaş ve güç arasındaki ilişkinin katmanları elbette bunlarla sınırlı değil. Çok daha kapsamlı ve ciddiyetle incelenmesi gereken boyutlara sahiptir. Ne var ki, konumuzu başka düzeye taşımadan devam etmek gerekiyor.
***
Fazla sıkmadan toparlayalım. Savaşlar, sadece orduların savaş alanında toprak uğruna kan akıttığı bir tören değildir. Özellikle faşist iktidarların kontrolünde çok daha fazlasıdır. Çoğunlukla liderin bir avuç danışman-yetkili ile paylaştığı, ama iktidarı sürdürmenin mutlak olarak gözetildiği, kitleler üzerinde yer yer resmi teröre varan baskıya yol açtığı, kontrolün mutlak aracıdır.
Kaba bir nitelemeyle faşist, bu sürecin unsuru olmayı çok beklemiştir ve nihayet o gün gelmiştir. Gerçi bireysel ‘rüşt ispatı için’ savaşa katılmak uzak bir ihtimaldir ancak 1930’lar boyunca özellikle Alman Nazi partisi örneğinde görüldüğü gibi savaş faşist bireyin fırsat alanıdır. Hem ideolojik güç tatmini, hem de patolojik zayıflığın ötelenmesi fırsatı.
***
Faşizm kavramı üstüne tarihsel analojiye dayanan farklı uluslararası yazarların karşılaştırma ve örneklerinden esinle kaleme aldığımız üçlemenin son yazısıydı. Ancak yeryüzü sistemi içinde varlığını devam ettiren koşullar sürdükçe faşizm son bulmayacak. Faşizm üzerine düşünürlerin çok yönlü tartışma eleştiri ve kritikleri de devam edecek. Biz de yeri geldikçe yazmaktan imtina etmeyeceğiz.

Ne zamana kadar?
Faşizm ya da benzeri tüm baskıcı yönetme biçimlerine karşı dünyanın çeşitli coğrafyalarında halkların özgürlük, adalet, hak ve eşitlik mücadelesi, onu tarihin asar-ı atika müzesine yolcu edene kadar!

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı